dil karmaşası ve ulusların dağılması hikâyelerine rastlamak son derece normaldir.
Kızılderililerin kozmik bakış açısının haritası genel hatlarıyla böyledir. İlerleyen bölümlerde incelenen mitler, Amerikan Kızılderili töresinin bütününden seçilmiştir.
Birinci Bölüm
Uzak Kuzey
I. Vikingler ve Skraelingler
İzlanda’dan kaçan Kızıl Eric, MS 982’de, kısa süre sonra İzlandalılar tarafından kolonileştirilecek olan Grönland’ı keşfetti. Eric’in oğlu Şanslı Leif (Yeni Dünya’nın ilk Hıristiyan’ı), Norveç’ten Grönland’a seyahat ederken, Grönland’ın güneyinde “kendi kendine ekilen mısır” ve yabani asmaların yetiştiği ve bu yüzden Vinland adını verdiği bir bölgeye rastladı. Bu, tüm ortaçağ Avrupa’sının ikinci gelişi ve dünyanın yıkımını beklediği, ancak bunun yerine Yeni Dünya’nın keşfedildiği 1000 yılında gerçekleşti.
İskandinavlar henüz yeni keşfedilen topraklarda hiçbir insanla karşılaşmamıştı. Ama Vinland hakkındaki haberler Thorfinn Karlsefni’yi ve karısı Gudrid’i heyecanlandırdı. Karı koca, bir grup adam ve iki gemiyle Leif’in bulduğu bölgeye doğru yola çıktılar. Önce Helluland, yani “yassı taşlar diyarı” olarak adlandırdıkları bir ülkeye geldiler. Burası onlara pek değerli bir yer gibi gelmedi. Daha sonra vahşi hayvanlarla dolu ormanlık bir ülkeyi ziyaret ettiler ve buraya da Markland adını verdiler. Sonunda Vinland’a geldiler ve burada üç kış kaldılar. Gudrid, Snorri’yi dünyaya getirdi. Snorri, batı kıtasında doğan ilk beyaz çocuk oldu. Vikingler Skraelingler ile ilk kez Vinland’da karşılaştılar: “Deriden yapılmış birkaç kano gördüler, kayıklar harman dövülüşü gibi bir gürültüyle teknelerinden savruldu ve güneşin hareket ettiği yönde döndüler.” Thorfinn’in ekibi küçüktü, Skraelingler ise kalabalıktı, bu yüzden koloni 1006 yılında Grönland’a döndü.
Görünüşe göre anakaraya yerleşmek için başka bir girişimde bulunulmadı ancak kereste yükleri için oraya zaman zaman seferler yapıldı. Ama Grönland kolonisi rahatsız edilmeyip gelişerek varlığını sürdürdü. On üçüncü yüzyılın ortalarında kuzeyden kısa boylu ve esmer halklar ortaya çıkmaya başladı; bu karşılaşmalar düşmanca oldu ve 1341’de en kuzeydeki İskandinav yerleşimi yıkıldı. Bu arada, Norveç’ten gemiler gitgide daha seyrek geliyordu ve koloninin gelişmesi durdu. Koloniden haber gelmez oldu. Kristof Kolomb, Antilleri keşfettiğinde Papa tarafından görevlendirilen bir Grönland piskoposu vardı, ancak piskoposluk bölgesini gördüğüne dair hiçbir kanıt yoktur. 1585’te John Davis, şimdi onun adını taşıyan boğaza girdiğinde Viking kolonisine dair tüm izler kaybolmuştu.
Ama uzak kuzey halkı unutmamıştı. Beyaz adamlar tekrar aralarına girdiklerinde kadim Kablunait efsanelerini hâlâ koruyorlardı. İki halkın ilk karşılaşmasının hikâyesi günümüze ulaşmıştır. Burada karşılıklı merak ve korkuları ve beceri ile güç bakımından birbirini alt edemeyen bir Eskimo ile bir beyazın çabucak arkadaş oldukları anlatılır. Sonunda Eskimo, bir okçuluk yarışmasını kazanır ve beyaz adam, memleketlileri tarafından bir uçurumdan aşağı atılır. Eskimo erkeklerinin pusuya yatıp su çekmeye gelen Kablunait kadınlarını kaçırdıklarına dair bir hikâye de vardır. İki halk arasındaki kan davalarını ve bütün köylerin yıkımını anlatan hikâyeler mevcuttur. Ikat’ta Kablunaitler gafil avlanırlar; dört baba çocuklarıyla buzun üzerinde kaçarken hepsi boğulur. “Bunlar bazen denizin dibinde göründüklerinde,” der Eskimo, “insanlarımızdan biri ölecek.”
Bunlar, Grönlandlıların koruduğu kayıp koloniye dair anılardır. Ancak tüm Eskimo kabileleri arasında kan davası ve savaşla ayrı düştükleri Tornitlerle eski ilişkilerine dair bir anlatı geleneği vardır. Tornitler, Eskimolardan daha uzun, daha güçlü ve daha hızlıydı ve çoğunun gözleri bulanıktı; kıyafetleri ve silahları farklıydı ve kayıkçılıkta, denizcilikte ya da yay kullanmakta pek de yetenekli değillerdi. Sonunda bir Eskimo genci Tornitlerden biriyle tartıştı ve kristal bir delgiyle alnında bir delik açarak onu öldürdü. Bunun üzerine tüm Tornitler, Eskimo korkusuyla kaçtı ve o zamandan itibaren Sahil İnsanları ve Kara Sakinleri birbirlerine düşman oldular.
Tornit hikâyelerinde eski Vikinglere dair bazı belirsiz hatıralar olabilir; daha makul olacak şekilde bunlar, anakaradaki Eskimo kabilelerinin Kızılderili komşularını temsil ediyorlardı çünkü Grönlandlılar için Kızılderililer, uzun zamandan beri muhteşem ve büyülü bir ırk haline gelmişti. Bazen Tornitlerin sisin içinde kaybolan kadınları çaldıklarını söylerler, ama yine de çok tehlikeli değildirler; erkeklerden uzak dururlar ve köpeklerden çok korkarlar. Eskimoların esrarengiz topraklarında Tornitlerin yanı sıra; elfler, yamyam devler, tek gözlü insanlar, şekil değiştiriciler, köpek adamlar, Amarok gibi canavarlar, dev kurtlar ya da bir kadının bebeğini yutacak kadar büyüyene değin beslediği korkunç tırtıllar vardır. Zira burası tarihin ve hayal gücünün belirsiz bir mucizeye karıştığı bir bölgedir.
II. Eskimoların Dünyası
Dünyada karakterleri ve yaşamları bakımından Eskimolardan daha izole başka bir halk muhtemelen yoktur. Eskimoların doğal yurtları, insanlığın büyük bir kısmı için dünyanın en az davetkâr bölgelerinden biridir ve orayı diğer ırklarla çok az rekabete girerek yüzyıllardır ellerinde tutmuşlardır. Burası, Alaska’dan Labrador’a ve Labrador’dan Grönland’ın kuzeyine kadar Arktik Okyanusu’nun kıyı bölgesidir. İç kısımlar, Arktik yazının uzun gündüzlerinde bile yalnızca birkaç santim toprağı rahat bıraktığı donmuş ovalarla sınırlıdır; deniz tarafı ise kuzey kutbu gecelerinin uzun ayları boyunca katı buzlu sularla sınırlıdır. Ren geyiği ve daha esas olarak fok, Eskimo yaşamının tüm ekonomisinin hem yiyecek hem de kıyafet için bağlı olduğu iki hayvandır; yazları ren geyiği avlanır, fok ise kış için temel güvencedir. Ama avcı bir halkın tedariki hiçbir zaman kesin değildir; mevsimsel av tedariki değişkenlik gösterir ve Eskimo açlığa alışkındır. Onunki yeşil bir dünya değil, kuzeyin ara sıra ortaya çıkan pırıltılarıyla renklenen beyaz ve gri bir dünyadır. Gece ona gündüzden daha açıktır; o, yıldızlara aşinadır ve ölüm onun arkadaşıdır.
“Ülkemizin geniş sınırları vardır; hiç kimse onun etrafından dolaşmamıştır ve bağrında hiçbir beyaz adamın hayalini kurmadığı sırlar taşır. Burada yazın sıcak Güneş’in meşalesi altında, kışınsa kuzey rüzgârının kamçısı altında iki farklı hayat yaşıyoruz. Ama bizi en çok düşündüren karanlık ve soğuktur. Ve uzun karanlık ülkeye yayıldığında birçok gizli şey ortaya çıkar, insanların düşünceleri dolambaçlı yollarda seyahat eder.”
Eskimoların dini ve efsanevi fikirleri, hayatlarından renkler taşır. Vahşidirler, yiyecek bol olduğunda kolayca neşelenirler ve cesaretleri kırıldığında cehalet duygusundan veya herhangi bir derin düşünceden ziyade kör bir çaresizlikle ezilirler. Sosyal yapıları zayıftır. Yasaları güce dayanır. Anlaşmazlıklarını kan davalarıyla çözerler. Cinsiyetler arasındaki ilişkiler, bir tür bilinçsiz ahlaksızlık ile belirlenir. Yalnızca sürü halinde yaşayan bir halkın kaba erdemlerine sahiptirler: Konukseverlik, paylaşmaya isteklilik, düzensiz olsa da canlı bir sevecenlik, eğlence anlayışı… Şarkı söylemeye, dans etmeye ve masal anlatmaya; büyüye, transa ve ruh yolculuklarına düşkündürler. Gerçek hayattaki maceraları yeterince ürkütücüdür, ancak hayal güçleri buna üstün gelir. Hayatlarının gerektirdiği gibi açgözlü ve durumu içselleştirmiş avcılardır ve belki de hikâyelerinin en güçlü özelliği, her üyesi kasap olan bir halkın mahrem alışkanlıklarını yansıtan görüntülerin birbirini takip etmesidir. Balina yağı, bağırsaklar,