benzeri bir kişiliğin atfedildiği sonucuna varılmamalıdır. O görünmez ve ruhanidir; hayatın yaratıcısıdır, ama kendisi yaratılmamıştır. O, insan için iyiliğin kaynağıdır ve saygıyla anılır ama hakkında mitler anlatılan kesin bir kişilik değildir. Duyular dünyasından uzaktır. Onunla ilgili belki de en iyi adlandırma, bazı çevirmenlerin tercih ettiği gibi, “her şeyin Büyük Gizemi”dir.
Bununla birlikte Büyük Ruh özel isimlerden yoksun değildir. Pere Le Jeune, 1633’te Montagnais hakkında şöyle demiştir: “Her şeyi yaratan Atahocan dedikleri belirli bir şey olduğunu söylüyorlar. Bir gün bir kulübede Tanrı hakkında konuşurken bana bu Tanrı’nın ne olduğunu sordular. Onlara her şeye gücü yetenin, göğü ve yeri yaratanın o olduğunu söyledim. Birbirlerine ‘Atahocan, Atahocan, bu Atahocan!’ demeye başladılar.” 1622’de yazan Winslow, Massachusetts Kızılderilileri tarafından tanınan benzer bir ruhtan, Kiehtan’dan bahseder ve Virginia Kızılderililerini araştıran ilk yazarlar; dünyayı yaratıp güneşi, ayı ve yıldızları onun hizmetçileri olarak atayan “ezelden beri var olan tek bir baş Tanrı olduğuna” dair inançlarını anlatırlar. İrokua kabilelerinin, Algonkinlerin Kitshi Manito’su için kesin bir eşdeğeri yoktur, ancak bu kabileler, Areskoui veya Agreskoul adıyla bilinen benzer bir ruha inanırlardı ve ona avın ve kazanılan savaşın ilk semerelerini sunuyorlardı. Peder Isaac Jogues’in İrokualar arasında bir tutsak olarak kalışını anlattığı korkunç mektup, bu tanrıya esir düşen bir kadının kurban edilmesini anlatır: “Ve meşaleler ve kızgın demirlerle o talihsizi sık sık yaktıklarında, yaşlı bir adam yüksek sesle şöyle bağırdı: ‘Aires-kol, etiyle kendini tatmin edesin ve bize düşmanlarımıza karşı zafer kazandırasın diye bu kurbanı sana sunuyoruz.’”
Ancak Büyük Ruh için yapılan olağan ayin korkunç değildir. Kutsal Calumet, kıtanın bir ucundan diğerine kadar Kızılderililerin sunağıdır ve dumanı, gök için uygun bir adaktır. Marquette, “Krallarımızın Asaları’na pek saygı duyulmuyor,” demiştir, “Vahşilerin bu pipoya öyle bir hürmetleri vardır ki, ona Barış ve Savaş tanrısı ve Yaşam ile Ölümün Yargıcı denilebilir.” “Kızılderililerin barış amblemi olan calumetin bir vahşinin eliyle göğe kaldırıldığını, onu Yaşamın Efendisi’ne sunarak dünyadaki tüm çocuklarına acıması için yalvardığını ve aldıkları iyi kararları onaylaması için ona yakardığını görmek gerçekten dokunaklı bir manzaraydı.” Bu, birçok farklı kabile arasında uzun yıllar geçirmiş Peder De Smet’in bir yorumudur. Calumet’in insana hediyesi olan Delaware hikâyesini bizim için koruyan odur: “Kuzey halkları Delaware’e karşı bir yok etme savaşına karar vermişlerdi ki, konseylerinin ortasında, aralarında göz kamaştırıcı bir beyaz kuş belirdi ve baş şefin tek kızının başının üzerinde kanatları açık bir halde hareketsizce durdu. Kız, içinde konuşan bir ses duydu: ‘Tüm savaşçıları bir araya toplayın; onlara Büyük Ruh’un kalbinin üzgün olduğunu, karanlık ve ağır bir bulutla kaplı olduğunu bildirin, zira ilk çocuklarının, Lenni-Lennapi (yeryüzündeki tüm kabilelerin en eskisi) kanını içmeye çalışıyorlar. Yaşamın Efendisi’nin öfkesini yatıştırmak ve kalbine mutluluğu geri getirmek için, tüm savaşçılar ellerini genç bir geyiğin kanında yıkamalıdır. Sonra hediyelerle dolu ve ellerinde Hobowakan (calumet) olduğu halde hep birlikte gidip kendilerini ağabeylerine sunmaları gerekir. Armağanlarını dağıtmalı ve onları sonsuza dek birlikte tutacak büyük barış ve kardeşlik tütsülerini birlikte tüttürmelidirler.”
V. Dünyanın İskeleti
Herodot, Perslerle ilgili şöyle söyler: “En yüksek dağa çıkarak Zeus’a kurban kesmek gibi bir âdetleri vardır ve gök kubbenin tam dairesine Zeus derler. Güneşe, aya ve dünyaya; ateşe, suya ve rüzgârlara kurban sunarlar. Bunlar, ezelden beri kurban verdikleri tek tanrılardır.” Calumet ayini, Amerikan Kızılderilileri arasında aynı dünya güçleri anlayışını gösterir. De Smet, “Bütün önemli durumlarda,” der, “dini ve siyasi törenlerinde ve büyük ziyafetlerinde calumet önderlik eder. Vahşiler ilk kazançlarını veya ilk dumanlarını Büyük Waconda’ya yani Yaşamın Efendisi’ne, onlara ışık veren güneşe ve beslendikleri toğrağa ve suya gönderir. Sonra göğe yalvararak pusulanın her noktasına duman yönlendirirler.” Ve yine: “Calumet’i Büyük Ruh’a, Dört Rüzgâr’a, güneşe, ateşe, toprağa ve suya adarlar.”
Calumet ayini, Kızılderililer için dünyanın çerçevesini ve yerleşik güçlerinin dağılımını tanımlar. Yukarıda, uzak ve parıldayan gökyüzünde gücü tüm doğaya nüfuz eden, yaşam enerjisi ve tezahürü yaratılışı açığa çıkaran ışık olan Yüce Ruh vardır. O, ışığın ruhu olarak kendini güneşte (Yüce Ruhun Gözü) gösterir; yaşam enerjisi olarak, hareket eden rüzgârlar şeklinde tüm dünyaya nüfuz eder. Aşağıda, Yaşam Suyunu bahşeden ve bağrında tüm organik varlıkları, Bitki ve Hayvan Formlarını besleyen Toprak Ana vardır. Kuşlar, insanların yerleşimi ile Yukarıdaki Güçler arasındaki aracılardır; yılanlar ile suda yaşayan hayvanlar ise Aşağıdaki Güçler ile iletişim kuran aracılardır.
Kızılderililerin dünya güçlerine ilişkin anlayışı genel olarak böyleydi. Ancak bu basit planı detaylandırmak konusunda isteksiz değillerdi. Dünya, onların düşüncesine göre katmanlı bir yerdir. Düz dünyanın üzerinde, ruhların musallat olduğu ve büyük Gök-gürültüsü kuşunun geçtiği rüzgârlar ve bulutlar âlemi vardır; bunun üzerinde, güneş, ay ve yıldızların rotaları bulunur. Her şeyin üzerinde, Yüce Ruh’un ikametgâhı olan üst göğün yörüngesi vardır. Genel olarak, görünür gökkubbe insan dünyasının çatısı olarak kabul edilir, ancak aynı zamanda aşağıdaki dünyada var olan her şeyin modellerini içeren prototip bir semavi dünyanın zeminidir. Görünen evreni yaratan varlıklar, gökkubbenin üzerindeki bu gökten inerler. Ve yukarıda olduğu gibi, altımızda da dünyalar vardır. Dünya bizim için bir zemin, ancak aşağıdakiler (verimli kaynakları yukarı gönderen ve dünyanın yeşilliğinde yaşam ruhları olarak ortaya çıkan güçler) için bir çatıdır. Ayrıca, hem yukarıdaki âlemler hem de aşağıdaki âlemler, ölmüş insanların ruhları için meskendir; zira Kızılderililer için ölüm sadece bir yaşam değişikliğidir.
Chippewalar, yukarıdaki dünyanın dört “katmanı” veya katı olduğuna ve aşağıdaki dünyanın da dört katmanlı olduğuna inanırlar. Bu, muhtemelen kozmosun dörtlü yapısının üst ve alt dünyadaki bir yansımasıdır; zira dört, her yerde Kızılderililerin kutsal sayısıdır. Bu fikrin kaynağı, dünya yaratıldığında hizmet eden cinlerin geldiği ve göğün köşelerini koruyan bu ruhların içinde yaşadığı dört ana nokta veya dünyanın dörtte birlik kavramında bulunur. Bir Potawatomi şefi Potogojecs, Peder De Smet’e Nanaboojoo’nun (Manibozho) “insan ırkının mutluluğuna katkıda bulunmak amacıyla, dünyanın dört ana noktasına dört faydalı ruhu nasıl yerleştirdiğini anlatmıştır. Kuzeydeki, vahşi hayvanları keşfetmemize ve takip etmemize yardımcı olması için bize buz ve kar sağlar. Güneydeki bize balkabağımızın, kavunlarımızın, mısırımızın ve tütünümüzün büyümesini sağlayan şeyi verir. Batıya yerleştirilen ruh bize yağmur, doğudaki de bize ışık verir ve güneşe dünyanın etrafında günlük yürüyüşlerini yapmasını emreder.” Kızılderililer, Dörtlünün Ruhları’nı genellikle dört rüzgârla özdeşleştirirler. Ga-oh, girişinde bir ayı, bir panter, bir geyik ve geyik yavrusu olan İrokua Rüzgâr Devi’dir: İrokualar “’Kuzey rüzgârı kuvvetli estiğinde gökyüzünde ayı sinsice dolaşıyor’ derler, batı rüzgârı şiddetli ise, ‘Panter mızmızlanıyordur.’ Doğu rüzgârı yağmurla beraber serin estiğinde ‘Geyik nefesini yayar’ ve güney rüzgârı hafifçe estiğinde ‘Geyik yavrusu, annesine geri dönüyordur.’” Dört, tüm Kızılderili töresinde sihirli sayıdır; temelde yaratıcının işini hesapladığı yönlerin karesini temsil eder.