ve sert mizacı da eklemek gerekiyor. Orman Kızılderilileri, yaşam tarzlarında ve doğurduğu fikirlerde olduğu gibi bu özelliklere sahip olmaları bakımından tek bir halk gibiydiler. Algonkinler belki de daha şiirseldi, şarkıya ve kehanete daha düşkündü. İrokualar ise daha politik ve daha iyi taktikçiydiler. Fakat aralarındaki farklar, beyaz adamın yeni keşfedilen ırkla temasının ilk iki yüzyılı boyunca, Avrupalıların Kızıl Adam’a dair silinmez izlenimini oluşturacak olan temel bir karakter birliğine zıt bir biçimde çok azdı.
II. Rahip ve Pagan
İnsanların inançları onların en değerli varlıklarıdır. Yeni Dünya’nın altınları, kürkleri ve tütünü, Batının maceraperestliğini asıl teşvik eden şeylerdi. Ama Amerikan kıyılarında ilk kalıcı İngiliz kolonisinin kurulma sebebi inançlarını koruma arzusuydu. İspanyol fatihler ve Fransız seyyahlar, onların ayak izlerini takip eden ve Kızıl Adam’ın pagan ruhunu Hıristiyanlaştırmak için Yeni Dünya’da onlardan daha fazla kalan Cizvit Babalardan zenginlik ve savaş konusunda daha hevesli değillerdi. En azından ilk dönem Kızılderili yerel inançları hakkındaki bilgimizin çoğunu bu misyoner rahiplere borçluyuz. Yabanileri dönüştürmek için vahşi doğaya girdiler ve bu nedenle, bu doğa çocuğunun zaten sahip olduğu dini fikirleri keşfetmek hemen onların ilgi alanı haline geldi. Kızılderililerin dili, kurumları ve fikirleri üzerine, misyonerlik alanına girmek isteyenlerin aydınlanması için yazılan mektuplarında, Kızılderililerin miti ve dini hakkında ilk güvenilir açıklamalara ulaşmaktayız.
Elbette ki rahipler yerlileri hemen anlamadılar. Montagnais hakkında Relations’ın en eski sayılarından birinde Pere Lalemant şöyle der: “Hiçbir ilâhî ibadetleri veya herhangi bir duaları yoktur.” Ancak bu tür ifadeler, misyonerlerin Kızılderililer arasında kendi dini uygulamalarına benzer bir şey bulamadıkları anlamına gelir. Pere Raguenau 1647-48 tarihli Relations’da Huronlar hakkında şöyle söyler: “Doğrusunu söylemek gerekirse, tüm bu ülkelerin milletleri atalarından bir Tanrı bilgisi almamışlardır ve biz buraya ayak basmadan önce, dünyanın yaratılışıyla ilgili her şey mitlerden ibaretti. Bununla birlikte, barbar olmalarına rağmen kalplerinde, Tanrı’nın ve her şeyin yaratıcısı olan ilk ilkeye (bilgileri olmadan dua ettikleri) dair gizli bir düşünce vardı. Ormanlarda av sırasında veya denizde gemi kazası tehlikesi olduğunda, ona Aireskouy Soutanditenr diye hitap ederek yardıma çağırırlar. Savaşta ve muharebelerinin ortasında ona Ondoutaete diye hitap ederler ve zaferi tek başına onun bahşettiğine inanırlar. Sık sık gökyüzüne hitap ederek ona saygılarını sunarlar ve cesaretlerine, sefaletlerine veya masumiyetlerine tanık olması için Güneş’e seslenirler. Ancak her şeyden öte, yabancı milletlerle barış ve ittifak antlaşmalarında samimiyetlerinin tanıkları olarak, kalplerinin derinliklerini gören ve emanetlerine hıyanet edenlerin ve sözünde durmayanların hıyanetlerinin intikamını alacak olan Güneş’e ve gökyüzüne yalvarırlar. Tertullian’ın en kâfir milletler hakkında söylediği o kadar doğrudur ki, tehlikelerin ortasındaki doğa Hıristiyan bir sesle konuşmalarına sebep olur (Exclamant vocem naturaliter Christianam) ve neredeyse onu tanımadan yakardıkları bir tanrıya (Ignoto Deo) başvururlar.”
Exclamant vocem naturaliter Christianam! İki yüzyıl sonra başka bir Cizvit Peder De Smet, Kansa kabilesinin dini duygularını tarif ederken aynı ifadeyi kullanır: “Onlara bir Ecce Homo ve Meryem Ana’mızın bir tasvirini gösterdiğimizde ve tercüman onlara dikenlerle taçlanmış o başın ve hakaretlerle lekelenmiş çehrenin bizim uğrumuza ölen bir tanrının gerçek sureti olduğunu ve yedi kılıçla delinmiş kalbin annesinin kalbi olduğunu açıkladığında, Tertuian’ın insan ruhunun doğal olarak Hıristiyan olduğu şeklindeki güzel düşüncesinin etkileyici bir örneğini gördük!”
Bu nedenle aynı rahipler, Amerika’da bir yaratılış ve bir tufan, cennetten bir düşüş ve dünyaya ölüm getiren günahkâr bir seçime ilişkin mitler bulduklarında, yeni bulunan Amerikalılarda İsrail’in kayıp kabilelerini keşfettiklerini düşündüler.
III. Manitolar
Platon’un Sofist’inde bir konuşmacı “Varlığın tanımı tamamen güçtür,” der ve bu, her Amerikan Kızılderilisinin kabul edeceği bir beyandır. Kızılderililer, doğadaki her varlığın, bu varlığın kendi özel karakterini koruduğu ve kendi tarzında diğer varlıkları etkilediği kalıcı bir güce sahip olduğuna inanır. Bu tür güçler küçük ya da büyük, zayıf ya da güçlü olabilir ve elbette hangilerinin büyük ve güçlü olduğunu bilmek bir erkeğin görevidir. Dış görünüş, kalıcı bir iktidarın gücünün kesin bir işareti değildir; genellikle küçük bir hayvan ya da uyuşuk bir taş, kudretli bir gücün meskeni olabilir. Ama genellikle bazı özellikler, düşünceli gözlemciye olağanüstü kudretin nesnesini gösterecektir veya bu bir rüyada veya görüntüde kendini gösterebilir. Böyle bir nesnenin sahibi olmak, kendi yetkilerini orantılı olarak artırmaktır. Bu nesne, iyi bir “ilaç”tır ve kişiyi güçlü kılar.
Her Amerikan dilinde nesnelerin bu kalıcı güçlerinin kendi adı vardır. Bunlara Eskimo dilinde Inua yani “sahip” denir. İrokualar, Orenda kelimesini ve zararlı güçler ya da “kötü büyü” için Otgon kelimesini kullanırlar. Huron dilinde bu kelime Oki’dir; Siyu dilinde ise Wakanda. Ancak, bu düşüncenin beyazlarca kapsamlı bir şekilde bilinmesini sağlayan (çünkü Kızılderililer tarafından kullanılan ve sömürgecilerin ilk karşılaştığı kelimeydi) terim, Algonkin dilinde Manitou, Manito veya Manido idi (zira farklı şekillerde hecelenir). Geleneksel çevirilerde bu kelime için “güç”, “gizem”, “büyü” ve daha yaygın olarak “ruh” ve “büyü” kullanılmıştır ve kelimenin tam anlamı bunların hepsini içerir. Zira şeylerin güçleri, sıradan ve ihmal edilebilir olandan gizemli ve büyülü olana kadar her dereceyi içerir: Doğanın yüce güçleriyle ilgili olduklarında akıllı ruhlardır, duaları işitip cevaplayabilirler ve insanın ihtiyacına uygun olduğu her yerde büyüsel, ruhsal ve fizikseldirler.
Kızılderililer, fiziksel ve ruhsal güçler arasında bizim yaptığımız gibi keskin bir ayrım yapmaz; daha ziyade zayıf ve güçlü arasındaki ayrımla, yani ihmal edebileceği ya da fethedebileceği altinsan ve yalvarıp yatıştırması gereken üstinsanla ilgilenirler. “Ruh” sözcüğü genellikle bu üstinsanlar, yani güçlü Manitolar için kullanılır. Manitoların her zaman aynı şekilde olduğunu da varsaymamalıyız. Doğa sürekli değişir, her parçasında kendini sürekli dönüştürür. O, enerji ve hayat doludur. Manitolar her yerde bu dönüşümleri etkiler, kendilerini bir o şekilde, bir bu şekilde sunar. Dolayısıyla Kızılderili, yüzeysel görme yeteneğiyle yargılamaz; şeylerin etkilerini inceler ve en mütevazı görünen nesnelerde genellikle en yüksek güçlerin kanıtlarını bulur. Taşlar bize pek de saygı duyulacak nesneler gibi görünmez ancak içlerinde birçok güçlü Manito barınmaktadır. Belki de Kızıl Adam’ın hayal gücüne hitap eden ruhsuz çakmaktaşındaki ateşin kıvılcımıdır; belki de insanı yabanilikten kurtaran aletlerin yontulduğu eski malzemeye karşı içgüdüsel bir saygıdır; belki de dünyanın kayalık temellerinin asırlık kalıcılığına ve yenilmez gerçekliğine dair bir duygudur:
Selam Yaşlı Olan, eçka,
Yedi kişinin bir araya toplandığı bir zamanda, 4
Yedinci yere oturduğun söylenir,
Yediler içinde her şeyin bilgisine yalnızca sen sahiptin,
Yaşlı, eçka.
Korunma ve rehberlik özlemi içindeyken,
İnsanlar akıllarında bir yol aradılar.
Seni