Hartley Burr Alexander

Kuzey Amerika Mitolojisi


Скачать книгу

insanların yardımcıları veya koruyucuları olabilir ve bunlar Tornait olarak bilinirler. Taşların ve ayıların Inuaları özellikle güçlüdür. Bir ayı “sahibi”, bir adamın Tornak’ı olursa ayı, adamı yiyip geri kusabilir; daha sonra ayıyla birlikte bir Angakok yani şaman olur. Çokça ya da güçlü Tornait’e sahip erkekler veya kadınlar, büyülü ve iyileştirici güce ve gizli şeyleri gören gözlere sahip olan Angakut sınıfındandır.

      Grönlandlılar Tornarsuk, Büyük Tornak veya Tornait’in hükümdarı denilen bir varlığa dair belirsiz bir inanca sahiptiler. Angakut, yardımcıları üzerindeki denetimini onun üzerinden elde ediyordu. Ama benzer bir inancın kıtada yaygın olmadığı anlaşılıyor. Eskimoların ruhani dünyasının merkezinde Denizin Yaşlı Kadını bulunur. Kuzey Grönlandlılar ona Nerrivik, yani “Yemek Tabağı” derler. Sedna ise onun kara için kullanılan ismidir. O, bir zamanlar fani bir kadınmış; bir kuş büyüleyici bir şarkıyla ona kur yapmış ve onu denizin ötesindeki evine taşımış. Kadın kandırıldığını çok geç anlamış. Akrabaları onu kurtarmaya çalışınca kuş öyle bir fırtına çıkarmış ki akrabalar kendilerini kurtarmak için kadını denize atmışlar; kadın kayığa tutunmaya çalışmış, ama elini kesmişler. Dibe batmış, kopan parmakları balinalara ve çeşitli foklara dönüşmüş. Nerrivik, denizin derinliklerindeki evinde yaşar. Lambasını süsler, korkunç bir köpek tarafından korunur ve derinlerdeki hayvanlar âlemine hükmeder. Bazen erkekler hiçbir fok yakalayamadığında Angakut ona gider ve onu yem hayvanlarını bırakmaya zorlar veya ikna eder; bu yüzden ona “Yemek Tabağı” denir. Bu Deniz Kadını’nda bir tür Yaban Hayat Anası’nı (bir avcı halk tanrıçası, ama bu tanrıça denizin kendisi kadar acımasız ve kaprislidir) görmek zor değildir.

      Sedna’nın evinde karanlık bir varlık olan babası Anguta bulunur. Bazıları Sedna’yı kurtaranın ve sonra da kendini kurtarmak için onu denize atanın Anguta olduğunu söyler ve ona anlamlı bir şekilde “Kesecek Bir Şeyi Olan Adam” soyadı verilmiştir. Kızı gibi, Anguta’nın da eli sakattır. İşte ölüleri bununla yakalar ve onları Sedna’nın evine sürükler. Çünkü onun egemenliği ölülerin canları üzerinde olduğu kadar dirilerin yiyeceği üzerindedir de. O, Yaşamın ve Ölümün Hanımı’dır. Eski Grönland geleneğine göre Angakutlar, Deniz Kadını’nın yanına indiklerinde önce ölüler bölgesinden geçerler. Sonra buzlu bir çarkın sonsuza kadar döndüğü bir uçurumdan geçerler. Yanında içi fok dolu kaynar bir kazan vardır. Ve son olarak, kapıdaki büyük köpek kaçtığında, tam girişte, yalnızca bıçak yoluyla geçilebilen ikinci bir uçurum vardır. Eskimoların descensus Averno’su3 bu şekildedir.

      IV. Dünyanın Bölgeleri

      Eskimoların karasal bölgeleri canavar kabilelerle dolu olduğu gibi, Deniz Cephesi de garip varlıklarla doludur. Bir tür deniz adamı olan Deniz Inuaları vardır. Fırtına ve kötü hava yaratan, kayakçılara benzer göz yanılsamaları vardır. Bazılarının dediğine göre de mürettebatı kürekçiye dönüştürülen foklardan oluşan hayalet kadın tekneleri (Umiarissat) vardır. Bunların en tuhafı ise uçurumlarda ya da deyim yerindeyse kara ile deniz arasındaki yarıkta yaşayan Ateş İnsanları, yani Ingnersuit’tir. Bunlar, ucu kalkık burunlu insanlar ve burunsuz insanlar olmak üzere iki sınıfa ayrılırlar. İlki insanlara karşı arkadaş canlısıdır, ona görünmezken bile kayakçıya yardım eder. Burunsuzlar ise insanların düşmanıdır ve bahtsız kayakçıyı kara suların altındaki sefil esarete sürüklerler. Bir Angakok bir defasında denizde fok avlarken bir anda kendini garip kanolarla çevrili bulmuş: Ateş halkı onu yakalamaya geliyormuş. Ama aralarında bir kargaşa çıkmış ve Angakok, burnu açılıp kapanan ve yoluna çıkan her şeyi katleden büyük bir ağza benzeyen bir kayık tarafından takip edildiklerini görmüş. Aniden tüm Ateş İnsanları denizin yüzeyinden yok olmuşlar. Şamanın yardımcı ruhunun gücü buymuş.

      Eskimoların anlayışında, insanın görünür ikametgâhının üstünde ve altında bölgeler vardır ve her birinde ölüler bulunur. Anlatılar, birkaç meskenin arzu edilirliği konusunda farklılık gösterir. Anakara halkı (ya da bazıları) aşağı dünyayı soğuk, fırtınalı, karanlık ve açlığın hüküm sürdüğü bir yer olarak görür ve bu hayatta mutsuz veya kötü olanlar oraya mahkûmdur. Yukarıdaki bölge bolluk ve şarkı ülkesi olup iyi ve mutlu olanlar, kaza veya şiddet sonucu ölenler ve doğumda ölen kadınlar bu yukarı diyara geçerler. Ama aşağı dünyayı daha mutlu, üst dünyayı soğuk ve açlık diyarı olarak görenler de vardır; üçüncü bir grup da ruhun her iki diyarda da neşeyle dolu olduğunu ileri sürer.

      Angakutlar hem üst hem de alt dünyalara ruh yolculukları yaparlar. Alt dünya bizimki gibi bir gökyüzüne sahip olarak tanımlanır, sadece gökyüzü daha karanlık ve güneş daha soluktur; orada her zaman kış hüküm sürer ama avı boldur. Başka bir hikâye, biri diğerinin altında olan mağaralarla dolu dört yeraltı dünyasından bahseder. İlk üçü alçak tavanlı ve konforsuzdur. Sadece dördüncü ve en altta olanı geniş ve hoştur. Üst dünya, bir dağın tepesinde dönen devasa bir kubbe olarak görünür ve gökyüzünün ötesindedir; burası, kendi tepeleri ve vadileri olan dünyaya benzeyen bir diyardır. Buranın sahipleri, gök cisimlerinin Inualarıdır. Bunlar zamanında insandılar ancak gökkubbeye dönüştürüldüler ve şimdi semavi ışık oldular. Yukarı dünyaya giden yol tehlikelerden arınmış değildir: Aya giden yolda yolcuları güldürmeye özendiren ve onları güldürmeyi başarırsa bağırsaklarını çıkaran bir insan vardır. Belki de bu, bir tür bedenden ayrılma sürecidir; zira Eskimo mitinde yüz yüze bakıldığında insan gibi görünen, ancak arkadan bakıldığında iskelet gibi olan ruhani varlıklar tekrar tekrar karşımıza çıkar.

      V. Başlangıç

      Bir zamanlar fani olan güneş ile ay kardeştiler. Işık olmayan bir evde birlikte yattılar ve kız kardeş, arkadaşının kim olduğunu öğrenince, utancından göğüslerini koparıp kardeşine fırlattı ve şöyle dedi: “Madem vücudum hoşuna gidiyor, bunları da tat.” Sonra kaçtı, erkek kardeşi ise onu takip etti. Her biri meşale taşıyordu ve birbirlerini bununla keşfettiler. Koşarken göğe yükseldiler; kız kardeşin meşalesi güçlü ve parlak bir şekilde yanıp güneş oldu; erkek kardeşin meşalesi sönüp bir kora dönüştü ve o da ay oldu. “Güneş doğduğunda ve yaz yaklaştığında, ‘yetimleri ısıtmak için’ gelir,” der Eskimolar; çünkü kışları pek çok kez açlığın sınırına gelindiği uzak kuzeyde, öksüzlerin kaderi korkunç derecede belirsizdir.

      Grönlandlılar yıldızları, özellikle de yaz güneşinin geri döneceğini önceden haber verenleri dikkatlice izlerler; Orion şafağa doğru göründüğünde yaz gelir ve yürekler neşelenir. Eskimolar, köpekli adamların bir zamanlar uzaklarda, buz üzerinde bir ayıyı nasıl kovaladığını anlatırlar; ayı birdenbire havaya yükselmeye başlamıştır ve peşindekiler de onu takip etmiştir. Bu grup Orion adını verdiğimiz takımyıldızı olmuştur. Bazen, Büyük Ayı hakkında da benzer bir hikâye anlatılır. Harsher hikâyesi, Venüs’ün, yani “Durup Dinleyen”in doğuşunu anlatır: Zira güneşin arkadaşı bir Eskimoludur. Hikâyeye göre yaşlı bir adam kıyıya yakın bir yerde fok avlıyormuş fakat bir kaya yarığında oynayan çocukların gürültüsü fokları korkutup kaçırmış ve adam sonunda öfkeyle yarığın çocukların üzerlerini kapatmasını emretmiş. Ebeveynleri avdan döndüklerinde tek yapabildikleri, kalan bir yarığa biraz kan dökmek olmuş, ancak hapsedilen çocuklar kısa süre sonra açlıktan ölmüşler. Ebeveynler, daha sonra yaşlı adamı takip etmişler ancak adam gökyüzüne uçmuş ve kış karanlığından sonra ışık geri dönmeye başladığında batıda alçakta görülen parlak gezegen olmuş.

      Eskimolar, bir bütün olarak dünyanın başlangıcına ilişkin düşüncelerle kendilerini