Çerokiler, “Gök-gürültüsü’nün kız kardeşiyle evlenen adam” hakkında bir hikâye anlatırlar: Genç, kızın cazibesiyle Gökgürültüsü’nün mağarasına çekilir ve burada etrafı korkunç şekil değiştiricilerle sarılır. Yaşayan bir kaplumbağa ile eyerlenmiş bir yılana binmeyi reddedince Gökgürültüsü öfkelenir, gözünden şimşekler çakar ve müthiş bir gürleme genci şuursuz bırakır. Canlanıp eve dönerken, ona bir gün önce gitmiş gibi gelse de, halkının onu çoktan ölüme terk ettiğini keşfeder ve gerçekten, bundan sonra sadece yedi gün hayatta kalır.
Hino’nun yardımcılarından biri, büyük Çiy Kartalı Oshadagea’dır. Yuvası batı gökyüzündedir ve sırtındaki oyukta bir çiy gölü taşır. Kötü niyetli Ateş Ruhları dünyanın yeşilliğini yok edince Oshadagea evinden dışarı uçar ve açık kanatlarından iyileştirici nem yağar. İrokuaların Çiy Kartalı, muhtemelen, Semavi Okçu Hino tarafından yeri değiştirilen bir Gökgürültüsü kuşu ruhunun hayaletidir yalnızca. Gökgürültüsü kuşu görünmez bir özdür. Gözünün parlaması şimşek, kanatlarının sesi gökgürültüsüdür. Etrafı yardımcılarıyla, özellikle de şahin ve kartal türü kuşlarla çevrilidir. Altın Kartal Keneu, baş temsilcisidir. Kızılderililer, Gökgürültücüler olmasaydı, yeryüzünün kavrulacağını ve çimenlerin kuruyup öleceğini söylerler. Pere Le Jeune, Kızılderililerin Montagnais görevine yeni bir sunak parçası yerleştirildiğinde, “Kutsal Ruh’u ışın demetleriyle çevrili bir güvercin olarak resmedildiğini görünce, kuşun gökgürültüsü olup olmadığını sorduklarını anlatır. Zira gökgürültüsünün bir kuş olduğuna inanırlar ve güzel tüyler gördüklerinde, onlar gökgürültüsünün tüyleri değil mi diye sorarlar.”
Bulutların üzerindeki alan, güneşin, ayın ve yıldızların cennetidir. Güneş eril bir varlıktır, Ay ise dişil; bu ikisi bazen kardeş, bazen karı koca olurlar. Montagnaisler, Pere Le Jeune’e, Ay’ın oğlunu kollarında tuttuğu için bazen karanlık göründüğünü söylemişlerdir: “‘Ay’ın bir oğlu olduğuna göre evlidir veya evli miydi?’ ‘Ah evet, tüm gün dolanan güneş onun kocasıdır ve ay da bütün gece dolanır. Güneş gölgede kaldığında veya karardığında bunun nedeni bazen Ay’dan oğlunu kollarına almasıdır.’ ‘Evet, ama ne Güneş’in ne de Ay’ın kolu vardır.’ ‘Senin aklın yok, çekili yaylarını her zaman önlerinde tuttukları için kolları görünmez.’” Bir başka Algonkin kabilesi olan Menomineeler, ok ve yaylarla donanmış güneşin avlanmak için yola çıkışını anlatırlar; uzun süreli yokluğundan korkan kız kardeş Ay onu aramaya gider ve bulana kadar yirmi gün seyahat eder. O zamandan beri ay gökyüzünde yirmi günlük yolculuklar yapar. İrokualar, Güneş’in (Adekagagwaa) kış aylarında güney göklerinde dinlendiğini ve yerine nöbet tutması için “uyku ruhunu” bıraktığını anlatırlar. Ayrılışının arifesinde, geri döneceğine söz vererek dünyaya şöyle hitap eder: “Toprak, Yüce Ana, çocuklarını bağrına yakın tut, gücümü duy! Ben Adekagagwaa’yım! Ben hüküm sürüyorum ve tüm yaşamlarınızı ben yönetiyorum! Hızlı bulutların yarıştığı, kovaladığı, tırmandığı, kıvrıldığı ve yağmurlarla nehirlerinize ve derelerinize düştüğü yer olan tarlam geniştir. Kalkanım uçsuz bucaksızdır; sarı parıltısıyla topraklarınızı kaplar veya hızlı alevimle onu yakıp bronzlaştırır. Gözlerim kocamandır, her yeri tarar. Oklarım, onları besleyen ve nefes alan çiylere daldırdığımda hızlıdır. Ordum güçlüdür, ben uyurken tarlalarımın nöbetini tutar. Tekrar geldiğimde savaşçılarım göklerde savaşacaklar, Ga-oh şiddetli rüzgârlarını durduracak, Heno sesini yumuşatacak; Gohone (Kış) uçacak ve fırtınalar dinecek!”
Kızılderililerin yıldızlar hakkında şiirleri vardır. İrokuaların, Kuzey Grönlandlı Eskimoların gökteki ayıyla ilgili hikâyesinin tam olarak aynısını anlattıklarına rastlamak ilgi çekicidir: Bir grup avcı, sadık köpekleriyle birlikte av heyecanıyla yola çıkarlar, büyük canavarı göklere doğru takip ederler ve orada Büyükayı (Ursa Major) Takımyıldızı olarak kalırlar. Avcı ve Gökyüzü Geyiği’nin hikâyesindeki aşk duygusu, av tutkusuyla karışır. Avcı Sosondowah (Yüce Gece) dünyaya inen Gökyüzü Geyiği’ni, güneş semasının üzerindeki göğün çok yukarılarına kadar takip etmiştir. Şafak, orada onu tutsağı yapmış ve kulübesinin kapısının önüne bekçi olarak koymuştur. Avcı aşağıya bakarken, fani bir kız görüp ona âşık olmuştur. İlkbaharda mavi bir kuş şeklinde onun yanına inmiş, yazın bir karatavuk görünümünün altında ona kur yapmış, sonbaharda ise dev bir gece şahini kisvesi altında onu gökyüzüne taşımıştır. Ama onun gecikmesine kızan Şafak, onu kapısının önüne bağlamış ve kızı bir yıldıza dönüştürerek alnının üstüne yerleştirmiş, avcı da sonsuza kadar ona ulaşamadan onu özlemek zorunda kalmıştır. Sabahyıldızı olan kızın adı Gendenwitha, yani “Günü Getiren”dir. Ülker Takımyıldızı’na Dans Eden Yıldızlar denir. Bunlar, gece şarkı sesleriyle uyanıp dans etmeye başlayan bir grup kardeştiler. Dans ederken sesler azalmış ve onlar da sesi takip ederek yavaş yavaş göğe götürülmüşler. Burada onlara acıyan ay, onları bir grup sabit yıldıza dönüştürmüş ve her yıl on gün boyunca Kızıl Adam’ın danışma çadırının üzerinde dans etmelerini söylemiş. Dans eden kardeşlerden biri, annesinin feryatlarını duyunca geriye bakmış ve aniden, öyle güçlü bir şekilde düşmüş ki toprağa gömülmüş. Anne bir yıl boyunca oğlunun ölümü için yas tutmuş. Sonra mezardan göğe yükselen bir ağaca dönüşen küçük bir filiz çıkmış ve böylece ağaçların en uzunu, ormanın rehberi, göklerin bekçisi çam doğmuş.
VII. Aşağıdaki Güçler
Yukarıda olduğu gibi, aşağıda da güçler vardır. Toprak, bunların en büyüğü ve en güçlüsüdür. Algonkin dilinde toprak için Nokomis (Büyükanne) kelimesi kullanılır ancak İrokualar ona Eithinoha (Annemiz) diye hitap ederler. Zira derler ki, “toprak canlı bir maddedir ve fasulyenin narin fidesi ve içinde yuva yapan mısırın filizlenen tohumu, hassas kökleri aracılığıyla topraktan yaşam özünü alır… Toprak gerçekten de onları besler, onlara sağlanan şey canlı madde olduğu için, onlarda yaşam üretilir ve korunur. Gıda olarak olgunlaşmış mısır ve fasulye ve türleri bu şekilde üretilir, insanın ve tüm canlıların yaşatır ve geliştirir.”
İrokua efsanesinde toprağın kız kardeşi, Mısır Ruhu Onatah’tır. Vaktiyle tazeleyici çiy aramaya giden Onatah, Kötülük Ruhu tarafından ele geçirilmiştir ve Güneş onu bulup kayıp tarlalara geri götürene kadar dünyanın altındaki karanlığa hapsedilmiştir. Onatah o zamandan beri çiğleri aramak için yukarı çıkamamıştır. Yani İrokua efsanesi, Demeter ve Persephone’nin Yunan mitiyle paraleldir. Öte yandan Chippewalar Mısır Ruhu’nu, Mondamin isimli cennetten gönderilmiş bir genç yaparlar. Bu genç ölümlü bir kahraman tarafından katledilip gömülmüştür. Mezarından hediye olarak mısır fışkırır. Fasulye ve balkabağı gibi diğer besinlerin yanı sıra yabani bitkiler ve çeşitli ağaç türleri de çeşitli ruhlara veya Manitolara sahiptir. Gerçekten de, dünya her güç ve büyüklükte sayısız gizemle, orman da Kızılderililerin peri halkı Pukwudjilerin ordularıyla doludur. “Bir yağmur sırasında binlercesi bir çiçeğe sığınır. Ojibwa, orman ağaçlarının gölgesinde uzanırken, bu tanrıların onun etrafında olduğunu hayal eder. Böceğin vızıltısında onların kısık seslerini algılar. Yarı kapalı gözlerle güneş ışınlarının altında binlerce kişinin oynadığını görür.”
İrokualar, Jogaohların yani Cüce Halk’ın üç kabilesini tanırlar: Kızılderililerin, yüce güçleri ve toplar ve taşlarla oynamaya düşkünlükleri nedeniyle “Taş Atıcılar” olarak adlandırdıkları Gahongalar (kayalıklarda ve nehirlerde yaşarlar), sadece toprağın