Harold MacGrath

Tehlikeli Zümrütler


Скачать книгу

güvenlik demekti, bu dünyada kim bir otel hizmetçisinden daha az dikkat çekerdi ki?

      Asansör aramakla uğraşmadan merdivenle binanın ilk katına çıktı. Sahanlığın birer ucunda iki kapı gördü. Birini incelemek için eğilip zilin üzerindeki yazıya baktı. Conover yazıyordu. Gregor’un dairesi diğeriydi. Anahtarı olduğu için zili çalmadı, kapıdan girip karanlık koridora adımını attı.

      “Stefani Gregor?” diye bağırdı neşeyle. “Stefani! Eski dostum, ben geldim!”

      Sessizlik. Ama anlaşılır bir sessizlik. Gregor ya işten dönmemişti ya da akşam yemeği için alışverişe gitmişti. Kalabalık mahalleden gelen kokulara bakılırsa, pek çok insan şu an yemek hazırlamakla meşguldü ve belli ki semtin en sevilen yiyeceği sarımsaktı. Zevkle havayı kokladı. Sarımsak kokusu açlığını artırmamış, sadece onu birkaç yıl öncesine götürmüştü. Stefani Gregor’un ve dağ kıyafetli küçük halinin engebeli tepelerin baş döndürücü patikalarında sağlam adımlarla yürüdüğünü gördü, ikisini kızıl yükseklikte oturmuş sarımsaklı esmer ekmeklerini yerken anımsadı. Leziz yemek! Onun nefesini koklayınca annesinin dehşete düşüşü! Sarımsak yemek onun doğal hakkı değilmiş gibi… Amcası sarımsaklı ekmeğin çocuklar için faydalı olduğunu söyleyerek kükremiş, tıka basa yemeye başlamıştı. Sarımsaklı ekmek ve Altın Çağ!

      Işığı açtıktan sonra salonu incelemeye başladı. Oda son derece sade ve düzenliydi. Salonda, hatıralarında memleketini güzelliklerle anımsamasına sebep olan eşyalar vardı. En son yatak odasına gitti. Kapıyı açmakta biraz tereddüt etti. Işığı yakınca Gregor’un girişteki selamını neden almadığını anladı.

      Başucundaki okuma lambası devrilmiş, sandalyesi kırılmış, mektuplar ve kâğıtlar yerlere saçılmıştı, çekmeceler yivlerle doluydu. Her şey yeterince açıktı. Gregor bu uçsuz bucaksız şehirde ya bir yerlerde tutsak düşmüş ya da ölmüştü.

      Hawksley bir süre kımıldamadan durdu. En azından bu geceyi ve ertesi günü burada geçirmeliydi. Başka bir otele gitme riskini göze alamazdı. Elbette Rathbone’un şaşaalı evine gidebilirdi ancak bu trajediyi onun evine taşımak haksızlık olurdu.

      Ayağının altında buruşturulup top haline getirilmiş bir kâğıt dikkatini çekti. Dalgın bir halde tekme attıktan sonra peşinden gidip kâğıdı aldı. Kafasında başka düşünceler vardı. İngilizce bir kelime gözüne takıldığında kâğıdı rasgele düzeltmekle meşguldü. İngilizce! Buruşuk kâğıdı iyice düzelttikten sonra okumaya başladı.

      Bu mektubu bulman tamamen takdiri ilahi! Birkaç gündür takip ediliyorum, burada yaşadığımı çok uzun zamandır bildiklerinden eminim ancak henüz bilmediğim bir sebepten bana dokunmuyorlar. Bu mektubu buruşturup atacağım çünkü katlanmış halde göze çarpan bir yere bırakırsam beni almaya geldiklerinde dikkatlerini çeker. Ah, şimdi fark ediyorum. Zavallı dostum! Beni izliyorlar çünkü bu sayede sana ulaşabilmeyi umuyorlar. Seni buraya gelmemen için uyarmamın hiçbir yolu yok. Sana yedek anahtarı gönderdikten sonra bu gerçeğin farkına vardım. Tanrı seni korusun!

STEFANI

      Hawksley mektubu yırttı. Yemek ve uyku. Düşüncelere dalmış halde mutfağa doğru yürüdü. Ne tuhaf bir karışıma sahipti! Dışarıdan bakıldığında İngilize benziyordu ama kanında kıpır kıpır gezinen Latin genleri vardı ve Slavların soğuk ve sakin yaradılışlarından da bir parça almıştı. Başa çıkması zor iki öğrenciyle uğraşan okul müdürü gibiydi. Ya Latin geni Slavı zapt ediyor ya Slav geni Latini yerinden ediyordu. Bir daha Stefani Gregor’un nazik yüzüne kanlı canlı bakamayacağına dair kaderci bir düşünceyle yiyecek bir şeyler aramaya gitti.

      Mutfak bomboştu, buzdolabında sadece ekşimiş bir şişe süt vardı. Aç olduğunu söylemek hafif kalırdı. Yiyecek bir şeyler almak için dışarı çıkmaya cesaret edemedi. Daireye girdiğini kimse görmemişti ama böyle bir şansı ikinci kez yakalaması pek mümkün değildi.

      Yatak odasına döndü. Işığı açmadı çünkü aklına aniden bir fikir gelmişti, Latinlerin akıl edeceği türden bir fikirdi bu. Bazı pencere kenarlarında yiyecek bir şeyler olabilirdi. Elbette ücretini bırakacaktı. Pencereye doğru ilerledi, camı ve perdeyi kaldırıp dışarı baktı. Müthiş! Binada yangın merdiveni vardı.

      Bacağının birini pervazın üzerinden atar atmaz karşı tarafta altın gibi parıldayan bir şey gördü. Yiyecek arama içgüdüsü kaybolmuştu. O an tamamen Latin damarı baskın geldi, güzelliğin büyüleyiciliğine kapılmaya her zaman meyilliydi.

      Avludaki mesafe on iki metreden azdı. Akşam yemeğini hazırlamakla meşgul kadını gayet net bir şekilde görebiliyordu. İçinde bulunduğu tehlikeyi, açlığını, camdan genç kadını izlemesine olanak sağlamayan mesleki ahlak kurallarını unutmuştu.

      Tek başınaydı. O da, kadın da yalnızdı. Aklına alışılmışın dışında bir fikir geldi. Kıkırdadı; kulağına gelen kıkırdama sesi bir şekilde devam etme, dışarı çıkma ve gerekirse savaşma kararlılığını geri getirdi. Şuradaki pencereyi tıklatıp bu güzel kadından biraz yemek isteyecekti!

      Dördüncü Bölüm

      Kitty Conover’ın tek mirası güzelliği, zekâsı, bir de evindeki mobilyalardı. Babası, New York’tan San Francisco’ya kadar herkesin gönlünü fetheden ünlü bir muhabirdi; yakışıklı, gamsız, cömert hatta müsrif ve oldukça sevimli bir adamdı. Annesi ise güzelliği, zekâsı ve savurganlığıyla bilinen bir komedyendi. Hal böyleyken Kitty’ye mobilyaların miras kalması bile büyük şanstı.

      Kitty yirmi dört yaşındaydı. Beden yaş aldıkça büyüyüp değişse de beyin sahip olduğu bilgilerle büyür, gelişirdi. Kitty, beynini otuzlu yaşlarda sayabilecek kadar bilgiyi özümsemiş bir genç kızdı.

      Conover öleli yirmi yıl olmuştu ve Kitty’nin hatırında onunla ilgili neredeyse hiçbir şey yoktu. Pek çok gazete yazarı gibi tedbirsiz olan Conover, ailesine karşı tek bir yükümlülüğünü yerine getirmiş; hayat sigortası yaptırmıştı ve bu sigorta, on sekiz yıl boyunca ayak bileğini sakatladığı için pek çok başarıya imza attığı sahnelere bir daha geri dönemeyen annesi ve Kitty’nin geçimlerini sağlamasına yardımcı olmuştu. Kitty’nin taparcasına sevdiği annesi 1915’te vefat etmişti.

      Geriye sadece cenaze masrafları ve faturaları ödemeye yetecek bir meblağ kalmış; sigorta ödemesi, Bayan Conover’ın vefatıyla sonlanmıştı. Kitty, kimsenin ilgi göstermediği öyküler yazmayı bırakıp bir işe girmesi gerektiğini fark edince, babasının hâlâ efsane olarak anıldığı gazeteye giderek iş başvurusunda bulunmuştu. Doğrusu başvurduğu pozisyon bir hayır işiydi ancak Kitty bunu bilmiyordu ve gazetenin tuzağına düşmüştü. Gazete onun çok fazla ünlü oyuncu tanıdığı olduğunu keşfedince, Kitty’yi öykücü olarak şaşırtıcı başarılara imza atacağı tiyatro bölümüne almıştı. Böylece Kitty, orada pazar sayısının tiyatro bölümünde editör yardımcılığı yaparak her pazartesi on dolarlık ödemesini bir zarfın içinde almaya başlamıştı.

      Hâlâ ailesiyle oturduğu evdeydi, ne de olsa yaşanmışlıklar vardı. O evde doğmuştu ve en mutlu günleri orada geçmişti. Yalnızlığın pasına dayanıklı o eşsiz kadınlardan biri olarak, tek başına, kimseden yardım almadan yaşıyordu. Günlük aktiviteleri başkalarıyla beraber olmaktan keyif alan yanını tatmin ediyor, evdeki sessizlik onu çoğunlukla rahatlatıyordu.

      Bunların yanı sıra öngörü sahibi olan Kitty, insanın kenarda bir miktar parası olmasının dünyadaki en tatmin edici şey olduğunu da öğrenmişti. Ofislerinde homurdanan fatura tahsildarlarına sigorta kontrolü yaptırmak için annesiyle o kadar uğraşmıştı ki, fakir olmaması gerektiğine karar vermişti.