Harold MacGrath

Tehlikeli Zümrütler


Скачать книгу

eşit imkân tanımasıdır. Doğu ve Güneydoğu Avrupa’da çok az kişi hile yapmadan iskambil oynayabilir. Ama o elmaslara, tehlike davullarına ne olduğunu öğrenmek için çok şey verirdim. Muhtemelen parçalanıp karatlar halinde satılacaklar. Bütün aile bir gecede yok oldu… Yarın benimle öğle yemeği yer misin?”

      “Memnuniyetle.”

      “Pekâlâ, on iki buçukta uğrarım. Planı değiştirecek bir şey olursa telefon numaram burada yazılı. Vaftiz babası olacaksam görevime hemen başlayabilirim.”

      “Tehlike davulları, ne kadar da akıldan çıkmayan bir ifade!”

      “Taşlar da öyle Kitty. Sırf onları elime aldım diye bacaklarım haşat olmuş halde uyudum. Bunu unutamam. Biz batılılar, doğululara ve onların batıl inançlarına gülüyoruz. Lanete inanmıyoruz. Ama yemin ederim ki o zümrütler lanetliydi!”

      “Saçmalık!” diye mırıldandı Burlingame. “Zırvalama! Değerli taşları uğursuzlaştıran açgözlülükten başka bir şey değil, bu kadar basit. Yapay elmaslı bir toka kadar değersiz bir şeyi eline alsaydın da o at sana çarpacaktı. Paranın cazibesini ortadan kaldırsan, değerli taşlar cam kadar bile para etmez.”

      “Öyle mi? Peki bana ne diyorsun? Taşı istememe sebep olan şey onun değerli olması değil. Onu saf güzelliği, zihnimde canlandırdığı muazzam manzara için istiyorum. Taşın çıkarıldığı andan benim elime gelene kadar geçen süreçte neler olduğunu hayal ediyorum. Benim için, tüm gerçek koleksiyoncular için bu taşların dünyevi değeri sıfırdır. Görmüyor musun? Eğer sen de paraya, aşka, trajediye ve ölüme ilk kez rastlamış olsaydın Balzac’ın Tılsımlı Derisi senin için ne anlam ifade ederdi? İşte taşların da benim için anlamı büyük.”

      Bürodaki çalışanlardan biri bu sohbeti böldü. Şef telefondaydı ve hemen Cutty’yle konuşmak istiyordu.

      “On iki buçukta görüşürüz Kitty. Ah, bu arada,” dedi Cutty sandalyesinden kalkarken, “Davullar hakkında söylenen bir diğer şey de güzel bir kadının tehlikelere bağışıklığı olduğu.”

      “Şanslısın Kitty,” dedi Burlingame.

      “Ne yani, ben güzel miyim?” diye sordu Kitty çekingen bir şekilde.

      “Tanrı hafifmeşrep kızları seviyor!” diye haykırdı Cutty. “Mouquin’s olur mu?”

      “Olur.”

      “Tanıdığım en büyüleyici adam. Herkesi ve her şeyi bilen bir adamla dünyayı dolaşmak ne keyifli olurdu. Küçükken ona feci halde âşıktım; aman ha sakın sırrımı ele vereyim deme,” dedi Kitty, Cutty ofisten çıktıktan sonra.

      “Muhtemelen bu gece kâbus göreceksin. Dürüst olmam gerekirse bence o delikte tek başına yaşamamalısın. Cutty birçok şey görmüş,” dedi Burlingame ve konuşmaya devam etti: “Beyaz bir adamın görmemesi gereken şeyler… Vurulmuş, hayvanların saldırısına uğramış, mahsur kalmış, denizde mayın saldırısına uğramış, Fuzzy-Wuzzy7 tarafından esir alınmış. Sıradan bir insan yorgunluktan ölürdü. Cutty bir goril kadar sert ve güçlü, bir kedi kadar aktif bir adamdır. Ancak bu mücevherler konusundaki batıl inancı tamamen saçmalık. Tuhaf ama yine de bir yakut veya zümrüt görme umuduyla dünyanın yarısını dolaşacak. Gerçek bir koleksiyoncunun pırlantaya bir kuruş bile değer vermediğini, adi olduğunu söylüyor.”

      “Bir hanımefendinin sol elinin yüzük parmağındaki halini saymazsak tabii… Çünkü orada son derece görkemli görünüyorlar.”

      “Oho! Şey, umarım senin tektaşın Koh-i-noor8 kadar büyük olur.”

      “Teşekkür ederim! Uygun bir eş de dilersen iyi olur.”

      Kitty altıya çeyrek kala ofisten ayrıldı. “Tehlike davulları” tabiri zihnini kurcalayıp duruyordu. Sırtında bir ürperti hissetti. Para, aşk, trajedi, ölüm! Şehrin sokaklarından başka hiçbir şey görmediği bu korkunç ve muhteşem koca dünya, birden ona bambaşka bir bakış açısı kazandırmıştı. Artık neden para biriktirip durduğunu anlamıştı, seyahat edecekti. Bine ulaşır ulaşmaz bambaşka bir yere gidecekti. Geceleri yerlilerin davullarını duymak için can atıyordu.

      Bu arzu aklına düştüğü anda kulağına yeni bir ses geldi. Trenin tekerlekleri çarpmaya başlamıştı, Tumpi-tum-tump! Tumpi-tumtump! Saçmalık! Akşam gazetesini açıp moda, tiyatro ve karikatür sayfalarına göz attı. Bir kadın olduğundan, dünyadan haberler kısmı en son dikkatini çeken bölüm oluyordu. Ön sayfada Albany’de meydana gelen tuhaf bir olaydan bahsediyordu, bir oteldeki gizemli müşteriler kavga edip sabahın erken saatlerinde otelden kaçmıştı. Birkaç bin dolar değerinde mücevherlerle dolu bir kutu ve madalyalar odada unutulmuştu. Polis, müşterilerin Bolşevik olduğunu söylemişti; tıpkı araba haydutlarının birkaç yıl önce anlayamadıkları bir şeyle karşılaştıklarında açıkladıkları gibi. Hepsi kraliyete veya yarı kraliyete ait olduğu anlaşılan madalyalar, federal yetkililere teslim edilmişti. Öğle saatlerine kadar misafirlerin ikisi de otele geri dönmemiş, hatta bir tanesi şapkası ve paltosunu bırakarak kaçmıştı. Ama eşyalar arasında kimliklerini ele veren hiçbir şey yoktu.

      “Yağma!” diye mırıldandı Kitty. “Dünyanın tüm pisliği yüzeye çıkıyor,” dedi Cutty’nin sözüne atıfta bulunarak. Odalarında ve bodrum katlarda korkunç bir şekilde ölen genç kızları düşündü, “Zavallılar!”

      Kitty daha cana yakın mahalleler aramaya başlamıştı. Dairelerde çok fazla yabancı yaşıyordu ve hiçbiri iyi bir komşu değildi. Son zamanlarda sürekli askıda çamaşırlar vardı, sürekli sarımsak kokuyordu ve koridorlarda sürekli koşuşturan çocuklar oluyordu. Onun ve annesinin tanıdığı ailelerin hepsi taşınmıştı ve Kitty belki de bu mahallenin en eski sakiniydi.

      Oturma odası Sekseninci Cadde’ye; yatak odaları, yemek odası ve mutfak ise avluya bakıyordu. Mutfaktan avlunun üç tarafını da çevreleyen yangın merdivenine çıkış vardı.

      Binadaki kiracılardan sadece bir kişiyi, karşı dairesinde oturan Gregory adındaki yaşlı adamı tanıyordu. Bu tanışıklık hiçbir zaman arkadaşlığa dönüşmemişti ama bazen Kitty ondan bir yumurta istiyor, komşusu da ondan şeker alıyordu. Yaz aylarında gece pencereleri açıkken sık sık avluda süzülen bir kemanın sesi duyulurdu. Polonya, Rus ve Macar ezgilerinin hep trajik bir tınısı olurdu; bunlar konserlerde rastlamadığı melodiler değildi ancak bir keresinde komşusunun Tayland taraflarına ait bir şeyler çaldığına ve yarıda kestiğine kulak misafiri olmuştu. İşte o gün adamın bu işte usta olduğuna inanmıştı. İyi müziğe bayılırdı. Bir gün Gregory’ye otelde hizmetçilik yapmak yerine neden müzik öğretmeni olmadığını sormuştu. Verdiği cevap aydınlatıcıydı, giysileri ütülemek bedenini yoran bir işti ama her gün acemi birinin yayından dökülen ıstıraplı melodiyi dinlemek zorunda kalmak ruhunu yıpratırdı. Kitty’nin yalnızlığının bir sebebi de gururuydu. Söz konusu arkadaşsa bir sürü arkadaşı vardı ancak karşılığını veremeyeceğini fark ettiğinden onların misafirperverliğini nadiren kabul ediyordu. Evine hiçbir erkek uğramazdı çünkü kimseyi davet etmezdi. Ancak bütün bunlar buradan taşındığında değişecekti. Işığı yaktığında yerde bir zarf gördü. Pulsuzdu, belli ki kapının altından atılmıştı. Zarfı açarak monotonluktan karmaşaya adım atmış oldu.

      Sevgili Bayan Conover;

      Eğer başıma bir şey gelirse, dairemde ne var ne yoksa hepsini size bırakıyorum.

STEPHEN GREGORY

      Tam olarak ne yazdığından iyice emin olabilmek için mektubu onlarca kez okudu. Hasta olabilirdi. Akşam yemeğini pişirdikten sonra uğrayıp kontrol ederdi. Zavallı