iki özelliğe de sahipti. Her zaman ışık saçan, ara ara altın sarısı tonları olan kahverengi saçları; kâküllerinin altında parlayan arduvaz mavisi gözleri; açık renkli teni ve sağlıklı, düzgün fizikli vücudu… Parıldayan bir zekâyla süslenmiş bu güzellik Kitty’yi erkekler için çekici hale getiriyordu.
Sevgilisi yoktu. Ergenlik günlerinden sonra erkeklerle ilgilenmeyi bırakmıştı. Buradan, artık onlarla olmamaya karar verdiği anlaşılabilirdi ancak bu doğru değildi. Son derece romantik bir kadındı, ya büyük bir tutkuyla bağlanacağı kişiyle olmayı bekleyecekti ya da bu yolu yalnız yürüyecekti. Deneme yanılma yöntemi onun için uygun değildi. Tanıştığı her yeni erkeği ölçüp biçiyor, onda evlilik için bir aday olmasını engelleyen bir kusur mutlaka buluyordu. Ayrıca erkekleri inceleme ve onlarla ilgili bir kanaate varma konusunda olağanüstü yeteneği, sıradan bir kadının ancak nikâh masasına oturduktan sonra keşfedebileceği eril safhaları çoktan keşfetmesine yardımcı olmuştu. Romantikliğinden şüphe duymuyor, ihtiyatlı davranmasını sağduyulu oluşuna bağlıyordu.
Genç ve güzel bir kadının kendisine gelen ateşli yakınlaşma tekliflerini etrafına havadan bir duvar örmek zorunda kalmadan başından atarak çalışabileceği bir yer varsa, o da bir metropolün yazı işleri odasıydı.
Âşık olmak için boş zaman gerekirdi ve sadece ofis elemanlarının boş zaman denebilecek kadar serbest zamanı vardı.
Kitty’nin masası, tiyatro bölümünün editörü, son derece bilgili ve beyefendi bir adam olan Burlingame’in masasıyla karşı karşıyaydı. Burlingame onu dinlemeyi seviyor, konuşması için sık sık tuzağa düşürüyordu. Bu sayede geniş bilgi yelpazesinin dışında kalan tiyatrocular hakkında bilgi sahibi oluyordu.
Sabahtan beri New York’un üzerinde dağınık bir sis vardı. Kitty pazar ekini bitirmekle meşguldü, Burlingame düzeltmeleri okuyordu. Gün boyunca tiyatrocular bu küçücük odaya girip çıkmıştı ve nihayet ortam sakinleşmişti. Ama beklenmedik bir şey oldu. Kapı açıldı ve demir grisi saçlarıyla bir adam içeri girdi.
“Kalabalık etmiş olur muyum?”
“Tanrım hayır!” diye bağırdı Burlingame elindeki kâğıtları bir kenara koyarken. “Gel Cutty.”
Ünlü savaş muhabiri içeri girdi ve minnetle iç çekerek oturdu. Cutty takma adıydı, Hıristiyan âleminin en kötü görünen ve en kötü kokan piposunu her yere taşıyıp kendisine izin verilen her yerde tüttürdüğünden ona bu piponun adını takmışlardı. Fark etmemiş olabilirsiniz ama birine takma ad takmak, dostuna onu sevdiğini söylemenin Anglosaksonlara özgü bir yoluydu. Takma adı Cutty’ydi ancak sadece yakın çevresi bunu böyle biliyordu; tüm dünya, başkanlar, krallar, büyükelçiler, generaller ve sermayeciler onu başka bir isimle tanıyordu. Onu Kraliyet Coğrafya Topluluğu’nun bir üyesi olarak; seyahatten mücevhere, mücevherden davullara pek çok farklı konudaki eşsiz kitabın baş sayfasında; dergilerde, gazetelerde ve Londra’nın ünlü kulübü Savage ile New York’un ünlü kulübü Lambs’in üye listelerinde görebilirdiniz. Ancak bu hikâyede asla öğrenemeyeceksiniz çünkü onun adını, boynuna tütün kesesi asan genç bir adamla hayatının kesiştiği bu olağandışı maceraya yazmak haksızlık olurdu. Cutty, dirseklerini belirginleştiren sandalyede oturduğu zamanlar dışında yeterince zarif, uzun ve sıska bir adamdı; hava koşulları nedeniyle yıpranmış, denizcileri andıran kızarıklıkta bir ten rengi vardı; gözleri masmaviydi, alnı bir düşünürü, ağzı ise mizah yazarlarını aratmayacak türdendi. Bir kadın, bir erkek başka bir erkeği yakışıklı olarak tanımladığında aslında onun mertliğinden bahsetmek istediğini bilirdi. Cutty de erkekler arasında yakışıklı olarak biliniyordu. Kitty düşünceli davranarak ayağa kalktı ve taslağını topladı.
“Hayır, otur Kitty! Burly’dense seninle konuşmayı tercih ederim. Bana hep babanı hatırlatıyorsun. En iyi dostumdu. Tıpkı onun gibi gülüyorsun. Annen sana bu yaşlı Cutty’nin vaftiz baban olduğunu söylemiş miydi?”
“Vay be!”
“Gerçekten. Babana sana göz kulak olacağımı söyledim.”
“Şimdiye kadar epey göz kulak olmuşsun,” diye alay etti Burlingame.
“Elimde değildi. Yine de Balkanlar’a dönene kadar onunla ilgilenebilirim.”
Kitty sevinçle gülümsedi ve yerine oturdu, belki biraz da heyecanlanmıştı. Cutty’ye her zaman uzaktan, utangaç bir hayranlık beslemişti. Eskiden ayda yılda bir onlara çay içmeye gelir, o ve annesi öğleden sonranın geri kalanını Tommy Conover’ın sevilen özelliklerinden bahsederek geçirirlerdi.
Savaş boyunca Kitty onu yalnızca iki kez görmüştü.
“Arada sırada beni dinleyecek birilerini bulmak zorunda kalıyorum,” diyerek söze girdi. “Ciddiyim. Kalabalıktan, dinleyicilerden nefret ederdim; her yerden binlerce kilometre uzakta, açık bir teknede geçen on gün beni sosyalleştirdi. Her zaman yanımda biri olsun istiyorum ve yatağa girip uyumaktan nefret ediyorum, ki bu elli beş yaşındaki bir adam için bir sorun.” Cutty’nin gemisi mayın saldırısına uğramıştı.
Yorgun gözleri, havanın soğuğundan kıpkırmızı olmuş yüzü, uzun ve zayıf vücuduyla, Kitty onun tembel bir adam gibi göründüğünü düşünüyordu. Aslında onun muazzam derecede zinde ve dayanıklı bir adam olduğunu biliyordu. Hem kartallar da tünediklerinde hantal ve neredeyse gözleri kapalı gibi görünmez miydi? Bu adamın dünya üzerinde gidip incelemediği bir köşe olup olmadığını merak etti.
Kırk yıldır taptığı iki şey vardı, söylentiler ve savaşlar. Otuz yıl boyunca telgrafların kölesi olmuştu. Şimdi bile büyük bir yangının patlak verdiği ve hâlâ incelenmesi gereken tehdit edici korların olduğu Balkanlar’a dönmeye hazırlanıyordu.
Cutty’yi Amerika’da pek bilen yoktu, onun ünü Avrupa’daydı. Dünyevi mallarla donatılmayı sevdiği için bu topa girmişti. Güneydoğu Avrupa’nın dilleri üzerinde uzmanlaşmış, nadir başarılara imza atmış bir dilbilimciydi. Bir oradaydı, bir burada. Öngörüsü o kadar güçlüydü ki nadiren ona bir yere gitmesi emredilirdi, emir geldiğinde genellikle olay yerine çok önceden intikal etmiş olurdu.
Sosyalizm ve onun şaşırtıcı sonuçlarıyla ilgiliydi ancak bu analitik bir öğrenci olmanın ötesine geçmezdi. Herhangi bir ortama kolaylıkla uyum sağlayabilir, öğleden sonra bir başbakanla röportaj yapıp aynı akşam başbakanı havaya uçurma planları yapan bir anarşistle ekmeğini bölüşebilirdi.
Burlingame, Kitty’nin hoşuna gitmesi için üstü kapalı bir biçimde sık sık Cutty’nin parlak zekâsının şaşırtıcı ve renkli yönlerini ortaya çıkarırdı. Cutty değerli taşlar ve topladığı davullar konusunda yetkiliydi ve yazılar yazardı.
Dünyanın en iyi krisopraz koleksiyonlarından birine sahipti. Tıpkı bir üzüm posası kadar yeşil rengi ve emsalsiz oluşu, ona bu yarı değerli taşları sevdirmişti. Kitty, kadınlara karşı genellikle kayıtsız davranan Cutty’nin, ünlü güzellerin büyük boyutlardaki fotoğraflarının ve cilalanmış krisoprazın bulunduğu bir kutuyu yanında taşıdığını Burlingame’den öğrenmişti. Ne zaman beyni karmaşık bir siyasi bulmacayı çözmeye çalışsa, Cutty masanın üzerine bir fotoğraf koyar, sonra da fotoğraftaki kadının boynunu dudak uçuklatan kolyelerle, başını ise muhteşem taçlarla süslerdi.
Ayrıca davul koleksiyoncusuydu. Şehrin göbeğinde, bir ofis binasındaki dairesinin duvarları davul çeşitleriyle doluydu; savaş davulları, dans davulları, şölen tapınaklarındaki davullar, eski ve yeni hatta Kitty’nin de anımsadığı, bazıları korkunç görünen nesneler vardı.
Cutty onun anne ve babasını yakından tanısa da Kitty onun için nispeten yabancıydı. Onu belki on-on iki kez gördüğünü hatırlıyordu. Utangaç bir