Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ÇIPLAK CESET


Скачать книгу

er

      ÇIPLAK CESET

Yazarın Yayınevimizden Çıkan Kitapları

      ATEŞ ETME İSTANBUL

      BEYAZ ELDİVEN SARI ZARF

      BİN LOTLUK CESET

      BİR ŞAPKA BİR TABANCA

      KRAMPONLU CESET

      SON CESET

      YENİK VE YALNIZ

      SEN ÖLÜRSÜN BEN YAŞARIM

      ROL ÇALAN CESET

      GENÇ YAZARLAR İÇİN HİKÂYE ANLATICILIĞI KILAVUZU

      Sevgili babamın anısına…

      ve keşke Fatih okuyabilseydi.

      1. Bölüm

      Cessna Skylane RG uçağımla Chicago O’Hare Uluslararası Havalimanı’na inişe geçmişken içeriden telefon çaldı. Açık pencereden gelen rüzgâr, motorun sesi ve tam o sırada indirdiğim tekerleklerin gürültüsü önce telefonun zırlamasını algılamamı engelledi. Gözüm altimetre ile vertical speed indicator arasında, kendimden intikam almaya çalışır gibi kurallara uygun bir iniş yapmaya uğraşırken soğuyan neskafemden bir yudum aldım. Görünürlerde başka uçak yoktu.

      Pisti ortaladığımı sanırken ani bir yan rüzgâr küçük uçağımı şiddetle salladı. Gazı bir kıl daha kestim. İkinci kez çalan telefonu öfkeyle algıladım, umursamadım. Uçağın burnunu biraz yukarı kaldırdım. Hızım her zamanki gibi fazlaydı. Biraz gaz kestim.

      Telefonun sesini üçüncü kez duyduğumda küfrettim. Adam gibi bir iniş yapmamı engellemeye çalışan düşüncesiz beklemeliydi. Daha da gaz kestim. Uçağım beni panikletecek ölçüde büyük bir yunuslama hareketine girdi. Tekrar gaz verdim.

      Avuçlarım hafif terlemişti. Canım sigara istiyordu ama zamanım yoktu. Gitgide yaklaşan piste göre burnunu biraz daha kaldırdım. Fazla geldi ya da ben öyle sandım. İndirdim. Artık göstergelere bakmıyordum. Bakmalıydım ama bakmıyordum. Binlerce kez uçak indirmekle oluşan içgüdüyü bile yenen bir panikle bu kez yeniden kaldırdım.

      Pist altımdaydı. Hızım fazlaydı. Gazı sonuna kadar kıstım. Erken gelen stall uyarı sinyalinin sesi dördüncü kez çalan telefona karıştı. “Dur lan bir dakika…” dedim telefona.

      Altımda, saniyeler geçtikçe daha da kısalan pisti kaçırmamak için uçağın burnunu hızla indirdim. Yapmamalıydım. Tekerleklerin piste teması sert oldu. Çok sert. Önce uçağın camında çatlaklar belirdi, sonra müthiş bir gürültü ve en son olarak ekranın en altında “You have crashed!” yazısı.

      Zavallı Cessna’m gözlerimin önünde parçalara ayrılırken, beşinci kez çalan telefonun sesiyle birlikte bilgisayarın önünden kalktım, içeriye koştum.

      Telefonu kaldırıp, “Efendim?…” diye havladım.

      Arayan belki de umudu kesmişti, bir süre ses gelmedi karşımdan. Sonra İstanbul dışı, kalınca bir kadın sesi duydum:

      “Remzi Ünal… Remzi Ünal’la mı görüşüyorum?”

      “Evet, Remzi Ünal,” dedim. Remzi Ünal… Şu, Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendine saygısı olan hiçbir “frequent flyer”ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf çartır şirketlerinde bile tutunamayan, sayenizde MS Flight Simulator’ın Cessna’sını bile adam gibi indirmekten âciz eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal…

      “Yusuf Bey’i bağlıyorum fem.” Kadın seyrettiği bir filmde böyle konuşan bir sekreterle özdeşleşmişti anlaşılan.

      “Yusuf Bey de kim?”

      Karşımdaki ses kendine güvenini kaybetti birden.

      “Remzi Bey’le mi görüşüyorum?” dedi yeniden.

      “Evet,” dedim. “Remzi Ünal…” Şu…

      “Yusuf Sarı’yı bağlıyorum fem,” diye topu patronuna attı çok ve yanlış filmler izleyen bir sekreter olduğunu anladığım İstanbul dışı sesli kadın.

      Dahili hatlar arası garip sesleri dinleyerek bekledim. Telefonun yanındaki koltuğa oturup ayaklarımı pufa uzattım.

      ”Aloooo…” dedi daha da İstanbul dışı bir erkek sesi. Benzerini son kez otomobilimi satarken beni kazıklamayı denediğine az buçuk pişman olan komisyoncuda duymuştum.

      “Aloooo…” dedim cevaben.

      “Remzi Ünal’la mı görüşüyorum?”

      “Buyurun, benim…”

      “Gardaş sen özel dedektifmişsin, öyle mi?” dedi telefondaki ses.

      “Evet,” dedim. Süleyman Demirel’in veto ettiği yasa Meclis’te yeniden kabul edildiğinden beri… Biraz uyarak, biraz uymayarak…

      “İyi hafiye misin bari?” dedi adam.

      “Numaramı nerden aldınız?” diye sordum cevap yerine.

      “Hürriyet’te ilanın vardı geçende. Diğerlerinden farklıydı. Bunu arayalım bari dedim.”

      Aferin lan dedim içimden reklam ajansı sahibi arkadaşıma. Ben onun müşterilerinden birini dolandıran korsan dergicileri bulmuştum yeni, o da karşılığında kıyak bir ilan çıkartıyordu gazetede benim için, özel indirimli.

      “Tamam,” dedim. “Doğru yerdesiniz.”

      “O zaman İbo’yu bul bana gardaş…” dedi.

      “İbo da kim?”

      “İbo yeğenim. İstanbul’daydı. Kaç gündür haber yok.”

      Sesinin İstanbul dışılığı şimdi anlam kazanmıştı. İstanbul’da kendisinden kaç gündür haber alınmayan kaç taşralı yeğen, oğul, kardeş, baba, koca, dayızade, emmioğlu olduğunu kim bilebilirdi?

      “Nerden arıyorsunuz?”

      “Tarsus’tan gardaş…”

      Tarsus’u severdim. Ömrümün dört yılı orada geçmişti. Okulun bahçesi akşamüstleri turunç kokardı. Sesimi yatılı yıllarından kalan “bilader” moduna geçirdim.

      “Buluruz hele bilader,” dedim. “Ama telefonda zor…”

      “Atla gel gardaş,” dedi adam. Sesimdeki değişime sevinmiş gibiydi.

      “Dur bakalım…” dedim. Tarsus Marsus, işi sağlama bağlamadan şurdan şuraya adım atmamayı öğrenmiştim. “Şunu baştan alalım. Adın neydi?”

      “Yusuf Sarı gardaş. İbo yeğenim. İbrahim Sarı.”

      “Gerçek yeğenin mi?”

      “Gerçek yeğenim gardaş… Babası öldü, bana emanet.”

      “Senin İbo, İstanbul’da ne yapıyor?”

      “Okuyor, Boğaziçi’nde. Sosyoloji. Ne çıkacaksa…”

      Boğaziçi Üniversitesi evime çok yakındı.

      “Boğaziçi’nde okuyanın aklı havada olur,” dedim. “Kıza mıza takılmıştır, boşuna telaş ediyor olmayasın?”

      Adam dediklerimi tartar gibi bir iki duraladı. Sonra karar verdi:

      “Yok gardaş, İbo sağlam delikanlıdır. Her hafta gelir. İki günde bir konuşuruz. Bu sefer bir hafta ses çıkmayınca işkillendim. Beraber kaldığı arkadaşlarına telefon açtım. Onlar da görmemişler.”

      Bu sefer duralama sırası bendeydi. Açık konuşmalıydım:

      “Siyasi bir durum olmasın sakın?”

      Yasa bir yana, kendimle ilgili endişelerim, üstleneceğim herhangi bir işte, siyasetin “s”sinin bulunmasını engelliyordu. İnsanlar dilediklerini düşünebilirlerdi, ben de dilediğimi düşünürdüm. Ama birilerinin düşündükleri ile yaptıkları arasındaki ince çizgi sonucu başlarına gelebilecek herhangi bir şey konusunda sorumluluk alamazdım.

      Yusuf Sarı’nın bu konudaki cevabı hemen geldi.

      “Yok