Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ROL ÇALAN CESET


Скачать книгу

birini yerden tavana kadar yükselen bir kütüphane kaplıyordu. Tıklım tıklım kitaplarla doluydu. En az otuz yıl önce ciltlendiği belli kitaplarla dolu geniş bir rafın önündeki boşluğa antika bir kılıç konmuştu. Kınsız, pırıl pırıl bir kılıç… Odanın ortasında ayaklı, çok gelişmiş bir teleskop vardı. Kütüphanenin karşısındaki duvarı Boğaz’ın o noktadan panoramik çekilip büyütülmüş siyah beyaz bir fotoğrafı kaplıyordu. Teleskopun namlusu Dolmabahçe Sarayı’na çevrilmişti.

      Sigaramın külünü karşılıklı duran iki koltuğun arasındaki sehpanın üzerindeki kül tablasına silkip camın önüne yürüdüm. Yerdeki bir karışlık duvardan tavana kadar uzanan kesintisiz bir camın arkasındaydı dışarıdaki dünya. Metrelerce aşağıda küçük bir süs havuzu vardı.

      Geri döndüm. Aysu Arabacı antika kılıcın alındığı yerden alınmışa benzer koltukların manzaraya bakanına oturmuştu bile. Kız kardeşi kapının hemen yanındaki duvara yaslanmış, ayakta duruyordu.

      Aysu Arabacı şampanyasından bir yudum daha aldı. İkisi de bana bakıyorlardı şimdi.

      Sanki çok önemli olmayan bir konuyu açıklar gibi konuştum.

      “Erol o mektubu geri almışmış meğer,” dedim.

      Kızların ikisinin de ağzından aynı anda küçük birer şaşkınlık nidası çıktı. Aylin Arabacı’nınki daha bir kontrollüydü sanki. Ablası arkamdaki manzaraya bakıyor gibiydi. Sonra, hadi sen sor der gibi kardeşine çevirdi bakışlarını.

      “Sizde mi şimdi mektup?” dedi Aylin Arabacı, beklediğimden daha sakin bir sesle. Sigarasını yere atıp üstüne bastı. O kadar sakin değildi demek ki.

      “Emin bir yerde,” dedim. Öyleydi gerçekten.

      “Oku… okudunuz mu?” diye ekledi sonra.

      “Hayır,” dedim. Bu yalandı. Büyük bir yalan.

      Aysu Arabacı bu kez kocaman bir yudum aldı şampanyasından. Sonra nasıl olup da hızla bittiğini anlamak ister gibi evirip çevirdi elinde kadehi.

      “Şimdi ne olacak?” dedi bana bakıp.

      “Kardeşiniz bir karar verecek,” dedim. Artık iyice küçülmüş sigaramı sehpadaki kül tablasına bastırdım. Doğrulduğumda devam ettim. “Mektubu okumayı isteyip istemediğine karar verecek. Zor bir karar biliyorum ama…”

      “Artık bir anlamı var mı emin değilim,” diye sözümü kesti Aysu Arabacı. “Aslında ölen öldü, kalan sağlar bizimdir durumu bir bakıma.” Sonra ekledi. “Pardon Aylin.”

      Aylin Arabacı duvara yaslanmaya devam ediyordu. Belki de düşmemek için. Yüzünün renginde bir değişiklik görmedim ama.

      “Boşuna mı öldü bu çocuk?” dedi sımsıkı kapalı gibi duran dudaklarının arasından. Sanki ablasına değil bana cevap veriyordu. “Ne zaman okuyabilirim?”

      Bu sorunun bana sorulduğu açıktı.

      Ama cevap veremedim.

      Birden kapı açıldı. Üçümüz de içeri girene baktık.

      Halim Kırbaç, sanki Gözetleme Odası’nda üçümüzü alt alta üst üste yakalayacağından eminmiş gibi bir gülümsemeyle girmişti odaya. Elinde bir viski kadehi vardı. Kravatını gevşetmiş, tombul yüzü hafif kızarmıştı. Başının tepesinde iyiden iyiye açılmış kısımda ufak ter damlaları parlıyordu. Fazla kilolarını saklamayı başaramayan siyah bir takım elbise giymişti.

      “Ne oluyor burada?” dedi, parti şaklabanı tavrıyla. “Ne konuşuyorsunuz gizli gizli kapanmış?” Bir bana, bir Aylin Arabacı’ya, bir de onu görür görmez yüzünü buruşturan nişanlısına baktı.

      Kimse espri yapmayınca yüzü ciddileşti.

      “Aysu, bir durum mu var?” dedi.

      “Remzi Bey, Erol’un mektubunu bulmuş,” dedi Aysu Arabacı. “Aylin’in bu saatten sonra okumasına gerek olup olmadığını konuşuyorduk.”

      “Yok,” dedi Aylin Arabacı. “Onu konuşmuyorduk. Ben mektubu ne zaman okuyabileceğimi sormuştum Remzi Bey’e.”

      “Emin misiniz?” dedim.

      “Aylin!” dedi Aysu Arabacı.

      Halim Kırbaç’tan ses çıkmadı.

      Aylin Arabacı başını ablasına çevirmeden dimdik gözlerime baktı. Cevabımı bekliyordu. Üç kişilik bir cevap düşündüm:

      “Mektubu bana okutmaya söz verirseniz, hemen.”

      “Hani yanınızda değildi?” dedi Aysu Arabacı.

      “Yanımda değil,” dedim. Doğruydu bu.

      “Esrarengiz özel dedektif numaraları…” dedi Halim Kırbaç ağzının içinden. Ona cevap vermedim. Ben de Aysu Arabacı’nın gözlerine baktım dik dik.

      “Olan oldu artık,” dedi Aysu Arabacı. “O kadar uğraştınız mektubu bulmaya, okumak da hakkınızdır herhalde. Benim açımdan sorun yok.”

      “Benim açımdan var,” dedi Aysu Arabacı.

      Eliyle şampanya kadehini olduğu yerden biraz ileriye itip içeri girdiğimizden beri oturduğu koltuktan kalktı. Önemli bir replik söylemeye hazırlanan bir tiyatro oyuncusu gibi ağır ağır adımlar attı teleskopa doğru. Hepimiz ona bakıyorduk. Teleskopun pırıl pırıl parlayan gövdesine elini sürdü. Gördüklerini beğenmemiş bir ev kadını gibi parmaklarında toplanmasını beklediği toza baktı.

      “Ailemizin gizli kalması gereken sırlarını öğrenmekle ne kazanacaksınız Remzi Bey, anlamıyorum?” dedi bana bakmadan.

      Sırası geliyordu yavaş yavaş. Ben de onun kalktığı koltuğa sessizce oturan Halim Kırbaç’a bakmadan konuştum.

      “Önünde sonunda polisle sohbet etmeye mecbur kalabilirim,” dedim. “O saat geldiğinde söyleyecek makul bir şeylerim olsun isterim.”

      “Polis de nereden çıktı şimdi?” dedi Halim Kırbaç. Elindeki viski kadehini inceliyor gibiydi.

      Bu kez baktım yüzüne.

      “Erol’un kalp krizinden ölmediğini unutmayın,” dedim. “Onların da kendilerine göre bir itibarları var.”

      “Eee, ne olmuş?” dedi Halim Kırbaç.

      Aysu Arabacı bir nişanlısının bir benim yüzüme bakıyordu şimdi. Ağır ağır gerileyerek kütüphanenin yanına gelmiş, kolunun birini destek almak ister gibi yaslamıştı rafa.

      “Olmuşu şu,” dedim. “Bugün yarın, neymiş şu meşhur mektup hikâyesi diye kapıya dayanabilirler. Aranızdan birinin benden söz etmeyeceğini nereden bileyim?”

      “Polis daha çok Erol’un iş durumu üzerinde duruyordu intiharını açıklamak için,” dedi Halim Kırbaç. “Aylin’le bile doğru dürüst konuşmadılar. Kendinizi biraz fazla önemsemiyor musunuz?”

      Bunun bir kışkırtma olup olmadığı üzerine kafa yormadım.

      “Polisin neyin üzerinde duracağı belli olmaz,” dedim. Söyleyeceklerimin daha etkili olması için bir an durakladım. İşe yaradı sessizlik. Üçü de bana baktı devam edeyim diye.

      “Üstelik benden önce bu evden birisi onlarla konuşmuş bile,” dedim sözcüklerin her birini ağır ağır vurgulayarak. “Sıra bana geldiğinde ayağımı bastığım yer sağlam olsun isterim.”

      Üç hareket de aynı anda oldu. Halim Kırbaç elini alnına vurdu. Aylin Arabacı düğmelerinin tümü iliklenmemiş uzun eteğinin altındaki bacakları kendisini taşıyamıyormuş gibi çöktü duvarın dibine. Aysu