Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ROL ÇALAN CESET


Скачать книгу

ayrıntıyı sormaya gitti. Yerimden kıpırdamamalıydım. Kıpırdarsam benim ne zaman sınava gireceğim gündeme gelirdi.

      O çalışmanın sonunda ben düşmedim. Yeteri kadar düşmüştüm bugünlerde.

      Soyunma odasında sessizliğimi korudum. Çıplak erkekler arasında yapılan esprilere gülmedim. Ağır ağır, sanki giyindikten sonra yapacak hiçbir işim yokmuş gibi giyindim. Yoktu da zaten. Benden önce giyinen ekibin çıkarken yukarıda bir bira içme önerisini reddettim. Çok kısa ve çok keskin sözcüklerle reddettiğim için, önerilerini yinelemeden çekip gittiler. Reklamcı arkadaşım da bana yüz vermedi. Buna alınmadım. Terden sırılsıklam gi’mi ve çamaşırlarımı tıkıştırdığım çantamı omzuma atıp halı sahada futbol oynamaya hazırlanan bir iki kişiye âdet yerini bulsun diye iyi akşamlar dedikten sonra soyunma odasını terk ettim.

      Şimdi ne yapacaksın diye sordum kendi kendime. Şimdi ne yapacaksın? Zihnimin gözünde kendimi Fashion TV seyrederken ya da bilgisayarın başında göremiyordum. Akşam oturmasına gideceğim arkadaşım yoktu. Filmden önce kısa bir haber ve aktüalite filmleri gösterme âdeti çoktan terk edildiğine göre, belki sinemaya gidebilirdim.

      Dışarı çıktığımda yerler ıslaktı. Gelgeç bir yağmur havayı temizlemiş, park yerindeki otomobillere, çevreyi aydınlatan bahçe lambalarının armağanı ışıltılar eklemişti.

      Kocaman cepli kadife safari ceketimin cebinde anahtarlarımı arayarak otomobilime doğru yürürken arkamdan hızlı adım sesleri geldi. Dönüp bakmadım.

      “Affedersiniz,” dedi ince, ama melodili bir ses. Durdum. Sonra döndüm.

      Yeni başlayan kız.

      Keyfim yerinde olsa bir ıslık çalardım. Böyle olurdu zamane genç kızları. Antrenmandan çıkıp diskoya giderlerdi. Uzun, siyah bir trençkot vardı üstünde. Önü iliklenmemişti. Fashion TV’deki kızların giydikleriyle yarışacak kısalıkta bir etek giymişti. İnce siyah çoraplar, bacaklarını içeride giydiği dar şeyden daha çok vurguluyordu. Beyaz gömleğinin üst iki düğmesi yerinde yoktu sanki. Gözlerinin rengini göremedim. İpi çekilince ağzı büzülen türden bir çanta vardı omzunda.

      “Affedersiniz,” dedi yeniden. “Beni de alır mısınız?”

      “Akmerkez’e kadar gideceğim,” dedim, hayal kırıklığına uğrar belki diye.

      “Bana uyar,” dedi bir iki adım daha yaklaşarak. “Oralardan bir taksiye atlarım.”

      “Buyurun,” dedim kapıyı açarken. Kendi kapımı. Çantamı arka koltuğa atıp içeri girdim. Yeni başlayan kız da aynısını yaptı.

      Emniyet kemerimi takıp otomobili çalıştırdım. Silecek koluna dokundum, ön camdaki yağmur artıklarını temizledim. Farları yaktım.

      “Sigara içebilir miyim?” dedi yeni başlayan kız, kendi emniyet kemerini takmaya uğraşırken. Koltuğa oturunca eteği biraz daha yukarı sıyrılmıştı. Trençkotuyla örtmedi ama.

      “Çalışmadan hemen sonra tavsiye edilmez,” dedim. “Ama bu arabada sigara yasak değil.”

      Yanımıza doğru gelen otopark görevlisine para vermek için camı indirdim. Kaset koymaya ayrılmış bölmedeki kâğıt paralardan ikisini alıp verdim delikanlıya.

      Yeni başlayan kız siyah trençkotunun cebinden bir paket Eve çıkardı. Küçükken lokomotiflere benzettiğim eski usul muhtar çakmağıyla yaktı sigarasını.

      “Ne zamandır çalışıyorsunuz?” dedi bana ilk nefesini burnundan salarken.

      “Epey oldu,” dedim. Cevabım çok mu uzun oldu diye düşündüm sonra.

      Ağır ağır otoparktan çıktık.

      Çalıştığımız “seçkin okulun mezunlar derneği”nin önündeki yol tekyönlüdür. Rumelihisarı’nın kulelerinden birinin yanından inen dar yol, daha darlaşarak kimileri restore edilmiş iki katlı evlerin arasından arkadaki çınar ağaçlı meydana ulaşır. Sokağın başındaki çukur çeşmenin çevresinde ancak bir iki otomobil koyacak kadar yer vardır.

      Biz geçerken, sokağın başındaki çukur çeşmenin çevresindeki ancak bir iki otomobil koyacak kadar yerde duran koyu renkli Range Rover’ın farları yandı. Dar yoldan ilerlerken bir çift güçlü ışık belirdi dikiz aynamda.

      “Siz özel dedektifmişsiniz…” dedi yeni başlayan kız.

      “Kim söyledi?” dedim.

      “Soyunma odasına bakan kadın.”

      Bir cevap almak için bir soru sormak gerektiğini çoktandır bildiğimi belirtmedim. Çınarlı meydana geldiğimizde hızla ilerleyip soldan Hisarüstü’ne giden yola girdim. Dikiz aynamdaki ışıklar kaybolmadı.

      Karanlık ama boş yolda hızımı biraz artırdım. Dikiz aynamdaki ışıklarla aramızdaki mesafe hiç artmadı ama.

      “Ben tiyatrocuyum,” dedi yeni başlayan kız.

      Sesimi çıkarmadım.

      “Vücudumu daha iyi kullanmama yardım eder belki diye başladım aikidoya,” dedi sonra.

      İyi dedim kendi kendime.

      “Sizce yapabilir miyim?” diye sordu.

      Bir yanıt vermem gerekiyordu.

      “Elbette,” dedim.

      Gözüm dikiz aynamdaydı. Range Rover’ın farlarında. Hisarüstü’nün anacaddesinde fazla trafik yoktu.

      “Hocanın giydiği o siyah pantolon niye herkeste yok?” dedi.

      “Ona hakama derler,” dedim. “Üst derecelerle ilgili bir tür statü göstergesi.”

      Bu uzun cümlem onu heveslendirdi galiba sohbet için.

      “Siyah kuşak falan gibi mi?”

      “Evet,” dedim.

      Range Rover, sağdaki fırının önünden hızla yola çıkıp aramıza giren kamyoneti solladı hemen.

      “Sizin niye yok?” dedi yeni başlayan kız.

      “Bunun için bir dizi sınava girmek lazım,” dedim. Ruhen de yeterli düzeye gelmek gerektiğinden bahsetmedim.

      Sigarasını ağzına kadar dolu olan kül tablasında bir yer bulup bastırdı kız. Önündeki bir dizi sınavı düşünür gibiydi. Benimse gözlerim dikiz aynası ile yol arasında gidip geliyordu.

      Hisarüstü’nü arkada bırakmış, üniversitenin kütüphanesinin önündeki banketle ayrılmış yoldan önceki ışıklara gelmiştik. Durum ortadaydı, ama arkamızdakilere bir şans daha vermeye karar verdim. Ayağımı gazdan kesip yeşil ışığın süresinin bitmesine katkıda bulundum. Yeşilin kırmızıya dönme anında tam ışıkların hizasındaydık. Durmak yerine hızlanarak devam ettim. Range Rover bir an tereddüt eder gibi oldu sanki, ama o da durmadı.

      “Bir şey mi var?” dedi yeni başlayan kız.

      “Birazdan söylerim,” dedim ağzımın içinden.

      Kütüphanenin önünden hızla geçtim. Arkamdaki farların ışıklarıyla aramızdaki mesafe biraz artar gibi oldu. Üçlü kavşakta dönüş işareti vermeden sağa döndüm.

      Kısa bir lastik cayırtısı duyuldu arkamızdan. İki saniye sonra artık tanıdık farlar yeniden dikiz aynamdaydı.

      “Biri peşinde,” dedim.

      “Emin misiniz?” dedi yeni başlayan kız geriye dönüp bakarak. Gözlerini kıstı arkamızdaki ışıklara doğru.

      “İstersen durayım, o Range Rover’a bin,” dedim.

      “Range Rover mı?” dedi.