Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ROL ÇALAN CESET


Скачать книгу

tenkan’a geçti.

      Sol kolum kılıcın üstteki keskin olmayan kenarına doğru yukarıdan aşağıya bir hamleye giriştiğinde, sağ bacağım kendiliğinden geriye gitti, bütün vücudum pivot sol bacağımın üzerinde keskin bir dönüş yaptı. Kılıcın önünden çekilmiş, kendi hızıyla yoluna devam etmeye davet etmiştim Aysu Arabacı’yı.

      Yolun devamında Boğaz manzarasını sergileyen kesintisiz cam pencere vardı yalnızca.

      Duramadı.

      Duramamasında benim tenkan kadar, Marilyn Monroe giysisinin dar etekleri de rol oynamış olabilir. Önce kılıcın ucu değdi cama. Cam kılıca direnir gibi olur. Ama ardından hızla gelen vücudun kütlesinin darbesine dayanamadı.

      Hareketim bittiğinde, sensei’nin çalışmalarda hep vurguladığı gibi, rakibimle aynı yöne bakar duruma gelmiştim. Gördüklerim hiç hoşuma gitmedi ama. Kırılan camın sesini ve çığlığı algılamadım sanki, tek gördüğüm yerçekimine direnemeyen cam parçaları ve kollarını deliler gibi oynatan siyah giysili genç bir kadın oldu.

      Sanki arkamdakilerin de düşmesini engellemek istiyor gibi kollarımı iki yana açtım. Burnuma Boğaz havası çarptı. İçgüdüsel bir biçimde ciğerlerime çektim, son anda delinmekten kurtulan hara’ma doldurdum temiz havayı.

      Kollarım hâlâ iki yana açık, aşağıya baktım.

      Siyah giysili vücut, küçük süs havuzunun kenarına düşmüştü. Baş ve kolları havuzun içine doğru yayılmış, belinden aşağısı dışarıya doğru anormal bir biçimde çarpılmıştı. Başının çevresinde bir kırmızılık vardı.

      Kılıç ortalarda gözükmüyordu.

      Geriye döndüm.

      Aylin Arabacı, kafasını Halim Kırbaç’ın omzuna gömmüş, bir daha kaldırmayacakmış gibi hiç kımıldamadan duruyordu. Adamın eli kızın omzundaydı.

      Sesimi çıkarmadan bekledim. Aklıma yapacak ya da söyleyecek bir şey gelmiyordu.

      Odanın içinde dolaşan rüzgâr kendine getirdi sanki Aysu Arabacı’yı. Kafasını çevirip bana baktı.

      “O mu öldürdü Erol’u?” dedi. Soğukkanlılığı hayret vericiydi.

      Doğruyu söyledim.

      “Bilmiyorum,” dedim.

      “Öyle olmalı,” dedi.

      “Bilmiyorum,” dedim yeniden. Gerçekti bu. Erol Kaşıkçı’nın mektubunda kendisini öldürmek isteyecek birine ilişkin bir işaret yoktu. Nişanlısının ablasıyla sevişmiş olmasından dolayı özür dileyen bir mektuptu yalnızca. Artık okunmasa da olurdu.

      Halim Kırbaç açık kalmış ağzını kıpırdatıp bir şey söylemedi. Boş boş bakıyordu.

      Kapı açıldı sonra, bir kalabalık doldu içeriye.

      Kazaydı bu elbette. Feci, üzücü, beklenmedik, şoke edici bir kazaydı. Aysu Arabacı, iki yıl önce aldığı eskrim derslerinde öğrendiklerini bize göstermek isterken, biraz da aldığı alkolün etkisiyle dengesini kaybetmiş, yedi kat aşağıya düşmüştü. Birazdan ambulans gelirdi, gazeteciler gelirdi, polis gelirdi. Biz inanmıştık kaza olduğuna, onlar da inanırlardı.

      Sosyetenin genç ve güzel kızının doğum günü partisi “dehşet partisi”ne dönüşmüştü.

      Zaten adım yoktu davetli listesinde, yeniçeri bıyıklı kapıcıya uzunca boylu, asık suratlı, ütüsüz pantolon giyen birinin doğum günü hediyesi getirip getirmediğini de kimse sormazdı.

      2. BÖLÜM

      İnsanların hayatını değiştirmekten nefret ediyordum. Evet ediyordum. Bunu kendi kendime kaç kere tekrarladığımı unuttum. Değiştirmekten daha kötüsü, sona erdirmekti. Bir yolla sona ermesine neden olmaktı. Bir sözle, bir çözümlemeyle, ne bileyim bir tenkan’la.

      İnsanların hayatlarını değiştirmeyi engellemenin en kestirme yolu uyumaktı. Eve gidip uyudum. Ne saate baktım, ne televizyona. Kapıdan girer girmez üstümdekileri sağa sola fırlatıp yatağa attım kendimi. Başkası uyuyamazdı belki ama ben uyudum.

      Ne üstüme doğru gelen sivri bir kılıç gördüm rüyamda ne Marilyn Monroe’yu. Düpedüz uyudum. Uzun uzun uyudum.

      Yukarıdaki oğlanın müzik setinden gelen saçma sapan seslerle uyanıncaya kadar uyudum. Gözümü açınca acıktığımı anladım. Don gömlek mutfağa gidip biraz bayat ekmek ile üstünü açık bıraktığım için kurumuş peyniri buldum. Mutfaktaki küçük masada, formikanın üzerindeki çizikleri saya saya yedim yemeğimi.

      Sonra gidip yeniden uyudum.

      Kalktım, çişe gittim. Sonra dönüp yine uyudum.

      Telefonun sesiyle uyandım.

      Açmadım.

      Telesekreter devreye girdi.

      Gözlerim tavana takılı dinledim mesaj bırakan kadının sesini. Titrek bir sesi vardı, sonlara doğru ağlamaya başladı. Uyuşturucuya alışmış oğlunun nerede olduğunu bulup kötü arkadaşlarından kurtarırsam, evimin bir yıllık kirasına eşit bir parayı vaat etti telesekretere.

      Uykum kalmamıştı artık, ama yerimden kıpırdamadım.

      Örtüyü attım üstümden. Kollarım iki yana açık, ellerim tavana dönük, gözlerim kapalı yattım. Aklıma gelen tek şey derin derin nefes almaktı, onu yaptım. Başım dönünceye kadar doldurdum odanın bayat havasını ciğerlerime. Gözlerimi açmadım. Bulutlardan sıyrılıp Zürih’e doğru alçalmaya başlarken bir 747’nin kokpitinden dışarı baktığımda gördüklerimi hatırlamaya çalıştım, başaramadım.

      Telefon yeniden çaldı. Yeniden açmadım. Telesekreter devreye girince kapadı arayan.

      Bu kez kalktım. Üstüme bir şeyler geçirip bir kahve yaptım kendime. Pencereden baktım. İnsanların evlerine dönmeye başladıkları saatler kadar karanlıktı dışarısı. Karnım yeniden acıkmaya başlamıştı, buzdolabımın sefaletini bildiğim için mutfağa gitme zahmetine katlanmadım, telefonla yumurtasız bir kıymalı pide ve iki ayran ısmarladım kendime.

      Televizyonu açtım. Fashion TV’ye getirip sesini kıstım. Kızlar durmadan yürüdüler.

      Telefon çaldı. Açmadım.

      Telesekreter devreye girince reklamcı arkadaşımın öfkeli sesini duydum.

      “Açsana lan, evdesin biliyorum, demin meşgul çaldı telefonun.”

      Açmadım. Kızlar durup dinlenmeden yürüyorlardı. Yerimden bile kıpırdamadım.

      “Oğlum aç telefonu, iki satır konuşalım.”

      Açmadım.

      Açıp bir konuşmaya başlarsam bir daha susamam diye düşündüm.

      “Tamam, kabul, pes. Keyfin yerine gelince ara beni. Tamam mı? Ara mutlaka. Bak aramazsan ilanını kestiririm ama.”

      Kestirirsen kestir dedim içimden.

      Güzel bir ilan hazırlatmıştı Hürriyet gazetesinin seri ilanlar sayfasına. Onu ilk tanıdığımda kendisi için yaptığım küçük bir işin hatırına okkalı bir indirimle yayımlatıyor, ben oralı olmazsam o indirimli faturanın bile üstüne düşmüyordu. İlanım bilumum “araştırma ve takip” ilanlarının arasında anında öne çıkıyor, telefonumun beni işsiz bırakmayacak kadar çalmasına yarıyordu. Tasarımını taklit eden bir iki meslektaşım çıkmıştı hatta.

      Kestirirsen kestir dedim içimden. İşime gelir.

      Başkalarının