Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ROL ÇALAN CESET


Скачать книгу

dedi. “Kim konuşmuş polisle, ne demiş?”

      Halim Kırbaç alnını ovuşturmayı kesti. Aysu Arabacı geri döndü. Üçü de bana bakıyorlardı haklarında karar verecek bir yargıçmışım gibi.

      Yargıç filan değildim elbette. Başı belaya girmeden iş yapmaya çalışan bir özel dedektiftim yalnızca. Üçünü de tek bakışta görebilmek için konuşurken bir yandan da ağır ağır gerileyip sırtımı verdim eşsiz Boğaz manzarasına.

      “Kimin konuştuğunu bilmiyorum,” dedim. “Haber kaynağım bunu söylemedi bana. Yalnızca Erol Kaşıkçı’nın ölümünün bir intihar olmayabileceğini, işin ortadan kaybolan önemli bir mektupla ilgili olabileceğini biri üfürmüş polise anlaşılan. Bunu üfüren, benim mektubu bulmak için devreye girdiğimi de söyleyebilir gelecek sefere. Hatta belki de söylemiştir bile. O zaman mektubun içindekiler gerçekten önem kazanır benim için.”

      “Ne gibi?” dedi Halim Kırbaç.

      “Eğer gerçekten intihar değil de cinayetse, belki katilin kim olması gerektiği yazılıdır mektupta,” dedim. “Ya da yazdığı başka şeylerden okuyan çıkarabilir kim olduğunu.”

      Aylin Arabacı’ya baktım son cümlemde. Beklediğimin aksine hiç düşünmeden cevap verdi.

      “Her iki kararımdan da vazgeçmedim,” dedi. “Erol’un mektubunu okumak istiyorum. Okuduktan sonra sizin okumanıza da izin veriyorum.”

      “İşine karışmak istemem ama bunu bir avukata sorsak?” dedi Halim Kırbaç.

      “Ya da babama…” diye ekledi Aysu Arabacı. “İlla benim sözümü dinlemek istemiyorsan…”

      Ben bir öneride bulunmadım Aylin Arabacı’ya.

      “Bitsin bu iş,” dedi Aylin Arabacı. Yüzünde donuk bir ifade vardı. “Neredeyse çıkarın şu mektubu da bitsin bu iş.” Sonra ablasına döndü. “Beni korumak istediğini biliyorum abla, ama uzamasından sıkıldım bu işin, bitsin artık.”

      “Halim haklı,” dedi Aysu Arabacı, dramatik bir sesle. “Avukata danışalım bari, bakarsın sonradan ayrıca ihtiyacın olabilir.”

      “O da ne demek?”

      “Erol’un mektupta yazdıklarının seni de işaret edebileceği ihtimalini düşünmüyor musun hiç?” dedi Aysu Arabacı. Sonunda aklındakileri söyleyebilmiş olmanın rahatlığını gösteren derin bir nefes saldı ağzından.

      “O da ne demek?” diye yineledi Aysu Arabacı.

      “Bırak bu çocukluğu,” diye devam etti ablası. “Bakarsın Erol’un mektupta yazdıklarından, onu öldürmek için senin de nedenlerin olduğu sonucuna varabilir polisler. Tabii zeki dedektifimiz de.”

      “Ama ben o gün Erol’un evine uğramadım bile,” dedi Aylin Arabacı. Herhangi birisinin böyle bir olasılığı düşünmesi onu hiç rahatsız etmemiş gibi, doğal bir biçimde konuşmuştu.

      “O senin iddian,” dedi Aysu Arabacı. Elini kitaplıktaki kalın ciltlerin üzerinde gezdirdi.

      Aysu Arabacı bana baktı. Hiçbir şey söylemedim. Cebimden sigara paketimi çıkardım yalnızca.

      Halim Kırbaç’ın dudaklarından keskin bir ıslık çıktı. Ardından viskisinden bir yudum daha aldı. Başını iki yana salladı bilmiş bilmiş.

      “Rahatsız olduysan çık odadan Halim,” dedi Aysu Arabacı nişanlısına dönüp.

      “Yok canım,” dedi Halim Kırbaç. “Eğleniyorum. Aynen bir polisiye roman gibi.”

      Sigaramı yaktım.

      “Şimdi Remzi Ünal uzun bir konuşmayla delilleri sayıp döküp aramızdan birinin katil olduğunu kanıtlayıverecek sonunda,” diye devam etti Halim Kırbaç.

      “Böyle bir şeye hiç niyetim yok,” dedim ilk nefesimi çektikten sonra. Gerçekten yoktu.

      “Ama ben merak ettim şimdi, Aylin’in gerçekten o gün Erol’un evine gidip gitmediğini,” dedi Halim Kırbaç.

      “Saçmalamayı kesin lütfen,” dedi Aylin Arabacı. “Gitmedik dedik ya! Korkacak bir şeyim olsa neden izin vereyim Remzi Bey’in mektubu okumasına?”

      “Ama siz gitmiş olabilirsiniz,” dedim.

      “Hayda!” dedi Halim Kırbaç.

      “O gün İzmir’de olmadığınızı biliyorum,” dedim.

      “Halim, ne diyor bu?” dedi Aysu Arabacı.

      “Atıyor,” dedi Halim Kırbaç. “Atıyor Aysu. İsteyen açıp sorar Tankut’a.”

      “Ben sordum,” dedim.

      “Ne dedi?”

      “Halim buradaydı, hatta beraber çöp şiş yedik dedi,” dedim.

      “Eeee, daha ne?”

      “Ona inanmadım,” dedim.

      “Neden?”

      “Çünkü…” dedim. “Sizinle evinizde ilk konuşmamızda bana uzun uzun anlatmıştınız İzmir yolculuğunda ne yiyip ne içtiğinizi. Mönüde sütlü balık vardı o zaman.”

      “Halim!” diye bağırdı yeniden Aysu Arabacı.

      “Açıklayabilirim Aysu,” dedi Halim Kırbaç, hiç kimseye inandırıcı gelmeyen bir ses tonuyla.

      “Açıklama! İstemez!” diye bağırdı Aysu Arabacı. “Yalancı şahidinle ne yediğinizi kararlaştıramayacak kadar beceriksizsen, bir açıklama daha yapma, işi iyice bok edersin.”

      “Aysu, yakışmadı ama!”

      “Yakışıklı sözlerin zamanı çoktan geçti Halim,” dedi Aysu Arabacı. “Dediğin gibi İzmir’e gitmediysen…”

      Lafını kesmemin sırası gelmişti.

      “Erol’la İzmir’den konuşmuş olamaz, değil mi?” dedim.

      “Ama sen bana demiştin ki…” dedi Aylin Arabacı hayretle. Sonra işleri daha da karıştırmak istemezmiş gibi sustu.

      “Her söylediği doğru değil ablanızın da,” dedim.

      Aysu Arabacı elini Marilyn Monroe kıyafetinin gergin kumaşının üstünde gezdirerek bel kıvrımına kadar getirdi, küçük bir potu düzeltti orada. Mankenler gibi bir ayağı diğerinin önünde duruyordu. Dirseğinin tekini kütüphanenin rafına dayamıştı.

      “Başka hangi söylediklerim doğru değil Remzi Bey?” dedi, çakmak gibi gözlerle bana bakarak.

      Söyleyeceklerimi söyleyip söylememekte tereddüt ettim. Sonra Aylin Arabacı’yı gördüm. Kız donup kalmış gibi ablasına bakıyordu. Kafası yeterince karışmıştı, acıdım kıza. Sigaramdan bir nefes daha çekip külünü olduğu gibi yere silktim. Bu hareketimi kimse kınamadı gözleriyle. Dertleri başkaydı.

      “Yılbaşından iki gün sonra geçirdiğiniz operasyon kürtajdı,” dedim. “Miyom değil.”

      Halim Kırbaç “Aysu!” diye bağırmadı. Şaşırmış olsa bile bağırmadı.

      Aysu Arabacı bağırdı onun yerine.

      “Alçak!” dedi. “Alçak yalancı. Okudun değil mi mektubu?”

      Yalnızca başımı salladım.

      Bundan sonra olacakları bilsem başımı sallamakla yetinmezdim. Aysu Arabacı, dirseğini koyduğu kütüphane rafındaki antika kılıcı kabzasından yakaladı, gözlerinde kılıcın pırıl pırıl namlusundan daha parlak çakıntılar, yayından boşanmış gibi bana doğru fırladı. Kılıcı gergin öne uzattığı kolunun ucunda tam göbeğime