Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-SEN ÖLÜRSÜN BEN YASARIM


Скачать книгу

ki zaten? Ödülüm, sevdiğim bir kadından belki bir öpücük almak olacaktı. On dakika sonraki kavgada unutmak üzere.

      Sezin Sabuncu’dan öyle aman aman hoşlandığım söylenemezdi.

      Vehbi Kanat’la Orhan Kapısız’ı sevsem ne olurdu sevmesem ne olurdu. Taylan Sezer’i kardeşim olsa sevmeyeceğim açıktı.

      O zaman niye girecektim, arkasında başımı daha derin belaya sokacak bir şeylerin neredeyse kesin hazır olduğu bu yıkık dökük kapıdan içeri?

      Biliyordum. Galiba girecektim. Neden, bilmiyordum.

      Her şeyi bilmek zorunda değilsin Remzi Ünal, dedim kendi kendime. Belki sonra öğrenirsin.

      Kapıya, Kapalıçarşı’da birine öyle çarpsan, küçük bir özürle kurtulacağın şiddette bir omuz attım. İkiletmedi, öyle çatırtı falan koparmadan eğildi önümde.

      Hemen arkamdan kapadım kapıyı girer girmez. Kapayabildim, çünkü omuz darbemin şiddetiyle kilidin dilini karşı tarafta tutan gevşek zamazingo gevşemiş, dilin kurtulmasına izin vermişti. İçeriden dili kancasından çekip yerine oturtunca omuz atmamışım gibi oldu.

      Kare, alçak tavanlı, taş döşeli bir sahanlıktaydım şimdi. Tam karşıdaki duvarın dibinde bir çift eski motor egzozu, bir motosiklet kaskı daha, biraz ötede birtakım tamirci alet edevatı, yağlı bezler vardı. Soldaki kapısız girişin arkasında mutfağa benzer bir şeyler gözüküyordu. Sağda ortalama bir voleybol oyuncusunun başını eğmeden giremeyeceği bir kapı vardı. Omuzladığım giriş kapısının hemen yanında yerde bir çift ayakkabı, bir çift çizme yatıyordu. Kapı kapanınca mutfak tarafından gelen ışık akşamüstü olmuş gibi yalandan aydınlattı ortalığı.

      Belam, eğer gelecekse, sağdaki kapının arkasından gelecekti büyük olasılıkla.

      İlk iş olarak, sağdaki kapının yine inşaattan çıkma olduğunu sandığım çerçevesinin hemen yanına iliştirilmiş sıva üstü elektrik düğmesinin çubuğunu aşağı indirdim. Tepedeki çıplak ampulden gelen ışık odanın sefaletini artırdı ister istemez.

      Sezin Sabuncu bu kapıdan içeri girmezdi hayatta ama ben girmeliydim.

      İçimden, “Hay Allah!” diyerek indirdim kapının kulpunu.

      Arkamdan vuran ışığın yardımıyla ilk anda gördüm Vehbi Kanat’ı. Ya da ondan ne kaldıysa.

      Tam karşıdaki duvara yaslanmış yataklı divanda, sırtüstü yatıyordu. Yüzü kan içindeydi. Bir eli yataktan aşağı sarkmıştı. Üzerinde Orhan Kapısız’ın giydiklerinin bir benzeri vardı. Demek ki dışarıda giriştiler dedim içimden. Eve gelir gelmez. Daha üstünü çıkarmaya zaman bulamadan.

      İçimden bir ses, yaşıyor hâlâ, dedi. Ölü değil. Bu sefer değil.

      Odayı dolduran ıvır zıvıra bakmadan Vehbi Kanat’a yaklaştım. Elimi boynuna götürdüm. Parmaklarımın ucunda hayat kıpırtısını duyumsadım.

      İyi, dedim kendi kendime.

      Ama epey dayak yemiş.

      Yanağında kan bulaşmamış bir nokta bulup iki küçük tokat attım.

      “Vehbi! Vehbi!” diye seslendim.

      Tepki vermedi.

      Sağ gözü tamamen kapanmıştı. Rocky Balboa’nın ilk filmde Apollo Creed’den yediği dayaktan sonraki haline benziyordu yüzü. Çıplak yumrukla vurulduğu için iki kat daha berbattı yalnızca.

      Bedenine göz gezdirdim hızla. Görebildiğim kadarıyla açık yarası yoktu. Yukarıdan çalışmışlardı sadece.

      “Vehbi!” dedim bir kez daha.

      Sol gözünde bir kıpırdanma oldu. Zayıf, çok zayıf bir bilinç belirtisi… Kendisini dövenlerden biri olmadığımı algıladığını bile sanmıyorum. Başımın arkasında bir yerlere bakıyordu.

      Hızla düşündüm.

      Seçeneklerim sınırlıydı ve hepsi bir diğerinden daha berbattı.

      Bir an önce bir hastaneye götürülmesi gerekiyordu garibanın. Ve hastanelerde, acil servislerin kapısının arkasında bir polis memuru bulunurdu. Sorular sorardı, kimlik alırdı, rapor yazardı.

      Çekip gidebilirdim hiçbir şey yapmadan. Ama yapamazdım. Nokta.

      Ambulans çağırabilirdim. Sonra giderdim. Hadi buralarda bir telefon bulduk diyelim. Ambulansın kaç vakitte geleceği belli değildi. Gelene kadar bizimki göçmüş olabilirdi. Adımı vermeyeceğime göre ihbarımı ciddiye alıp almayacakları da ayrı meseleydi.

      Sezin Sabuncu’yu arayabilirdim işi devralması için. Bu, süreyi uzatmaktan başka bir işe yaramazdı ambulans açısından. Kendi kalkıp gelmeye çalışsa, süre nereden baksan iki katına çıkardı.

      Vehbi Kanat’ı kendi başıma tedavi edemeyeceğim de açıktı.

      Kararımı verdim.

      Etrafıma baktım hızla. Önce kontak anahtarı… Bu kolaydı. Yattığı yataklı divanın kitapsız kütüphane rafında, açılmamış üç paket sarı Camel’ın yanında yatıyordu. Cebime attım.

      Yatağın bir metre ilerisinde, ne zamandan beri yerde olduğunu kafama takmamam gereken Fenerbahçe formasını alıp gömleğimin üzerine geçirdim. Arkasında hangi ismin yazdığına bakmadım. Berbat kokuyordu, ona da aldırmadım.

      Aradığım son şeyi de dışarıdaki tamirat ıvır zıvırlarının arasında görmüştüm. Tamamdım.

      Vehbi Kanat’a bir kez daha bakıp odadan çıktım. Ev bozuntusundan da… Motorun yanından hızla yürüyüp bahçe kapısına ulaştım. Sonuna kadar açtım. Asayiş berkemaldi sokakta.

      Hızla döndüm. Gidondaki kaskı alıp Vehbi Kanat’ın yanına ulaşıncaya kadar kafama yerleştirdim. Tam oturdu. Odaya girmeden, yerde yatan yıpranmış motorcu eldivenlerinin üstünde duran koli bandını da cebime attım. Yerdeki kaskı elime aldım.

      Vehbi Kanat bıraktığım gibiydi. Yaşıyordu, bana yeterdi, soluğunun şiddetini kontrol etmedim artık.

      “Gidiyoruz arkadaş,” dedim beni duymayacağını bile bile.

      Ensesinden kaldırıp kaskı kafasına geçirdim. Zor olmadı, elimde ölmesinden daha çok korkuyordum açıkçası. Dayandı.

      Bu kez belinin altına soktum kolumu. Şöyle bir tarttım. Kendinde olmayan biri, kaldırmaya kalktığınızda kilosundan daha ağır gelir insana. Öyleydi, üstesinden gelinmeyecek kadar değil ama. Kaldırdım, kasklı başının yükünü omzuma aldım. Sol elimle sırtına destek vererek kapıya doğru iki adım attım. Vücudundan beklediğim sası koku gelmiyordu. İçimden Sezin Sabuncu’ya teşekkür ettim.

      Ayakları, felçli bir kedinin ayakları gibi sürünüyordu yerde. Geri dönüp çorap giydirme fikrini kafamdan attım.

      Sarhoş bir sevgiliyi yatağa sürükler gibi gidiyordum. Kapı eşiğinde ayakları takıldığı için biraz zorlandım. İki kapıyı da arkamızda açık bırakarak terk ettim evi.

      Motora varınca Vehbi Kanat’ın gövdesini benzin deposunun üstüne emanet ettim. Biraz soluklandım. Kaskın rüzgârlığını kaldırıp yüzünü kontrol ettim. Fena değildi. Zorlanmak biraz kendine getirmişti sanki. Darbelerden daha az etkilenmiş gözüyle tanımak ister gibi baktı yüzüme sanki.

      “Dayan, gidiyoruz,” dedim anlayacakmış gibi.

      Operasyonun bu aşamasını motoru devirmeden gerçekleştirmek zordu. Bacaklarımı biraz açarak payandaladım. Omzum ve sağ elimle gövdesini tutarken sol elimle sağ bacağını selenin üzerinden aşırdım. Biraz ittirdim. Benzin deposunun üzerine yüzü arkaya gelecek şekilde oturdu.