Tom Standage

İnsanlığın yeme tarihi


Скачать книгу

dedikleri askeri bir marştı. Sabah saatleri boyunca marş belli bir tonda söylendi; öğle vaktine gelindiğinde marşın tonu en yüksek noktasına çıkmıştı. Öğleden sonra ise marşın tonu gitgide yavaşladı ve gün batımında marş sona erdi. Günün alacakaranlık vaktinde, hepsi İnka soylunun evlatları olarak yetiştirilmiş gençler, hasadı kaldırma işine giriştiler. İnkaların her sene geleneksel olarak devam eden mısırla ilgili bu mizansenleri, toplumdaki yönetici seçkinlerin ayrıcalıklı konumlarını pekiştirip, bunu gözler önüne seren âdetlerinden sadece biridir.

      Bir diğer örnek ise her yılın Ağustos ayında düzenlenen mısır ekimi törenidir. İnkaların başkenti Cuzco’nun merkezinden görülebilen Picchu Tepesi üzerindeki iki büyük sütun arasında güneşin batışı gerçekleştiğinde kral, büyüme mevsimini başlatır. Kral, yalnızca soylu sınıfının üyelerince sürülüp işlenen kutsal tarlalardan birini sabanla sürüp, bitki ekip dikme işi ile bu görevini icra etmeye başlar. Bir görgü tanığının anlattığına göre “Kral, bitki ekip dikme zamanında gidip toprağı sürer. Kralın bu işi yaptığı gün dini bir bayram günüdür ve bu bayrama imparatorluğun başkenti Cuzco’nun tüm efendileri katılır. Toprağın sürülüp tarlanın düzleştirildiği bu yerde efendiler tanrılarına altın ve gümüşle birlikte kendi çocuklarını bahşederler.” Sonrasında tarlayı sürme işi İnka’nın soylularınca devam ettirilir. Ama süreci ilk başlatan kişinin kral olduğunu unutmayalım. Başka bir gözlemcinin anlattıkları da şöyle: “Diyelim ki kral bu işi yapmadı; böyle bir durumda kimsenin toprağı sürmeye cesareti olmadığı gibi, ürün elde etmek için toprağı ilk süren kişinin kral olmasına gerek yok diye düşünmeyi de akıllarından geçirmezler.” Mısır ekip dikme işinin başlamasıyla lama ve gine domuzlarından daha fazlası tanrılara bahşedilmeye, kurban edilmeye başlanır. Tarlanın orta yerinde rahibeler chicha isimli bir mısır birasını beyaz lamanın cüssesi boyunca toprağa dökmeye başlar. Yapılan tüm bu şeyler tarlaları ayazdan, sert rüzgârdan ve kuraklıktan korumaya yöneliktir.

      İnkalar için tarım ile savaş durumu birbiriyle yakından ilişkilidir: Toprak, aynı bir savaşta olduğu gibi, saban ile mağlup edilmiştir. Bu yüzden hasat zamanındaki törenler genç soylularca düzenlenir, çünkü savaşçılar olarak bunun onlar için özel bir anlamı vardır. Toprağa karşı kazandıkları zaferi kutlamak için mısır hasadını kaldırırken haylli denilen marşlarını söylerler. Bir sonraki büyüme mevsiminin başlangıcında hem toprağı mağlup etmede hem de zirai döngünün sürekliliğini garanti altına almak için toprağın üretken gücünü ele geçirmede, sadece kralın hükmü geçer. İşte bu yüzden toprağı ilk süren kral olur. Tabii diğer taraftan bu ritüel, kralın kendi halkı üzerindeki gücünü pekiştirmesine de olanak sağlar. Bir bakıma bu, kral olmadan halk açlıktan kırılır demektir. Toprağın sembolik olarak mağlup edilmesi, aynı zamanda, İnkaların ilk mısır ekimi öncesinde yenilgiye uğrattıkları Cuzco’nun yerli halkı Hualla ile ilk İnkaların arasındaki muharebenin yeni baştan sahnelenmesi anlamına gelir. İnkalar burada iki türde zafer kazanmışlardır: Hem yerel vahşileri mağlup etmiş, hem de tarımı uygulamaya başlamışlardır. Yönetici seçkin olan kral, bu ilk muharebenin galiplerinin soyundan geldiğini iddia etmektedir. Yapılan törenler de kralın bu soy bağını öne çıkarmaya hizmet eder. Böylece toplumun hiyerarşik bir şekilde yapılanması zihinlere aşılanırken, kralın kitleleri yönetme hakkını elinde bulundurması düşüncesi de doğallaştırılmaya çalışılır. Aslında verilmek istenen mesaj şudur: Kral ve onunla birlikte soylular devrilirlerse, geride ekinlerin büyümesini sağlayacak kimse kalmayacaktır.

      Besinle bağlantılı bu tarz törenler, ilk uygarlıklarda toplumun seçkinlerinin ayrıcalıklı konumlarını tanımlamak ve pekiştirmek için yaygın bir şekilde uygulanmaktaydı. Ayrıca, besin ya da besin üretimi kapasitesi vergi ödemede kullanılmaktaydı. Besin, askeri başarıların ardından haraç olarak alınıyordu. Evrenin istikrarının sağlanmasında ve zirai döngünün devamının güvence altına alınmasında ya besin bağışında bulunulur ya da besin adak edilirdi. Besinin erzak olarak ve ücret olarak şölenlerde ve festivallerde usule uygun bir şekilde dağıtımı, besinin ve dolayısıyla gücün nasıl dağıldığının da bir göstergesiydi. Modern dünyada, gücün nerede yattığını ortaya çıkarmak için parayı takip edersiniz. Ancak geçmişte, yani eski dünyada, gücün kimin elinde bulunduğu besin ile ortaya konabiliyordu. İlk uygarlıkların nasıl örgütlendiklerini aydınlığa kavuşturmak istiyorsanız besinin izini sürmelisiniz.

      Para Birimi Olarak Besin

      Besin, ilk uygarlıklar döneminde gerek takas işlemlerinde gerekse ücret ve vergi ödemelerinde para gibi kullanılmaktaydı. Besin, çiftçilerden yönetici seçkinlere doğru farklı kanallar altında el değiştirmekte ve sonrasında da seçkinlerin inşaat, idare, savaşların finanse edilmesi gibi işlerini destekleme amacıyla ücret ve erzak olarak tekrardan dağıtılmaktaydı. Uygarlıkların ortaya çıkışında artı ürüne el konulması her şeyden önce merkezi bir önem taşıdığından, tarımsal artı ürünün bir kısmının ya da tamamının el değiştirmesi gerektiği ilkesi ilk uygarlıların neredeyse tamamı için ortak olan bir durumdu. Elbette her toplumda bu farklı şekillerde yaşanmıştır, ancak hepsinde, insanların çalıştığı, geçimlerini sağladıkları ve minnetle bağlı oldukları toplumun yapısını besin tayin etmekteydi.

      Mısır’da ve Mezopotamya’da dolaysız vergiler besin olarak, dolaylı vergiler ise tarlada çalışma şeklinde ödenmekteydi. Mısırlı çiftçilerin çoğunun kendine ait bir toprağı yoktu, bunun yerine çiftçiler toprak sahiplerinden toprağı kiralar; karşılığında ise toprak sahipleri, elde edilen ürünün belli bir kısmı üzerinde hak talep ederdi. Devletin mülkiyetinde çok geniş topraklar olduğu için bu yolla büyük bir besin geliri elde edilmiş oluyordu. Diğer topraklar devletin memurlarına, tapınaklara, soylulara ve firavunun kendisine aitti. Firavunun mülkiyetinde olan topraklar da çiftçilere kiralanır, karşılığında elde edilen üründen firavuna bir pay ayrılır, ayrılan payın bir kısmı da devlete vergi olarak giderdi. Alınan kira ve ödenen vergi, toprağın tarımsal potansiyeline, yani toprağın kuyulara, kanallara ve her yıl yaşanan Nil baskınlarının düzeyine bağlıydı.

      Tarihi M.Ö. 1950’lere kadar giden ve “Hekanakhte Mektupları” diye bilinen bir dizi mektup, işleyen bu sistem hakkında bize önemli detaylar sunmaktadır. Mektuplar, bir papaz tarafından malikânesinden ayrı olduğu bir zamanda ailesine gönderilmek üzere kaleme alınmıştır. Mektuplarda Antik Mısır’daki günlük yaşama dair izler bulmak da mümkündür. Yazılanlardan Hekanakhte’nin mülkiyeti tapınağa ait olan bir toprağın sorumlusu olduğu anlaşılmaktadır. Hekanakhte mektuplarında, toprağın hangi bölümlerinin ekime uygun olduğu ve bu bölümlerden ortalama ne kadar ürün elde edilebileceği; toprağın çiftçilere kiraya verilmesi durumunda kaç çuval arpanın alınması gerektiği ve toprakta çalışan işçilere, harcadıkları emek karşılığında kaç çuval arpanın verileceği gibi şeylerden bahsetmekte, ne yapılmasına dair ailesine tavsiyelerde bulunmaktadır. Mektuplardan zamanın kötü bir zaman olduğu, besin miktarının da sınırlı olduğu gerçeğini öğreniyoruz. Bu durumda Hekanakhte ailesine, herkes açlık çekerken karınlarını iyi doyurmaları gerektiğinden bahseder. Mektupta, evin genç oğlu Snofru’yu gereğinden fazla şımarttığı için, Senen isimli bir hizmetçi kızla ilgili tartışmaya da yer verilmiştir. Borçlar ve kiralar arpa ve buğday üzerinden toplanmakta, bazı durumlarda da ödeme aracı olarak yağ küpleri kabul edilmektedir: Bir küp yağ, iki çuval arpa ya da üç çuval buğday değerindedir.

      Kira benzeri vergiler de besin olarak ödenmekteydi. Vergi tahsildarları, topladıkları besinleri bölge idari merkezlerine getirir; bu merkezlerden dağıtım gerçekleştirilir; memurlara, zanaatkârlara ve devlete çalışan çiftçilere buradan ödemeler yapılırdı. İşçiler