Tom Standage

İnsanlığın yeme tarihi


Скачать книгу

pozisyonun devamını sağlamak, grubun geçimini sağlayabilmesine olduğu kadar dağıtım işini yönetebilmesine de bağlıdır. Örneğin, Brezilyalı Nambikwaralar arasında şöyle bir durum vardır: Eğer grubun şefi yeterince cömert değil ve besin sağlama konusunda da pek becerikli değilse insanlar grubu terk edip başka bir gruba katılırlar. Melanezyalı gruplarda, besin dağıtımı konusunda sorunlar çıkartan ya da artı ürünün oldukça büyük bir bölümünü kendisi için saklayan şefler görevlerinden alındıkları gibi, bazı durumlarda ölüm cezasına bile çarptırılırlar. Böylesi bir durumda, büyük adam krala kıyasla hâlâ daha çok yönetici pozisyonunda bulunmaktadır.

      Şeflikten Uygarlıklara

      Peki, bulunduğu mevki cömertliğe ve paylaşıma dayalı olan büyük adam nasıl oldu da bir köy grubunun kudretli bir şefine dönüşüp ilerleyen süreçte de toplumun yönetici tabakasının tepesindeki bir kral oluverdi? Tahmin edileceği üzere, tarımın ortaya çıkışı ve yayılmasında olduğu gibi burada da sürecin tam olarak nasıl işlediği yeterince açık değildir. Ayrıca, bu konuya dair birbirine karşıt çeşitli teoriler mevcuttur. Bir kere daha ortaya çıkıyor ki, sürecin nasıl işlediğini açıklamada tek bir teori bize aradığımız cevabı veremediği gibi kimi teoriler de dünyanın bazı yerlerindeki durumlarda diğerlerine nazaran çok daha geçerli açıklamalar sunmaktadır. Dahası, bu teorilerin ancak birkaçına birden baktığımız zaman şefliğin ve sonrasında da uygarlıkların nasıl ortaya çıktığına dair bir fikir edinebilmekteyiz. Her bir durumda, toplumsal tabakalaşmanın ortaya çıkışının besin üretimine sıkı sıkıya bağlı olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Toplumsal örgütlenmenin daha gelişkin ve daha girift formları, daha büyük bir tarımsal üretimi mümkün kıldığı gibi, artı ürünün büyük ölçülerde üretilmesi de toplumsal örgütlenmenin daha girift formlarının oluşumuna katkı sağlamıştır. Peki, nasıl oldu da bu süreç başladı?

      Teorilerden biri, bir büyük adam ya da şefin tarımsal üretimi –özellikle de sulama yöntemi ile– koordine etmesi sonucunda güçlendiğinden bahseder. Tarımsal faaliyetlerin getirisi büyük ölçüde farklılık gösterse de tarım yapılan arazinin düzleştirilmesi ya da sulama kanallarının ve taşmayı önleyen setlerin çekilmesi (bunlar, belirli ölçüde bir toplumsal örgütlenme ile mümkündür) sayesinde bu farklılıkları en aza indirmek mümkündür. Sulama yönteminin köyün tarımsal verimliliğinin artırılmasının yanında başka noktalara da etkisi vardır. Topluluğun üyeleri sulama sistemleri yapıp bunlara bağımlı olmaya başladıklarında, artık mesken tuttukları yerden başka yere gitmeye daha az meyilli olacaklardır. Sulama sisteminin kontrolü, bunu kontrol eden şefe bir güç sağlar. Ayrıca sulama sistemi, artı ürünle beslenen ve şefin gözetimi altında bulunan tam zamanlı askerlerin görevlendirilmesi ile korunmaya ve savunulmaya da ihtiyaç duyar.

      İlk başlarda insanların ortak kullanımına yönelik bir tarım projesi olarak başlayan uygulama, özetle söyleyecek olursak, şefin gücünü büyük ölçüde artırmasına olanak sağlamıştır. Şef, kendisine daha da bağımlı hale gelmiş kişilerle birlikte koruyucu özel bir muhafız grubunun oluşmasıyla da kendi kullanımı için artı ürünün daha büyük bir bölümüne el koymaya başlar; bununla ailesini geçindirir, askerlerini besler vs. Sulama sistemleri, Mezopotamya’dan Peru’ya kadar uzanan ilk uygarlıkların ortak bir yönünü oluşturmaktadır. Sulama kanalları, Hawaii ve Kuzey Amerika’nın güneybatısındaki yerlerde şeflik örgütlenmelerinde de vardır. Ancak sulamaya dayalı kimi şeflikler, daha girift ya da tabakalı bir toplumsal yapı oluşturacak şekilde gelişme göstermemiştir. Ayrıca bazı gelişmiş sulama projelerinin daha büyük bir örgütlenmenin nedeninden ziyade sonucu olduğu görülür. Netice itibariyle bazı durumlarda oynadığı rol önemli olsa da, gelişkin uygarlıkların ortaya çıkışında sulama sistemleri dışında daha pek çok neden vardır.

      Bir başka teori ise tarımsal artı ürünün toplumun kullanımı için depolanıp saklanmasının, kendisine bağlı insanlar üzerinde daha büyük bir kontrol kurması noktasında toplumun önde gelen kişisine bir fırsat sunduğunu öne sürer. Köylüler, aldıkları borca karşılık ellerindeki artı ürünü büyük adama vermekle, ona topluluğun ambarının inşa edilmesini organize etme görevini vermiş olurlar. Bu işin yapılması ve topluluğun besin ihtiyacının karşılanması, diğer işleri yapmada büyük adama “işletme sermayesi” sağlamış olur. Böylece büyük adam, tam zamanlı çalışacak zanaatkârlar tutar ve artı ürünü kullanmak suretiyle de tarımsal faaliyetleri organize eder. Tüm bunlar, yapılan yatırımların ambar için değerlendirilmesini sağlayan olumlu bir getirinin oluşması temelinde mümkün olur. Böylece hayli detaylı bayındırlık işleri giderek artan oranda şefin konumunun meşrulaştırılmasına yol açar. Ayrıca bu durum, toplumun seçkinleri olarak belirecek bir yöneticiler tabakasını da gerekli hale getirir. Bu bakış açısına göre büyük adamın organize ettiği karşılıklı alıp verme ilişkisinden kudretli bir şefin denetimi altında yürüyen yeniden dağıtım ilişkisine doğru doğal bir gelişimin olduğu görülür.

      M.Ö. 6000’lerden sonra Yakın Doğu’da köy toplulukları içerisinde büyük merkezi binalar ortaya çıkmaya başladı. Ancak bu binaların ambar olarak mı kullanıldığı, yoksa şölen yerleri, ibadet merkezleri ya da şef evleri mi olduğu pek açık değildir. Ama belki şu söylenebilir: Komşu köy ahalisini etkileme amacıyla şölenlerin yapıldığı binalar ya besin depolamak için ya da tarımsal ekinler için bereket ritüellerinin yapıldığı ambarlar olarak kullanılıyordu. Hawaii’den elde edilen bulgulara göre ilk başlarda şölenler için inşa edilen kamusal alanların, sonradan etrafı duvarlarla çevrilerek yalnızca yüksek kademeden seçkin insanların erişimine izin verilen yerlere dönüştürüldüğünü görmekteyiz. Bu yüzden tapınaklar ve saraylar ilk başlarda ya ambar olarak ya da şölenlerin düzenlendiği yapılar olarak inşa edilmiş olmalıdır.

      Bir üçüncü teori ise etrafının doğal bir şekilde çevrelenmiş olduğu tarım arazileri üzerindeki rekabetin, topluluklar arasında savaşların yaşanmasına yol açtığından bahseder. Örneğin, Peru’da, And Dağları’ndan başlayıp hayli kurak bir çöl içerisinde elli millik bir yolculuktan sonra kıyı şeridine dökülen yetmiş sekiz nehir bulunmaktadır. Nehir kenarlarında tarım yapmak mümkündür, ne var ki tarıma elverişli alanların hemen hepsi çöl, dağlar ve okyanuslarla çevrelenmiştir. Mısır’da Nil Nehri boyunca bereketli arazinin dar şeridi üzerinde tarım yapmak mümkündür; ama bunun ötesindeki çölde imkânsızdır. Mezopotamya’nın alüvyal ovaları üzerinde, sadece Dicle ve Fırat nehirlerine yakın yerlerde tarım yapılabilir. İlk başlarda bu yerler birkaç çiftçinin mesken tuttuğu seyrek nüfuslu yerlerdi. Nüfusun artmasına paralel olarak (Çünkü yerleşik yaşama geçiş ve tarıma başlama, avcı-toplayıcı topluluklarınkine kıyasla nüfusun çok daha fazla artmasına yol açar) yeni yeni köyler kurulur. Üzerinde tarım yapmaya müsait alanlar bir kere kullanılmaya başlandıktan sonra çiftçiler üretimi yoğunlaştırıp, daha gelişmiş set ve sulama sistemleri kurarak sabit bir toprak parçası üzerinden çok daha fazla verim almaya başlarlar.

      Tarımsal üretkenlik bir süre sonra yetersiz gelmeye başlayınca köyler birbirlerine saldırmaya başlar. Köylerden biri diğerini mağlup edince, savaştan galip çıkan köy diğerinin toprağına el koyar ya da elde edilen hasattan her yıl kendisine belli bir miktar pay verilmesi için mağlup köyün halkına baskı yapar. Bu şekilde, bölge içerisindeki en güçlü köy yönetici sınıf olarak ortaya çıkmaya başlar; zayıf olan köylerse ürettikleri artı ürünü elden çıkarmaya zorlanır. Bu durumun sonucunda kurulmaya başlanan sistemde fakirler, zenginlerin karnını doyurmak için çalışır. Bu teorinin iddia ettikleri akla yatkın geliyor; ne var ki tabakalı toplumların ilk ortaya çıktığı yerlerin hiçbirisinde insanların tarımsal üretkenliğin sınırlarına gelip dayandıklarına dair bir