ürettikleri artı ürünün bir kısmını ya da tamamını toplumun şefine kendi rızaları ile veriyordu. Çünkü karşılığında sorunsuz işleyen sulama sistemleri, daha iyi bir güvenlik, toprağın bereketini sürdürmeye yönelik düzenlenen dini ritüeller, çıkan çatışmalarda arabuluculuk üstlenilmesi gibi hizmetlerden faydalanmayı bekliyorlardı. Bunun için de şefe sunulan artı ürün verilmeye değer bir ödül olarak görülüyordu. Öncelikle, toprağa yerleşip evde, tarlada ve sulama sistemlerinde işçi çalıştırmaya başlandığı zaman kişinin artık bulunduğu yerden ayrılması için bir gerekçesi yoktur; isterse topluluğun şefi çıkıp “küçük dağları ben yarattım” desin ya da kendisinin tanrıdan geldiğini iddia etsin, bu gerçeklik değişmez.
Peki, ne olduğunu nasıl anlatabiliriz? Arkeolojik bulgulara göre toplumsal tabakalaşma süreci dünya üzerinde hemen hemen aynı şekilde yaşanmış; dünyanın farklı yerlerinde (Ancak farklı zamanlarda) büyük ölçüde Bronz Çağı uygarlıklarına benzer uygarlıkların ortaya çıkmasıyla bu süreç doruk noktasına ulaşmıştır. Örneğin, M.Ö. 3500’lerde Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları; M.Ö. 1400’lerde Kuzey Çin’deki Shang Hanedanı; M.S. 300’lerden itibaren Güney Meksika’daki Maya Uygarlığı’nın yükselişi ve hemen hemen aynı zamanlarda Güney Amerika’da M.S. 15’inci yüzyılda İnka İmparatorluğu’nun kuruluşu.
Sorun şu ki, arkeolojik bulgular toplumsal tabakalaşma sürecinin nasıl işlediğine dair bize fazla bir şey söylemiyor. Değişimin ilk emareleri genellikle, mezarlarda bulunan eşyaların farklılıklarında ve detaylı işlemeleri olan yöresel çanak çömlek tarzlarının ortaya çıkışında gözlemleniyor. Bu çanak çömlekler, M.Ö. sırasıyla 5500’lerde Mezopotamya’da, 2300’lerde Kuzey Çin’de ve 900’lerde ise Amerika kıtasında karşımıza çıkmaktadır. Bu çanak çömlekler bize, toplumda belirli derecede bir uzmanlaşmanın olduğunu göstermektedir. Buradan da yönetici seçkinlerin ortaya çıkışı ile tam-zamanlı çalışan zanaatkârların beslenebilmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Standart boyutlarda yapılmış çok sayıda çanak çömlek, M.Ö. 3500’lerde Mezopotamya’da karşımıza çıkmaktadır. Bu bize, çanak çömleklerin yapımının merkezi bir kontrol altında yürütüldüğünü, gerek tahıl gerekse de diğer malların standart ölçümlerinin vergi ödeme ve yiyecek dağıtımı süreçlerinde kullanıldığını göstermektedir.
Kuzey Çin’de, Longshan dönemindeki (M.Ö. 3000-2000) yerleşimlerin büyük duvarları vardı. Ayrıca burada mızrak ve sopa gibi silahlar da yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Mezopotamya’da ise binalarda L şeklinde girişler, mancınıklarda kullanılan taşların depolandığı mahzenler ve savunma amaçlı kullanılan toprak hafriyatları karşımıza çıkar. Tüm bunlar bize savunma amaçlı bir örgütlenmenin olduğunu göstermektedir. Bunları, yazının ortaya çıkışına doğru atılan ilk adımlar olarak görmek gerekir. Batı Asya’da yazı, ülke içi yönetimi düzenlemek için kullanılan semboller ve mühürler şeklinde açığa çıkarken, Kuzey Çin’de, işinin ehli büyücülerce kemikler üzerine kazınan semboller olarak karşımıza çıkar. Köylerin şehirlere dönüşmesiyle ortaya çıkan daha büyük yerleşimler eskiye nazaran çok daha büyük bir siyasi örgütlenmeye ihtiyaç duyar. Çünkü anlaşmazlıklar baş gösterdiğinde nihai kararı verecek bir yetkili makamın olmaması, köylerin belirli bir ölçünün ötesinde büyümesini engeller.
M.Ö. 1850’lerde Çin’de Shang Hanedanı’nın kuruluşuyla birlikte zanaat atölyeleri ortaya çıkar. Dahası, bazı yerleşim yerlerinde, belli bir üretimde bulunan atölyelerin olduğu, bazı yerlerde ise bu tür atölyelerin olmadığı göze çarpmaktadır. Bu durum da yerel düzeyde planlı bir uzmanlaşmanın yaşandığını gösterir. Yakın Doğu ve Çin’de bronz işleme; Güney Amerika’da ise altın işleme becerisi, zanaattaki uzmanlaşmaya dair bir diğer işarettir. Mezarlarda ortaya çıkan eşyaların hayli kaliteli madeni malzemelerden yapılmış olmasıysa olağanüstü ölçülerdeki toplumsal tabakalaşmaya dair bir kanıt sunmaktadır. Tarihi M.Ö. 2500’lere kadar giden Mezopotamya’nın Ur şehrinde bulunan “kraliyet” mezarlarında ölenin altın, gümüş ve kıymetli taşlarla süslü eşyalarla gömülü olduğu görülmektedir. Hatta bu mezarlarda ölenle birlikte düzinelerce kölenin, müzisyenin ve muhafızın, hatta arabalarını çekmek için öküzlerin bile yer aldığı görülmektedir. Bu mezarlar (ve Çin’deki diğer benzer örnekleri) bize toplumsal tabakalaşmaya dair çok çarpıcı ve tüyler ürpertici kanıtlar sunmaktadır.
İlk şehirler ortaya çıkarken, hem uzman zanaatkârları ile birlikte şehirler bölgelere ayrıldı, hem de tapınak ve piramitler gibi devasa yapıların inşa edilmesine başlandı. Bu hareketlilik, toplumsal tabakalaşmanın ortaya çıktığına dair hiçbir şüpheye mahal bırakmamaktadır. Aslında bunun doğrudan doğruya yazılı bir kanıtı mevcuttur. Çin’deki belgeler soyluların girift hiyerarşik yapısına dair oldukça detaylı bilgiler sunar. Her soylunun kendi toprağı ve bu soyluların başlarında da bir kral bulunur. Mezopotamya’nın şehir devletlerinde, kil tabletler bize burada vergilerin ödendiğinin, ticarete konu olan malların üretildiğinin ve yiyeceklerin dağıtıldığının kanıtını sunar. Ayrıca bira imalatçılarından yılan oynatıcılarına kadar içinde bir dizi meslek grubunun yer aldığı esnaf birliklerine kayıtlı mesleklerden oluşan üyelik listeleri de burada yer almaktadır. Mısır’da piramitlerin inşa edildiği döneme denk düşen Dördüncü Hanedanlıkta, Kralın Tüm İşlerinden Sorumlu Denetçi’nin memur ve kâtiplerden oluşan büyük bir personel grubu vardı. Bu memur ve kâtiplerin görevleri, tam zamanlı çalışan kalabalık bir duvarcı ekibinin çalışma saatlerini tutmak, erzakları dağıtmak ve işçileri organize etmekti. Tabii tüm bu görevler, bir yığın erzak listesinin oluşturulması ile zaman çizelgelerinin ayarlanması işlerini kapsamaktaydı.
Bir Mezopotamya şehrinin tasviri. Tasvirde, kralın denetiminde olan farklı uzmanlıklara sahip işçiler göze çarpmaktadır.
Bugün dünyada varlığını hâlâ sürdüren pek çok örnekte olduğu gibi anıtsal yapıların ortaya çıkması, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde, ilk uygarlıkların toplumsal tabakalaşmasına dair bize belki de en açık kanıtı sunmaktadır.
Böylesi büyük inşaat işleri, ancak düzenli işleyen bir idari sistem altında gerçekleştirilebilirdi. Bu idari sistem ile artı ürünü depolayıp, bunu inşaat işçilerine günlük erzak olarak verebilir ve oluşturduğunuz ideoloji ile de insanları, inşaat projesinin gerekli ve önemli olduğu konusunda ikna edebilirsiniz. Kısacası, güçlü bir kralın yönetimi altında olan hiyerarşik bir toplumsal düzenden bahsetmiş oluyoruz aslında. Mezarların, tapınakların ve sarayların öne çıkan özelliği, bunların olması gerektiğinin ötesinde hem çok büyük, hem de girift yapılar olmalarıdır. Bu binalar sahip olunan gücün bir simgesidir ve toplumların zamanla tabakalaşmasına paralel olarak bu binalar daha da önemli hale gelecektir.
Mısır’ın piramitleri, Mezopotamya’nın zigguratları ile Orta ve Güney Meksika’nın merdivenli tapınakları, tarımsal artı ürün ve toplumsal yapıda buna bağlı olarak ortaya çıkan farklılaşma sayesinde inşa edilebilmiştir. Avcı-toplayıcı topluluklar böylesi yapıları inşa etmeyi hayal edemezlerdi; hayal etseler bile binaların yapımı için ellerindeki tüm araçlarını (artı ürün şeklindeki servetleri ile böylesi bir iş için gerekli olan örgütsel yapıları) tüketmiş olurlardı. Bu heybetli yapılar ilk uygarlıkların yükselişinin birer abidesi olarak boy gösterir. Diğer taraftan bu yapılar o zamana dek eşi benzeri görülmemiş bir eşitsizlik ve toplumsal tabakalaşmanın ortaya çıkışını da simgelemektedir.
4
Besinin İzinde