Tom Standage

İnsanlığın yeme tarihi


Скачать книгу

koymuştur. Kimi durumlarda avcının, kendi yakaladığı hayvandan kendisine bir pay çıkarmasına dahi (ailenin bir üyesinin dolaylı yoldan bir miktar besinin avcıya verilmesini sağlamasına rağmen) müsaade edilmez. Benzer şekilde, bir toprak parçası ile bu toprak parçasındaki besin kaynakları üzerinde hak talep etmeye de müsaade edilmez. Böylesi kurallar, avcılığın ve toplayıcılığın risk ve mükâfatlarının grup üyelerince paylaşımını güvence altına alır. Tarihsel olarak, besinlerin ortak kullanımına dönük pratikleri olan grupların bu pratiklere sahip olmayanlara göre hayatta kalmada başarı şansları daha fazladır. Çünkü kaynakların ele geçirilmesini temel alan rekabet, hem kaynakların aşırı sömürüsüne yol açabilir, hem de mülkiyet üzerine çıkan anlaşmazlıklar grubun parçalanmasıyla sonuçlanır. Bir kez daha besinlerin paylaşımı burada galip gelmiştir; çünkü paylaşım, bu pratiğe sahip olan gruplara sınırsız avantajlar sağlamaktadır.

      Tüm bu anlattıklarımız, avcı-toplayıcıların kişisel bir saygınlık elde etmede mal biriktirmek gibi bir işle uğraşmadıkları anlamına gelir. Ayrıca insanlarla paylaşılması önünde bir engel yokken böyle bir şey neden dert edilsin? Zenginliğin ya da özel mülkiyetin ilk belirtilerinin ortaya çıktığı tarımsal üretimin gelişine kadar bu böyle devam etti. Afrika’daki avcı-toplayıcılar üzerine çalışmalar yürüten bir antropologun işaret ettiği gibi:

      Bir Buşman, diğer Buşmanların kendisini kıskanmalarının önüne geçmek için elinden gelen her şeyi yapabilir. Bu nedenle Buşmanların sahip olduğu birkaç özel eşya, grup üyeleri arasında sürekli dolaşımda bulunur. Kimse bir bıçağı, bunu çok istese bile, elinde uzun süre tutmak gibi bir şeyle özel olarak ilgilenmez; çünkü bu şekilde o kişi kıskançlık nesnesine dönüşecektir. Kişi eğer oturup bıçağının ince kenarını parlatmakla vaktini harcıyorsa gruptaki diğer kişilerden şöyle bir söz işitmesi muhtemeldir: “Şuna da bak, nasıl da bıçağıyla özenle ilgileniyor.” Sonra birisi çıkar ve ondan bıçağı ister –ki herkes bunu yapabilir– ve bıçak da onu isteyen kişiye verilir. Kültürleri birbirleriyle paylaşım üzerine kuruludur. Bir Buşman’ın, grubun diğer üyeleriyle yiyecek ya da su gibi şeyleri paylaşmadığı bir durum hiç yaşanmamıştır. Aralarında çok katı bir koordinasyon olmaksızın Buşmanların Kalahari Çölü’nün kıtlığı ve susuzluğunda ayakta kalmaları çok zordur.

      Avcı-toplayıcılar gösterişe, kendilerini afişe etmeye karşı da temkinli oldukları için bunu önlemeye dönük çeşitli kurallar koyarlar. Örneğin, Buşmanlar ideal bir avcının gösterişten uzak ve ölçülü olması gerektiğine inanırlar. Avdan dönüldüğünde, koca bir hayvanı avlamış olsa bile avcı avdaki başarısını abartmamakla yükümlüdür. Grubun üyeleri avı almaya geldiklerinde ise gördükleri şeyin boyutu karşısında düş kırıklıklarını gösterebilirler: “Ne yani, şimdi biz onca yolu bu kemik torbası için mi yürüdük?” Böyle bir durumda avcıdan uyumlu davranması ve söylenenler karşısında kırılmaması, gücenmemesi beklenir. Tüm bu şeyler, avcının kendisini bir kahraman olarak görmesini engelleme amacını taşır. Bir Buşman’ın, yanında misafir olarak kalan etnografa söylediği gibi: “Genç bir avcı büyük bir hayvan avladığında kendisini şef ya da büyük adam zannetmeye, bizleri de kendi hizmetçileri ya da aşağı derecedeki insanlar olarak görmeye başlar. Bunu kabul edemeyiz. Bu yüzden avcının yakaladığı ava değersiz bir şey muamelesi yaparız. Hem bu şekilde avcının içindeki arzuyu söndürüp onu uysal ve anlayışlı biri haline getirmiş oluruz.”

      Konuyu biraz daha açmaya çalışalım. Buşmanların şöyle bir âdeti vardır: Vurulan hayvandaki et, hayvanı vurmak için oku atan kişiye değil, hayvanı vuran okun sahibine aittir. (Eğer hayvanı vurmada iki ya da daha fazla ok işin içine girdiyse et, hayvana saplanan ilk okun sahibi kimse ona aittir.) Grup üyeleri oklarını düzenli olarak değiş tokuş ettiğinden bu durum –daha düşük bir ihtimal de olsa– avcılar arasında oturup konuşulacak bir meseleye bile dönüşülebilir. Ayrıca avlanan hayvanın büyükçe bir bölümünün grubun üyeleri arasında paylaştırılması ile yetenekli avcıların kendilerine saygınlık sağlamalarının önüne geçilmiş olur. Aslına bakılırsa ortada bir terslik vardır: Avcının işleri iyi gidip bir sürü besin topladığında, grubun diğer üyelerine karınlarını doyurma fırsatı tanımak için avcı birkaç hafta boyunca avlanmaya ara verecektir. Avlanmaya birkaç hafta boyunca ara vermek demek, avcının kendi besin ihtiyacının grup üyelerince karşılanmasını kabul etmesi demektir. Bu da özetle, avcının kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getirmiş olduğu anlamına gelir.

      1960’lar boyunca süren araştırmalarda Buşmanlarla birlikte yaşamış Kanadalı Antropolog Richard Borshay Lee, kendisine ev sahipliği yapan Buşmanlara teşekkür etmek amacıyla bir ziyafet vermek istediğinde bunun grubun kurallarına ters düştüğünü fark etmiştir. Antropolog Lee, bu ziyafet için büyük ve etli butlu bir öküz satın aldığında Buşmanlar, çok yaşlı, çok zayıf ve belki de yemesi çok güç olan bir hayvanı seçmiş olmasından dolayı kendisiyle dalga geçmeye başlarlar. Lee, bu tavır karşısında hayretini gizleyemez. Neyse ki ziyafette öküz etinin lezzetli ve yumuşak olduğu ortaya çıkar… Peki, Buşmanlar niçin Antropolog Lee’ye karşı böyle davranmıştı? “!Kung Buşmanlar son derece eşitlikçi insanlar olduğu gibi, grup üyeleri arasında kibir, cimrilik ve ilgisizlik tarzı şeylere karşı da hoşgörülü değillerdir,” sonucuna varmaktadır Lee. “Kendi grup üyeleri arasında böylesi davranışların bir işaretini gördüklerinde, insanlara yaptıkları bu davranışın yanlış olduğunu gösterip, onları hizaya çekmek için ‘tevazu dayatıcı’ araçlarını devreye sokarlar.” Diğer avcı-toplayıcılar gibi Buşmanlar da hediye savurganlığını, grubun diğer üyeleri üzerindeki kontrolü sağlamak, politik destek edinmek ya da kişinin statüsünü yükseltmeye yönelik bir girişim olarak değerlendirmektedir. Bu tarz girişimler, onların kültürlerine ters düşer. Buşmanlardaki bu sıkı eşitlikçilik, toplumsal uyum ve herkese güvenilir besin miktarı sağlamak için geliştirilmiş bir “toplumsal teknoloji” şeklinde değerlendirilebilir.

      Besin bir başka açıdan da avcı-toplayıcı topluluğun yapısını belirlemektedir. Örneğin, bir avcı-toplayıcı grubun büyüklüğü, kampın çevresinde bulunan besin kaynaklarının elde edilebilirliğine bağlıdır. Üye sayısının fazla olduğu çok büyük bir avcı-toplayıcı grubu, bulunduğu çevredeki besin kaynaklarını hızla tüketecektir. Bu da grubun bir başka yere göç etmesini zorunlu kılacak bir gelişmedir. Aslında avcı-toplayıcı grubun daha büyük bir toprak parçasına ihtiyaç duyması anlamına gelir. Sonuç olarak, grubun kişi sayısı, besin kaynaklarının kıt olduğu yerlerde altı ila on iki kişi arasında değişirken; besin kaynaklarının bol olduğu yerlerde bu sayı yirmi beş ila elli arasında değişmektedir. Bir ya da daha fazla geniş aileden oluşan gruplarda, grup içi yapılan evliliklerden dolayı üyelerin hemen hepsi birbiriyle akraba sayılır. Avcı-toplayıcı grupların genellikle şefleri olmaz; ama avcılık ve toplayıcılıkta erkek ve kadınların geleneksel olarak yaptıkları işler dışında gruptaki bazı kişilerin belirli roller üstlenmeleri söz konusu olur. Bu roller sırasıyla hastaları iyileştirme, silah yapma ya da diğer avcı-toplayıcı grupları ile haberleşme ve görüşmeleri yürütmedir. Ancak grupta hiçbir zaman tam zamanlı çalışan uzmanlar olmadığı gibi grup üyelerinin bir kısmınca yapılan bu işler de kişiler için daha yüksek bir sosyal statü anlamına gelmez.

      Avcı-toplayıcı gruplar, gerek evlilik ilişkilerinde gerekse de besin kıtlığına karşı yardımlarda diğer gruplarla olan ilişkilerini her daim canlı tutarlar. Kıtlık zamanında, bir avcı-toplayıcı grubu aralarında evlilik bağı bulunan diğer grubu ziyaret ederek besinini bu grupla paylaşır. Büyük şölenler şeklinde yapılan gruplar arası yiyecek paylaşımları mevsimsel besin miktarının hayli bol olduğu zamanlarda düzenlenir. Bu