Tom Standage

İnsanlığın yeme tarihi


Скачать книгу

etkilenmişlerdi. Ne var ki avcı-toplayıcı yaşantısı, bugün çoğu insanın yaşantısına kıyasla daha serbest ve daha eşitlikçi olsa da bunun her zaman cennetvari bir yaşam tarzı olmadığını söylememiz gerekir. Örneğin, bu gruplarda nüfusu kontrol altında tutmak için yeni doğmuş bebekler öldürülebiliyordu. Dahası avcı-toplayıcı gruplar arasında sonu gelmez çatışmalar baş gösteriyor; bu çatışmalar katliamlarla, hatta bazı durumlarda yamyamlıkla son buluyordu. Avcı-toplayıcıların kusursuz ve barışın hüküm sürdüğü bir ortamda yaşadıkları görüşü yanıltıcı olduğu kadar yanlıştır da. Yine de şurası çok açık: Büyük ölçüde besin miktarına bağlı olarak şekillenen avcı-toplayıcı toplulukların yapısı, içinde yaşadığımız modern toplumlarınkiyle çok büyük bir farklılık göstermektedir. Ne zaman ki insan tarım yapmaya başladı ve elde edilen besin miktarında çarpıcı bir dönüşüm yaşandı, işte o zaman her şey değişmiş oldu.

      “Büyük Adam”ın Doğuşu

      İnsanların yerleşik yaşama geçip, avcılık ve toplayıcılığın da tarıma dönüşmesiyle birlikte kurulan ilk köylerde yaşayan topluluklar, hâlâ büyük ölçüde eşitlikçi topluluklardı. Arkeolojik bulgular, nüfusun yüz kişiden fazla olmadığı bu en eski köy topluluklarının birbirine benzer şekil ve boyutta ev ve kulübelerden oluştuğunu göstermektedir. Ancak yerleşik yaşam ve tarıma geçişle birlikte, insanları zenginlik ve statü peşinde koşmaktan alıkoyan kurallar değişmeye; hiyerarşik bir yapılanmaya karşı insanın özünde var olan eğilimleri bertaraf etmek üzere geliştirilmiş toplumsal mekanizmalar aşınmaya başladı. Zaten bir yeri kalıcı olarak mesken tuttuğunuzda artı ürünle birlikte diğer şeylerin birikimini yapmaya başlamak mümkün hale gelir. Böylece toplumsal farklılaşmanın ilk emareleri belirginlik kazanmaya başlar: Evlerin diğerlerine kıyasla daha büyük olduğu; nadide bulunan deniz kabukları ya da gösterişli işlemeleri olan eşyalar gibi saygın görülen parçalara sahip köyler ile kimi mezarların kıymetli eşyalarla dolu olduğu, ama aynı dönemdeki diğer mezarlarda bunların bulunmadığı mezarlıklar… Tüm bu şeyler özel mülkiyet anlayışının hızla kabul edildiği anlamına gelmektedir (Paylaşmak durumunda kalındığında statü kazandıran eşyalara sahip olmanın bir anlamı yoktu). Süreç içerisinde, bazı insanların diğerlerine göre daha varlıklı olmasından hareketle toplumsal bir hiyerarşi kendini göstermeye başlar.

      Avcı-toplayıcıların besin bolluğunun olduğu yerlere yerleşip buraları mesken edinmeye başlamalarından hareketle, bazı yerlerde bu sürecin daha tarıma geçilmeden çok önce başlamış olduğu anlaşılır. Ancak tarıma başlanmaması bu durumun yaygınlaşmasına yol açmıştır. Pirincin M.Ö. 4000’lerde tarımsal bir ürüne dönüştürüldüğü Yukarı Yangtze Nehri üzerindeki Çin’in Hupei Havzası’ndaki ilk köyler, bu duruma iyi bir örnek oluşturmaktadır. Kazılarda ortaya çıkarılan 208 mezardan bazılarında incelikle işlenmiş eşyalar bulunurken diğerlerinde ölü bedenler dışında pek bir şey bulunmamıştır. Benzer şekilde, bugün Irak’ın kuzey sınırları içerisinde yer alan Tell es-Sawwan’da tarihi M.Ö. 5500’lere kadar giden 128 mezarda yapılan araştırmalar, mezarlarda ortaya çıkan eşyalarda gözle görülür bir farklılığın olduğuna işaret etmektedir. Mezarların bazılarında işlenmiş beyaz mermerler, egzotik taşlardan yapılmış boncuklar ya da çanak çömlekler bulunurken diğerlerinde hiçbir şey bulunmamıştır. Bu durumların her birinde karşımıza çıkan model aynıdır: Tarıma geçiş, beraberinde toplumsal tabakalaşmayı getirmiştir. İlk başlarda pek fark edilmese de sonrasında bu iyice belirginlik kazanmaya başlamıştır.

      Farklı ailelerin tarımsal üretimlerindeki değişikliği görmek çok zor değildir. Dahası belli besin maddelerini (özellikle kurutulmuş tahıl ürünleri) depolama becerisi de insanları kendi ürünlerine sahip olmaya daha meyilli hale getirmektedir. Depolanabilir artı ürünün başka şeylerle ticaretinin yapılabilmesinden ötürü böylesi bir birikim zenginlikle eş anlamlıdır. Ancak bazı sakinlerinin, diğerlerine nazaran daha fazla besin ve süs eşyası biriktirebildiği bir köy, yönetici seçkinlerin üretilen artı ürüne el koydukları ve bu artı ürünün kendi tükettikleri bölümünün dışında kalan kısmını da dağıttıkları ilk şehirlerin girift hiyerarşik düzeninden hâlâ fersah fersah uzakta bulunmaktadır. Peki, bu güçlü şefler nasıl ortaya çıktılar ve tarımsal artı ürünün kontrolünü nasıl ele geçirebildiler?

      Artı ürün ve diğer şeylerin akışı üzerinde denetim kurma konusunda başarı sağlayan ve böylece kendisine bağlı kişilerden bir grup oluşturabilen “büyük adamlar”ın ortaya çıkışı, eşitlikçi bir köy topluluğundan sınıflı yapıdaki şehir düzenine giden yolda atılan önemli bir adımdır. Şaşırtıcı olan, büyük adamın denetim kurmada kullandığı aracın şiddet değil cömertlik olmasıdır. Büyük adam, insanlara mal hibe ederek onları borca bağlıyor, insanlar da borçlarını bir dahaki sefere daha fazla mal ile karşılamak mecburiyetinde kalıyorlardı. Bu mallar da genellikle besin oluyordu. Böylesi bir işe başlarken büyük adam, diğerlerine verebileceği artı ürünü üretmek için kendi ailesini ikna etmiş olabilir. Sonra bunun karşılığında daha fazla besin elde edip bunun bir kısmını kendi ailesi arasında bölüştürüp, bir kısmını da diğer insanlar için elden çıkararak kendisine daha büyük bir borçlu kitlesi yaratmış olur. Dünyanın bazı yerlerinde büyük adam kültürleri hâlâ var olduğundan bugün dahi bu süreç gözlemlenebilmektedir.

      Örneğin, Melanezya’da büyük adam, borç vermek için kullanacağı kaynakları artırmak amacıyla çokeşli bir yaşam sürdürmek durumundadır. Eşlerden biri bahçeyle uğraşıp sebze-meyve yetiştirir, diğeri ormandan odun toplar, bir başkası da balık tutar. Bu kaynaklar özenle bir araya getirildikten sonra insanlara borç olarak verilir. Böylece insanlar borçlarına karşılık ileride büyük adama daha fazla ödeme yaparlar. Sonra büyük adam tekrar hibe dağıtımına girişir ve bu şekilde kendisine daha büyük bir borçlu kitlesi yaratmış olur. Bu durum besin üretiminin daha yoğun bir şekilde yapılmasına yol açar. Süreç içerisinde büyük adamın kendi “namını oluşturma” amacıyla düzenlediği büyük şölenlerde bu ilişki doruk noktasına ulaşır. Büyük adam diğer köylerdeki insanları da bu şölene davet eder. Bu şekilde onları kendine borçlu hale getirerek etki alanına dahil etmiş olur. Bu yolla büyük adam toplumun itibar sahibi, sözü geçen güçlü bir kişisi haline gelir. En büyük şölenleri verme ve kendisine daha büyük bir borçlu kitlesi yaratma amacıyla büyük adamlar arasında kızışan rekabet bu süreci daha da hızlandırır.

      Peki bu, büyük adamların zengin ve tembel oldukları anlamına mı gelmelidir? Kesinlikle hayır. Büyük adam için zenginlik, hiçbir şey yapmadan üzerine yatılacak bir şey değildir. Tersine, zenginlik elden çıkarılıp birine borç olarak verildiği zaman kullanışlı olan şeydir. Bazı durumlarda büyük adamlar kendisine bağlı kişilerden daha fakir bir duruma da düşebilirler. Örneğin, Kuzey Alaska’daki Eskimo gruplarında, balina avcılığı yapan kaptanlar, denizden uzakta, iç kısımlarda yaşayan karibu avcılarıyla ticari ilişkileri yürütmekle yükümlü olduklarından kendi gruplarındaki kıymetli malların dağıtımı ve dolaşımının kontrolüyle ilgilenmek zorundadırlar. Ancak aldıkları her şeyi elden çıkarmak zorunda olduklarından ve yardım için gelen ricayı da geri çeviremeyeceklerinden genellikle kendilerine bağlı kişilerden daha yoksul ve yoksun bir hale düşerler. Bu yüzden büyük adamlar da sıkı çalışmak durumundadır. Melanezya’daki bir gözlemciye göre büyük adam, “besin stoklarının devamını sağlamak için herkesten çok daha fazla çalışmak zorundadır. Şan şöhret peşinde koşan kişi kazandıklarıyla yetinemez, bu yüzden büyük şölenler düzenleyip olabildiğince fazla kişiyi borçlandırıp kendisine bağlamaya çalışmalıdır. Günün hemen her saatinde büyük adamdan ırgat gibi çalışması