Damon Young

Okuma sanatı


Скачать книгу

aynı türden bir anlayışın üzerimizde hiçbir etkisi kalmaz,” der Hume. Bu değer duygusu kişiliği değiştirir. O nedenle Borges’in edebi değerleri, kütüphanedeki maço iş arkadaşlarından farklıdır. (Bunlardan biri, kataloglanmış yazarlardan birinin daha isminin Jorge Luis Borges olmasını komik bulmuştu.) Ama Hume’un söylemeye çalıştığı şey açıktır: Merak, işin içine giren gerçeklik tarafından teşvik edilir. Büyük şeyler, sonsuzluklar, hayal dünyaları, yüzyıllık sırlar vb. Borges’in burnunu kitapların dibinde tutmasına neden olmuştur. Bunun önemli olup olmamasının bir değeri olmadığını söyler Hume. Bunların metafiziksel ihtişamları ya da politik faydaları tamamıyla uydurma olabilir. Önemli olan ana şey psikolojik önemleridir, aklı ilgili tutan ağırlıktır.

      Borges sürekli ve hararetle okumuş olsa da dedikodudan hoşlanan biri olmamıştır. Öyle ki, Elsa Astete Millán ile yaptığı son ve lanetli evlilik, kadının dedikodu merakıyla daha da içinden çıkmaz bir hal almıştır. (Bir arkadaşının iddiasına göre Borges, Elsa ile birbirlerini çok önceden beri tanıdıkları için evlenmişti. Tıpkı bir romanda göreceğiniz türden bir sebep.) İnceleme’de Hume, gerçek merak ve “komşuların yaptıkları ve içinde bulundukları duruma karşı, doyumsuz bir merak” arasında faydalı bir ayrım yapmıştır. Dedikodu çoğu zaman yenilik peşinde koşmak olarak çizilse de Hume, bu arzunun aslında yeni bir şeylere karşı duyulan korku olduğunu iddia etmiştir. Onların küçük dünyası durağan ve düzenlidir, değişikliği rahatsız edici bulurlar. “Çok ani ya da şiddetli değişiklik bizim için keyifsizdir,” diye yazmıştır, “nesneler kendi içlerinde ne kadar kayıtsız olsalar da geçirdikleri değişiklikler huzursuzluk yaratır.” Bu açıdan bakıldığında, dedikodu ve skandala arzu duymak, sinir bozucu belirsizliği uzaklaştırma yöntemidir.

      Borges, Dante’nin Araf’ını ya da H. G. Wells’in Görünmez Adam’ını eline aldığında dedikodunun ve emniyetli gerçeklerin avuntusunun peşinde değildir. Fanilik ve cismin idealist ihtiyatı konusundaki Budistvari yaklaşımı onu huzursuz biri yapmıştır. Borges ofisindeki raflarda tahmin edilebilirlik aramış olsa da bu beklentisi kitaplığının içeriği için geçerli değildir. Eserlere yıllar sonra geri dönme konusu da bundan kaynaklanmıştır. Bu, onun için kapakların içinde ve arasında yeni ilişkiler açığa çıkarma yoludur. “Yeniden okumayı, okumaya tercih ederim,” demiştir Maine Üniversitesi’ndeki bir grup dinleyiciye, “çünkü yeniden okuduğun bir şeyin detaylarına girebilirsin.”

      Babil’de Maceralar

      Borges’in edebiyatını allayıp pullamamak büyük önem taşır. Onda, John Updike’ın “The Author as a Librarian”da dediği gibi “ateşli bir dar kafalılık” vardır. Özellikle kadınlar tarafından yazılmış birçok muhteşem esere karşı dışlayıcıdır. Jane Austen, George Eliot, Virginia Woolf, Iris Murdoch İngiliz edebiyatının önemli yazarları arasında değildir onun için. Hangi kadın yazarları sevdiği sorulduğunda şöyle cevaplamıştır: “Sanırım kendimi bir tanesiyle sınırlandırırım ve o da Emily Dickinson olur.” Sosyal ve politik ilimler konusuna çok az ilgi gösterir ki bu durum Arjantin’le ilgili hantal görüşlerini derinleştirmiştir. Borges, cunta yönetimi altında öldürülen hemşerilerini görmezden gelmekle suçlandığında, kayıtlara geçen cevabı dehşete düşürücüdür: “Ben gazete okumam.” Biyografi yazarı James Woodall da onu “acınası bir tarihçi” olarak tanımlamıştır. Özetle Borges’in okuyucu olarak keyif aldığı şeyler kendine has ve bazen de budalacadır. Antik Yunan anlayışına göre ise mahrem ve benmerkezci.

      Yine de Borges’in merakı, belirli bir sınır içinde örnek alınasıdır. İlk kez okuyanları bu kadar etkilemesinin de nedeni budur. Borges okumak, Clive James’in tanımıyla “gençleri heyecanlandırması kesin olan entelektüel bir macera”dır. Arjantin’in Babil ve sonsuzluklarla birlikte Hume’un teorisine kattığı başkalığın önemi, her belirli ifadenin ardında bekleyen “belki”dir. Samimi olarak meraklanmak biraz gergin olmak; mevcut sayfayı, başka birçok ihtimalin ışığında yorumlanmış birçok ihtimalden biri olarak görmektir. Bu ne telaş ne de kendini beğenmişliktir. Borges’in durumunda olduğu gibi, sabır ve haysiyetle bir arada bulunabilir. Biraz tevazu hayatidir. İhtimaller sonsuz olduğu için son okuma diye bir şey mümkün değildir. Merak, okuyucunun bu keşiften memnun olmasına ve bu arayıştan zevk almasına izin verir. “Babil Kütüphanesi’nin gerçek kahramanı,” diye yazar Umberto Eco, “kütüphane değil okuyucunun ta kendisidir (…) hareket halinde, maceraperest ve her daim yaratıcıdır.”

      Gerçeğin Çekiciliği

      Belki de en hayati merak, varoluşun hissizliğine karşı olan dirençtir. Bir şeylerin çoktan ve açıkça varoluşu gerekli görünür. Meraklı okuyucu metne bir ihtimalmiş gibi davranır, birçok ihtimalin içinde bir tanesi gibi. Bu, eleştirmenlerin yaptığı bilinçli bir hamle, yazarı bir nevi yanlış romanı ya da şiiri yazdığı için köşeye sıkıştırma hareketi değildir. Bunun yerine merak, yaradılışın hassasiyetine karşı kadirşinas bir hassasiyettir; her sanat eserinin bir şeyin parçası olduğu hissidir.

      Örneğin Batman, kanuni bir ağırlığa sahiptir. Dönemin, hikâyeleri uyarlanan, hicvedilen ve on yıllar boyu kopyalanan sembol kahramanlarından biridir. Süper kahraman türü içerisinde, Yeşil Fener, Moon Knight ve Iron Man, Batman taklitleri olarak değersizleştirilmişlerdir. Bunlara ek olarak Çin, Rusya, Fransa ve Avusturya temsilciliklerinin resmi olarak ürettiği Kara Şövalye versiyonlarından söz etmeye gerek bile yok. Eğer bir yüzyıl geriye gidersek Zorro, Gölge ve Jean-Paul Sartre’ın sevgili Nick Carter’ı (Le Grand Detective Americain) gibi kahramanlar buluruz. Bunların arkasında da aralarında Sherlock Holmes ve Borges’in favorileri olan Wilkie Collins ve Edgar Allen Poe’nun bulunduğu daha geniş bir dedektif kurgusu türü bulunur. Popülerliğine rağmen Batman; gece infazcılarının, olağanüstü mantığa ve pahalı aletlere sahip dedektiflerin olduğu bir kitapta yalnızca bir sayfadır.

      Bu fark edildiği anda Batman özgün olmaktan, diğerlerinin ilham aldığı kalıp olmaktan çıkar. Bunun yerine kahraman, okuyucunun ihtiyaç duyduğu cevabı, daha doğrusu birçok şekilde yazıldığı için birçok farklı cevabı temsil eder. Batman başlı başına bir karakterden çok bir grup özelliği içinde barındıran bir isimdir. Batman’in çeşitli yorumlamaları ortak bir özsel ruha sahip değildir. Bunun yerine Ludwig Wittgenstein’ın Felsefi Soruşturmalar’ında tabir ettiği üzere “ailesel benzerlikler”e sahiplerdir. Kara Şövalye’nin her yeniden doğuşunda karakter, anne ve babasını küçükken kaybetmiştir ama Batman Thomas Wayne oğlunu kaybetmiştir. Çoğu öldürmez ama Batman Arkham Knight kabadayıları yakarak öldürür, sonra da onların dumanı tüten cesetlerinin yanında sevişir. Çoğu sessiz ve gaddardır; ama 1960’lı yılların televizyon Batman’i daha konuşkan ve şakacıdır. Neredeyse hepsi siyah, mavi ve gri giyer ama “Gökkuşağı Batman” bir terzilik isyanıdır. Her hikâye, yalnızca uyarlamalardan oluşan bir uyarlamanın kendine has versiyonundan başka bir şey değildir: Özgünlük ihtimallerden oluşur, esasi bir özden değil.

      Merak, bu şekilde tesir ve yineleme peşinde koşmak anlamına gelmek zorunda değildir, doğruları bulmakla da ilgili olabilir: Örneğin Batman gibi huzuru sağlamaya çalışsa da aslında kanunlara karşı gelen birinin emeklilik zamanı gibi. (Nörolog E. Paul Zehr’e göre felç edici sakatlıktan birkaç sene önce.) Yaşamöyküsel olabilir: Batman markasının ardındaki hukuki ve etik çatışma gibi. Elbette, süper kahramanlarla ilgili olmak zorunda değildir; en basit tanımıyla bu ikonik karakterler keşif oyununu daha net biçimde ortaya çıkarırlar. Merak, tahmin edilemez sonuçlara yol açar. Batman üzerine Alan Moore’u, özgürlük üzerine John Stuart Mill’i, asil New York üzerine Edith Wharton’ı ya da ejderhalar üzerine Ursula K. Le Guin’i okurken önemli olan her zaman edebi dünyanın sınırlarını zorlamaktır.

      Merak,