Turhan Tan

Safiye sultan


Скачать книгу

numaralar yaptırmakla vakit geçiriyordu. Deli Cafer’le Kara Kadı’nın biraz uzak dolaştığını sezmekle beraber bu durumdan kuşkulanmış değildi. Onların gemi idaresiyle meşgul olmak yüzünden kendisini fazlaca ihmal ettiklerini sanıyordu. Zaten cüceler varken, o ihtiyar kurtlara ihtiyaç da hissetmiyordu. Çünkü o insan komprimeleri de Deli Cafer kadar, Kara Kadı kadar vukuf ile şehzadeden bahsedebiliyor, onu hülyalarında şevke getirebiliyordu. İşte korsan gemisi, sahipleriyle güzel tutsak arasında -yaratılış farkı ve ahlak kurallarındaki benzemezlik yüzünden- meydana gelen ruhsal ayrılığın gün başına çoğalıp durmasına rağmen arızasız yoluna devam etti. Rodos Adası’na yanaştı, oradan Anadolu yakasına doğru süzülerek Marmaris Limanı’na girdi.

      O devirde bütün Anadolu limanlarına sık sık korsan gemileri uğrardı, malzeme ve hatta tayfa tedarik ederlerdi. Fakat Deli Cafer gibi, Kara Kadı gibi adları yıllardan beri dillerde dolaşan kahraman denizcilerin limanlarda görülmesi pek seyrek olan şeylerdendi. Onun için Rodoslular da, Marmarisliler de büyük bir heyecan göstermiş ve iki ünlü kaptanı alkışlamak için kıyılara dökülmüştü. Bu heyecan onların Manisa’ya gideceğinin ve büyük şehzadeye kıymetli savaş ganimetleri sunacağı haberinin yayılmasıyla bir kat daha arttı.

      Deli Cafer’le Kara Kadı, at, tahtırevan bulmak ve bir kervan kurmak zorunda olduğu için şehzade sarayına gideceklerini Marmaris memurlarına söylemeyi gerekli görmüştü. O memurlar bu noktayı öğrendikten sonra telaşa düşmüştü. Ünlü reislerin istedikleri şeyleri aramaya koyulmuşlardı. Halk da yine bu yüzden Manisa’ya bir dünya güzelinin götürüleceğini öğrendiklerinden korsan gemisini adeta göz hapsine almıştı. Gece ve gündüz izliyorlardı. Bafo da cücelerle bile avunamayacak kadar sabırsızlanmıştı. Bir ayak önce, karaya çıkmak istiyordu, Deli Cafer’le Kara Kadı’yı sıkıştırıp duruyordu. Nihayet karaya çıkma hazırlıkları bitti. Venedikli güzele kalın tülden uzun bir peçe örtüldü, büyük bir özenle gemiden çıkarılıp kıyıya götürüldü. İhtiyar korsanlar, onun karaya ayak basmasıyla beraber tahtırevana girebilmesi için lazım gelen önlemleri almıştı. Fakat halkın gösterdiği büyük ilgi yüzünden bütün tedbirler altüst oldu ve Bafo bir kısmı Rodos’tan kayıkla Marmaris’e gelmiş yüzlerce adamın ortasında kaldı. Bu meraklı kütle, şehzade sarayına gitmekte olan bir kadına el sürecek kadar kaba davranmıyordu. Ancak kendilerine dünya güzeli olarak tanıtılan bu kızı yakından görmek de istiyorlardı. Bundan ötürü onu kademe kademe sıkıştırıyor ve bir çalımına getirip peçesinden ayırmaya savaşıyorlardı.

      Deli Cafer, Kara Kadı ve yanlarındaki leventler, kalabalığın bu durumuna bakıp sinirleniyor, Bafo’yu tahtırevana sokma azmiyle didinip duruyordu. Kız, halkın dilini anlamadığı halde ne istediklerini sezmişti, pabuçlarının üstüne kadar uzayan tülün altında fıkır fıkır gülüyordu. Hamlesiz ama hararetli bir kütlenin ruhundaki heyecan onun da şuhluk damarlarını şahlandırmış gibiydi, zararsız cilve oyunlarıyla o halkı, biraz daha çileden çıkartmak, biraz daha delirtmek istiyordu.

      Fakat korsanlar sert bazularının ve onlar kadar kuvvetli bakışlarının yardımıyla kalabalığı yardığından Bafo’nun düşüncesi yetim kalmaya mahkum görünüyordu. Bunu kendisi de anladığından iki yanındaki Deli Cafer’le Kara Kadı’nın adımlarını birden ve bir sözle sendeletti:

      “Bu zavallılar,” dedi, “ne istiyor?”

      Bunu söylerken durduğu için korsanların sessiz, lakin yorucu bir mücadele sonunda elde ettiği kazanç kaybolmuştu. Tahtırevana gidecek kısa yol yine uzaklaşıvermişti. Çünkü yoldan çekilenler Bafo’nun durmasından yararlanarak yine araya sokulmuştu.

      Deli Cafer, nasıl bir işvebazlığa yenildiklerini anlamakla beraber soğukkanlılığını korudu, cevap verdi:

      “Sizin yüzünüzü görmek istiyorlar.”

      “Onlar için bu, zahmete değer bir şey midir?”

      “Öyle olmasa, böyle davranırlar mıydı?”

      Bafo, bir el darbesiyle peçeyi sol omzuna attı, hafifçe terlemiş olan gümüşten beyaz ve gülden yumuşak yüzünü o mis kokulu jaleleriyle birlikte halka gösterdi, üstelik bir tebessüm yağmuru içinde o kalabalığı sersemletti, sonra sağına soluna selam vererek yürüdü. Korsanların demir omuzlarına karşı koyarak yerini dakikalarca koruyan kalabalık, onun yüzünü açıp yürümeye başlaması üzerine güneş görmüş çığlara döndü, adeta eridi ve Bafo, kısa bir süre içinde tahtırevana ulaştı.

      Deli Cafer’le Kara Kadı onun yüzünü açmasına, halka tebessümler dağıtmasına sinirlenmişti. Lakin kalabalığın baskısından ancak bu sayede kurtulduklarını da göz önünde bulundurduklarından kıza bir şey söylemiyorlardı. Yalnız somurtuyorlardı. Bafo, güzel şallarla süslenmiş tahtırevana binerken, o somurtkanlığı da gidermek istedi.

      “Dostlarım,” dedi, “Venedik’te herkesin gördüğü bir yüzün burada herkese kapalı kalması saçmadır. Sizin de benim gibi düşündüğünüzü sanıyorum.”

      Ve telaşlı bir tavır alarak korsanlara sordu:

      “Cücelerim nerede, onlar mutlaka benim yanımda, dizlerimin dibinde bulunmalıdır.”

      Deli Cafer isteksizliğine rağmen gülümsedi, tahtırevanın perdesini açarak küçük, hasır bir sandık gösterdi.

      “Onlar, bu sandığın içinde. Kendilerini açıkta getirseydik, bir hücuma daha uğrardık. Belki herifçikleri ezdirirdik. Onun için sepete koyup taşıttık.”

      Biraz sonra kafile hareket etti. On korsan atlı olarak tahtırevanın önünde ve ardında yürüyordu. Manisa’ya doğru yol alıyorlardı. Venedik’i ve Venediklileri bütün Avrupa’da eşi olmayan bir güzele sahip olma zevkinden, mutluluğundan yoksun bırakma ve o güzeli Türk yurduna mal etme kaygısı… İşte, Deli Cafer’le, Kara Kadı’yı yetmişinden sonra böyle sıkıntılara düşürüyordu. Onların yeryüzünde kimseden korkuları ve kimseye sunulacak dilekleri yoktu. Hür bir hayat içinde mertçe ve pek mutlu yaşıyorlardı. Fakat her şeyin en güzelini vatanlarına layık gördükleri için Kubat Çavuş’un uyarısı üzerine Bafo’yu da Türkiye’ye götürmeye karar vermişlerdi. Şimdi, o kararı yerine getirmek için at üzerinde seyahat külfetine katlanıyorlardı. Gemilerini bırakıp karada dolaşıyorlardı.

      Bafo, dizlerine oturtarak masallar söylettiği, taklitler yaptırdığı cücelerin sayesinde zaman ve mekanı unutmuş gibiydi. Lakin ardı arkası kesilmeyen kahkahalarına, sonsuz neşesine ve yolculuk zahmetlerini hissetmiyor gibi görünmesine rağmen göz bebeklerinde sık sık bulutlar dolaşıyor ve gün geçtikçe neşesine bir sahtelik rengi bulaşıyordu. O, kanatlanıp uçmak ve uça uça baht yolundan taht yoluna geçmek istiyordu. Bunun imkansızlığını ve varacakları hedefe tahtırevan katırlarının adımlarıyla ulaşmaktan başka çare olmadığını düşününce işi kayıtsızlığa vuruyor, cüceleriyle oyalanmaya koyuluyordu.

      İşte bu şekilde Kargasekmez Boğazı aşıldı, Gökova geçildi, Karabağ’a ulaşıldı, nihayet Yamanlar Dağı göründü. Manisa o dağın eteğinde ve dağdan dökülüp gelen üç ırmağın ortasında sakin ve mutlu, uzanıyordu. Deli Cafer’le, Kara Kadı atlarının başını şehzade sarayına doğru çevirmişti. Doğrudan doğruya o şehzadeye konuk olmak ve Bafo’yu hanlarda yatırmamak istiyorlardı.

      Onlar, Türk yurdunda her kapıyı kendilerine açtıran bir anahtar taşıyordu. Şöhret! Ege, Akdeniz, Marmara, Karadeniz, Kızıldeniz kıyılarında olduğu gibi Bağdat’a, Viyana yakınlarına kadar uzanan iç ülkede de Deli Cafer ve Kara Kadı adını duymayan hemen hemen yoktu. Barbaros’un adını ölümsüzleştiren ve onun açtığı yolu genişleten deniz hamlelerinin çoğuna bu iki yiğit Türk de katıldığı için pek derin