Murat Toktamışoğlu

Yeni bir hayat


Скачать книгу

heyecanlarımızı, tutkularımızı, düşlerimize ne kadar yaklaştığımızı veya ne kadar uzaklaştığımızı, nereden gelip nereye gittiğimizi düşünüyoruz?

      İnsanın kendiyle göz göze gelmesi zordur, gözünün içine bakarak hayatını sorgulaması zordur. Bu nedenle aynaya bakarken gözümüzü kaçırırız kendi gözlerimizden. Aynanın karşısında bedenimize dalarken ruhumuzu yitiririz gözlerimizin derininde bir yerlerde.

      Şöyle geçin bir aynanın karşısına ve geçmişinize bir dönün. Çocukluk günlerinize, gençliğinize.

      Ben şimdi aynaya bakıyorum. Gözlerimin içine bakıyor ve düşlerime dalıp gidiyorum işte…

      Bahçesinde dut ağacı, tavuk ve horozlar olan bir apartman dairesinde oturuyorduk ben çocukken. Siyah beyaz fotoğraflarım var hala artistik pozlar verdiğim ve artist gibi babamla birlikte çekildiğimiz. Annem gülümsüyor. Duvarlarda aile fotoğraflarımız asılı.

      Annemin çocukluğu, dayımlar, teyzemlerin çocukluğu ve dedem ile anneannem poz vermişler. Hepsi ciddi. Tabi gülmek o kadar kolay değil o zaman. Fotoğraf çektirmek ciddi iş. Bizim de böyle aile fotoğraflarımız var. Ben, annem ve babam. Kardeşim yedi yıl sonra teşrif edecekler kıvırcık saçları ile. Halalarımla, amcalarımla, teyze ve dayılarımla fotoğraflarımız var.

      Şimdi yerini digital teknoloji aldı, artık fotoğraf stüdyolarına da gitmiyoruz aile fotoğrafları için. Çektirmiyoruz da, çektirdiklerimize bakmıyoruz da. Bir kenara atıyoruz. Yıllar sonra, ne kadar gençmişim diye hayıflanırken bakıyoruz belki de. Gençliğimiz, düşlerimiz, heyecanlarımız, umutlarımız siyah beyaz fotoğraf karelerinde kalıyor. Yıllar geçtikçe de sararıp soluyor. Ben tekrar çektireceğim o fotoğraflardan ve duvarıma asacağım. Arkasına da hayallerimi, hedeflerimi yazacağım ki sonradan nereye ulaşmışım bileyim.

      Bir kitabın adı, en sık kullandığım cümlerden birisiydi çocukluğumda “Bir maniniz yoksa annemler size gelecek”. Misafiri çok severdim. Gitmeyi de gelmelerini de. Evcilik oynardık kız çocukları ile. Biraz yaramazdım da galiba. Anneme sormalı doğrusunu. Evde her dolabı karıştırırdım. Annem çikolataları, şekerleri saklardı ben bulurdum. Muhallebileri soğusun diye yere bırakırdı ben hepsine parmaklarımı sokardım.

      O zamanlar doğalgaz diye bir şey yoktu. Havagazı vardı, ispirto ocakları vardı. Evimizin o güzelim yemekleri orada pişerdi. Babamın gelmesini beklerdik akşam yemekleri için. Gelince ne kadar sevinirdim bilemezsiniz. Öğlenleri babam işten eve gelir öğle yemeğini yer öyle giderdi tekrar işe.

      Ben de işe giderdim bazen onunla. Dairede resimler yapardım. Güzel resimler. Ben hiç çöpten adam çizmedim hayatımda biliyor musunuz? İlkokul ikinci sınıfta İsmet İnönü’nün karakalem portresini yapmış adamdım ben. Tarkan’ı, Karoğlan’ı severdim. Az mı Tarkan ve Kurt resmi çizdim. Fakat hep bir hobi olarak kaldı bu yeteneğim, sadece bir hobi. Çünkü metematik, çünkü coğrafya daha önemli ve ciddi işti resim çizmekten.

      Siyah önlükle 10 Kasım günü ilkokulum Ergenekon İlkokulu’nda şiir okurken bir fotoğrafım var görmelisiniz. Saçlarım alaburus kesilmiş. Şimdilerde moda, fakat o zamanlar hiç de istemezdim böyle kesilmesini.

      Kara kuru bir çocuktum. Bakınca ilkönce kara kaşlarını ve kara gözlerini gördüğünüz bir çocuktum ben o zamanlar. Öğretmenim karagöz diye severdi beni. Şimdi de oğluma “kara kuzu” diyorlar. İlkokul öğretmenimizi hiç unutmadık. Biz vefalıyız. Arar, sorarız birbirimizi hala.

      Bana ilk alınan üç tekerlekli bisikletimi de hiç unutmam. Ben memur çocuğuydum birçoğunuz gibi. Annem ev hanımıydı. Bizsikleti ulustan almıştık. Dünyalar benim olmuştu. Babamı, annemi daha çok sevmiştim o gün. Sonradan öğrendim sevginin maddi şeylerle bağlantısı olmaması gerektiğini. Ama öğrendim ya önemli olan budur zaten. Öğrenmek.

      Arçelik buzdolabımızın kapısı yıllarca çizik kaldı bisiklet sevdam yüzünden.

      Daha sonra Pinokyo’m olmuştu. Bal renginde. Kız bisikleti diye alay edenler de olurdu, fakat ben ustalıkla binerdim ona.

      Babam üstünde yelkenli resmi olan bir after shave kullanırdı. Old Spice marka. Ben de çok özenirdim o kokuya. O zamanlar modaydı Old Spice kullanmak. Fakat modası geçmeyecek, en çok özlenen koku sevdiklerinin kokusu bunu da biliyorum.

      İncesu’da otururken derenin altında aktığı bir park vardı evimizin önünde. Çimlere basamak o zamanlar da yasaktı. Biz binlerce kez basardık, top oynardık. Bekçinin düdüğü ile korkarak kaçışırdık her seferinde etrafa. Bazen bekçi sinsice yaklaşır birimizin kulağından yakalardı. Belki de yakalanma riski oyundan daha çok keyif almamızı sağlardı. Bekçi de bekçiliğinden keyif alırdı.

      Annem balkondan bağırırdı yukarı gel diye. Çıkarabilene aşkolsun. Sokak çocuğu olmuştum ben.

      Kukalı saklambaç oynardık. Yakan top, aldım verdim ben seni yendim. Çivi oyunu vardı çamurda oynadığımız.

      Müsellesi ve misketi iyi beceremezdim. Renk renk bilyalarım vardı benim o zamanlar. Yüzlerce, binlerce. Amcam Almanya’dan getirirdi. Bir seferinde hepsini ütülmüştüm. Nasıl da ağlamıştım tahmin edin. Evet o zamanlar da erkek çocuk olmama rağmen ağlardım ben. Bana içli çocuk derlerdi.

      Komikçilik diye bir şey uydurmuştum, apartmanın kapısında doğaçlama tiyatro oynar herkesi güldürürdüm. Yetenekli çocukmuşum o zamanlar.

      Bahçelere dalar, dut yemeye çalışırdık, heyecan içinde. Bahçenin sahibi her an çıkabilirdi.

      Mahallemizin delisi vardı, Apti. Şimdi ne yapıyor acaba. Kurtulmuşmudur yaşamaktan acaba? Ondan da korakardık, fakat severdik de onu. Neden delirmişti ki? Peki biz çok mu normaliz? Bu korkular, heyecanlar hayatı daha keyifli yapardı o zamanlar.

      Satıcılığımda iyiydi. Simitte sattım siyasi liderler gibi. Çekirdek de, su da, elma da sattım. “Var mı buzzzzzzz gibi soğuk su içeeeeeeen?” böyle bağırmak zordur. Hele biraz da içine kapanık, utangaç bir çocuksan daha zor. Ama ben bağırdım. Hayvanat Bahçesinin yolu üstünde buz gibi soğuk sular sattım, zabıtalardan kaçtım. Kendi kazandığın paranın tadını, değerini o zamanlar öğrendim ben.

      Tommiks, Teksas, Tombraks, Yüzbaşı Volkan, Mandrake, Baltalı İlah Zagor, Kaptan Swing okurdum. Sonra da onları satardık.

      “Şans Kader Kısmet Beş Kuruş” hazırlar çekiliş yapar para kazanırdık. Macuncudan rengarenk macunlar almayı, alıçları boynumuza asmayı, yeşil yeşil nohutları ağzımıza atmayı, pamuk şekerini büyük iştahla mideye indirmeyi, ara sıra elma şekeri ile dudakları kırmızıya boyamayı severdik.

      Atalay en iyi arkadaşımdı. Annesi de annemin. Birbirimizi severdik. Uzun süredir görüşemiyoruz. İşte böyle oluyor. Büyüdükçe uzaklaşıyoruz birbirimizden, ailemizden, kendimizden, düşlerimizden.

      Kamyonlar nedense hep kırmızıydı sanki o zamanlar. Oyuncak kamyonlar da kırmızıydı. Terzi Demir amca vardı allah rahmet eylesin babamın yakın arkadaşı. Alman kataoglara bakardım orada. En çok da iç çamaşırı sayfalarına.

      Aşık da olurduk o zamanlar. Fakat sevdiğimizi söyleyemezdik. İlkokuldan itibaren sevdiğimi söyleyemediğim aşklarım oldu her zaman. Diyorum ya içine kapanık bir çocuktum ben diye.

      Evimizin arkasında kömür deposu vardı. Odunları da balkona koyardık. Tahmin edeceğiniz gibi evimiz sobalıydı. Annemin hayali hep kaloriferli bir daireydi. Ne zaman “Devlet Lojmanı”na taşındık kalorifere kavuştuk.

      Haftada iki veya bir gün banyo günüydü. Öyle her zaman yıkanamazdık şimdi ki gibi.

      Sokaktan yoğurtçu ve kalaycılar geçerdi.

      Yukarı mahalle ile maçlar, kavgalar yapardık. Biz