Murat Toktamışoğlu

Yeni bir hayat


Скачать книгу

içinizdeki eziklik, pişmanlık duygusundan binlerce kat daha iyi bir duygudur.

      Hayatında deneyen, sorgulayan bir insan artık çekingen, içe dönük, başarısız olma korkusu ile kovuğuna çekilmiş, içi kurumuş ceviz benzeri ruhlardan olmayacaktır. Onlar artık özgürdür.

      Denemelerinizi, adımlarınızı ne kadar sıklaştırırsanız başarıya o kadar yakınlaşacaksınız. Sınırlarımızı zorlamıyoruz, çemberin dışına çıkamıyoruz, kendi sınırlarımızın ve yeteneklerimizin bile farkında değiliz.

      McMurphy’nin mücadeleci ruhuna sahip olabiliriz. Hem kendi iç dünyamızı, hem de çevremizdeki dünyayı keşfetmeye çıkabiliriz. Filmi seyredin ve filmdeki rollerden hangisini hayatınızda oynuyorsunuz düşünün. Beğenmiyorsanız rolünüzü değiştirin.

      Bunu yapabilirsiniz. Her şeye baştan başlayabilirsiniz. Evet, başlayabilirsiniz…

ZİHİNSEL FİTNESS

      1. Hayatta denemeyi çok istediğiniz ama cesaret edemediğiniz şeyler neler?

      2. Neden cesaret edemediniz, nedenleriniz nedir?

      YİTİRİLENLER HAYATIMIZDAN…

      Bir insanın sahip olduğu bir şeyi yitirmesi kötüdür. O zamana kadar değerini bilmese de en acı şekilde anlar değerini bir şeyi yitirdiğinde. Yitirilen şeyin acısı taş gibi oturur böğrüne. Gırtlağında düğümler, midesinde kramplar, kalbinde çarpıntılar, gözlerinde yaşlar olur.

      Yitirmek bir şeyleri kötüdür. Hayatında belki o güne kadar farkına varmadığı bir doluluğun boşluğu oluşur aniden. Bir şeyler eksiliverir hayatından. Fakat hayat devam eder. Etmek durumundadır zaten sizi bekleyecek hali yoktur.

      Sevdiğini yitirir, anneyi, babayı yitirir, evladı yitirir, sağlığını yitirir. İşini yitiriverir insan birden. Hep orada onunla olacağını zannettiği şeyleri yitirir. Yitirilen şeyin acısı taş gibi oturur böğrüne. O zaman anlar ki doyamamıştır.

      Hayata bir başka bakar yitiren insan. Birçok şeyin önemi kalmaz artık onun için. Bir parçası dünde kalır hep. Artık bir ömür değerini bilir yitirilen şeyin. Yitirmek bombok bir şeydir.

      Her geçen gün, her dakika, her saniye bir şeyleri yitiriyoruz. Yitiriyoruz da ne kadar farkındayız bunun orası şüpheli. Ya da ne kadar değerini biliyoruz sahip olduklarımızın?

      Aslında farkında olmamak da bir kayıp değil mi? Büyüyoruz anneyi babayı yitiriyoruz daha onlar yaşarken. Bir tabak daha eksiliyor sofralarından. Gençliğimizi yitiriyoruz. En kötüsü bugünlerde de gururumuzu. Belki de en önemlisi umutlarımız eksiliyor hayatımızdan, soframızdan farkında bile olmadan. Ele ele tutuşmanın, bir sıcak busenin tadını yitiriyoruz. Sıradanlaştırıyor, standartlaştırıyoruz hayatı.

      Eksilenlerin farkında olmadığımız için oluyor bunların hepsi. Yitirdiklerimizin farkında olmadığımız için bize ceza veriliyor sanki. Farkında olduğumuz zaman yitirmenin, acı çekiyoruz. Rezalet bir acı hem de. Sevdiğini onu en çok sevdiğinin farkında olduğun zaman yitirmenin acısı gibi bir acı.

      Fakat yitirdiklerimizin çoğunun farkında bile değiliz ne yazık ki. Oysa onlar bir zamanlar bizi mutlu etmişti. Farkında olmasak da varlıklarından dolayı daha güçlü, daha tutkulu, daha umutla bakıyorduk hayata. Zaten farkında olmadığımız için yitiriyoruz ya onları.

      Sağlığımız bile bir ömür boyu bizimle değil. Bugünlerde herkes, her şey kaypak, güvenilmez. En başta da biz, kendimiz…

      Özgüvenimiz, heyecanlarımız, coşkumuz, dürüstlüğümüz, cesaretimiz, öğrenme isteğimiz, hayata tutunma kararlılığımız…

      Yitiriveriyoruz hepsini yaşamımızdan birer birer. Güneşin doğmasının güzelliğini, yağmurda ıslanmanın tadını, aşık olmayı, basit bir öpücüğün heyecanını, seni seviyorum demenin, seni seviyorum denilmenin güzelliğini, çok susamışken kana kana, lıkır lıkır içilen bir gazozun boğazınızı yakarken hissedilen doyumu, bir bakışın delip de geçmesini yüreğini, eve erken gelen bir babanın sevincini, pazar sabahları hep birlikte yapılan kahvaltıların güzelliğini, tüm ailenin yine bir arada olmasının verdiği huzuru ve güveni, sıcacık bir çıtır simitle birlikte içilen demli bir çayın keyfini, eşinle, belki de çocuklarınla birlikte olmanın mutluluğunu yitiriveriyoruz yaşam soframızdan, kanıksıyoruz, sanki bir ömür boyu bizimleymiş bize tapuluymuşlar gibi yaşıyoruz.

      Bizi mutlu eden, bizi biz yapan, bizi insan kılan ufak şeylerin farkındalığını yitiriyoruz farkında bile olmadan. Evlilik yıldönümleri, yaş günleri, anneler, babalar günleri görev günleri oluveriyor asıl amacından saparak. Oysa her gün o gün olmalı.

      Her günü evlilik yıldönümü, ilk öpüştüğümüz gün, ilk elini tuttuğumuz gün, onu ilk gördüğümüz gün, doğum günü, anneler-babalar günü gibi kutlasak ne olur? Öyle yaşasak her günü ne kaybederiz?

      Zaten kaybediyoruz, zaten sıradanlaştırıyor, vasatlaştırıyor, görevler haline getiriyoruz ilişkilerimizi. Bayramları artık tatil diye seviyoruz. Şehirden kaçmak için bahane olarak görüyoruz. Evdeysek bile kapıları açmıyor deliklerden usulca bakıyoruz çıt bile çıkarmadan. Telefonları açmıyor, şöyle bir rahat rahat uyusak diyoruz içimizden. Oysa unutuyoruz ölümün uyumak demek olduğunu ve zaten er ya da geç hepimizin bir gün istediği kadar uyuyacağını.

      Uyuyarak hayatı kaçırıyoruz. Bayramdan kaçarak ilişkileri yitiriyoruz, ruhumuzu bilmeden öldürüyoruz. Zul geliyor bize bayramlaşmak artık. Oysa çocukluğumuza geri dönünce şimdiki çocuklar için anlamı tatil olan bayramların anlamı değişiveriyor birden bizim için.

      Kent Şekerlerinin reklamları hatırlatıyor bize çocukluğumuzu ne yazık ki.

      Yanımızda ihtiyacımız olduğu zaman bize öğüt verecek bir anne, bir babayı onlar yaşarken bile bile yitiriyoruz. Unutuyoruz bir yerlerde bizi bekleyen yüreklerin olduğunu.

      Unutuyoruz sesimizi duydukça keyiflenen, bizi gördükçe, sarıldıkça bize, bize öğüt verdikçe, konuştukça bizimle gittikçe gençleşen birilerinin olduğunu.

      Kart atmayı da unuttuk almayı da. Mektuplara “Uzun süredir yazamadım ama…” diye başlamayı da…

      SMS’leşiyoruz. Şimdilerde twit atıyoruz, face’ten haberleşiyoruz.

      Umarsız oynanan kartopları, yapılan kardan adamlar,

      Çok sevdiğin bir ayakkabıyı giymek,

      Kendini her geçen gün daha iyi hissetmek,

      Gelen misafirlerin, gidilen misafirliklerin güzelliği,

      Aşk acısı çekmenin, saatlerce telefon başında beklemenin mayhoş tadı,

      Ve daha nice şeyler…

      Ortalama yaşam süresi uzuyormuş Türk insanının.

      Bana ne! Uzasa ne olacak ki? Yitiriveriyoruz hayatımızdan tüm güzellikleri ışık hızıyla…

ZİHİNSEL FİTNESS

      1. Şöyle bir bakın geçen yıllara. Çocukluğunuza, gençliğinize bakın neler eksilmiş hayatınızdan tekrar bir hatırlayın ve yitirilenleri yazın…

      OLAĞANÜSTÜ BİR YAŞAM…

      Sıradan mısınız? Herkes gibi bir hayat sürdürüyor, herkese benzer düşler kuruyor, herkesin yaptıklarına benzer şeyler yaparak yola devam ediyorsanız heyecanlarınız da, hedefleriniz de yaşamınız da sıradandır.

      Sıradan bir insansanız başarının anlamı da sizin için sıradan olacaktır. Sıradan olmak vasat olmaktır. Normal olmaktır. Fiziksel, ruhsal anlamda normal olmak iyidir. Ancak düşünceler, heyecanlar, inançlar, tutkular, coşkular anlamında normal