Ebubekir Hâzim Tepeyran

Hatıralar


Скачать книгу

henüz çıkmamıştı. Haber verdirdim. Biraz sonra “Hayrola?” diyerek kapıdan girdi. O gece hiç uyumamış. Kendisine vaziyeti anlatmaya çalıştım. Fakat mesele fıkıh kuralına gelince bu noktayı evvela kavrayamadı. O zaman kuralın çıktığı rivayet olunan şu hikâyeyi naklettim:

      Hazreti Peygamber, galiba damadı Osman ile Medine sokaklarından birinden geçerken, önüne bir adam çıkarak oradaki evini şereflendirmelerini rica etmiş. Pek mütevazı olan peygamber, adamcağızın evine girmiş ve Osman da kendisini takip etmiş. Ev sahibi fazlasıyla sevinerek büyük misafirlerine hurma takdim etmiş. Peygamber hemen yediği hâlde, Osman’ın evvela durakladığını farketmiş ve sonradan sormuş:

      “Ya Osman, ev sahibinin ikramını kabulde neden tereddüt ettin?”

      “Tereddüt ettimse de, sizin yediğinizi görerek ben de yedim. Tereddüdümün sebebi, bu adamın dilenci olduğunu bilmemdir. Şeriatımızda muhtaç olmayanların sadaka yemesinin haram olduğunu ve bu hurmaların o adama sadaka olarak verildiğini hatırladım.”

      Peygamber:

      “Sözün doğrudur. Fakat o hurmalar sadaka olarak o adama verilmiştir. Bize ise ikram ediliyor. Yani o sadaka suretinde, biz ise ikram şeklinde sahip oluyoruz. Sahip olmak şekli değişince hurmaların mahiyeti de değişmiş oluyor.”

      Abdurrahman Paşa bu hikâyeyi dikkatle dinledikten sonra:

      “O hâlde, ne yapacağız?” diye sordu.

      “Yol açılmasına devam etmelerini belediyeye emretmekle beraber Nafia Nezaretine de şu mealde bir cevap yazmak gerekir.” diyerek gece hazırladığım telgraf müsveddesini takdim ettim.

      Nafia Nezaretine

      “C. 5 Eylül 1308. (1892) Mösyö Kiffe’nin şikâyeti haksızdır. Yol açılmak istenen arsa, fiyatı gittikçe arttırılarak birkaç defa şirket tarafından muhtelif şahıslara satılıp tekrar alınmak suretiyle senelerden beri şehir arazisine karışmış ve belediye kanunları hükümlerine girmiştir. İmtiyazla ilgisi kalmadığından, belediyece yol işine devam edilmektedir…”

      Paşa müsveddeyi birkaç defa okuduktan sonra galiba içinden “Ne olur ne olmaz, ihtiyatı elden bırakmayalım!” diyerek sonunu çizdi, yerine “Şu hâle nazaran icap eden muamelenin bir an evvel yazıyla bildirilmesi dileğimizdir.” diye yazdı.

      İki gün sonra paşa, aşağı kattaki odamın elektrik zili ile beni çağırdı. Bu meselede beklenen telgraf hiç hatırıma gelmedi. Merdiven basamaklarını ikişer ikişer çıkarak paşanın odasına girdim. Meğer hemen kapıda gülerek beni bekliyormuş. Girer girmez Nafia Nezaretinin şu telgrafını elime tutuşturdu:

      “C. İta buyurulan izahata nazaran şirketin şikâyeti haklı olmadığı anlaşıldığından, belediyece başlanan ameliyata devam ettirilmesi irade-i fahimanelerine menuttur.” (Verilen bilgiye göre şirketin şikâyetinde haklı olmadığı anlaşıldığından belediyece başlanan işlere devam ettirilmesi padişahın iradelerine bağlıdır.)

      Ben telgrafı okuduktan sonra “Berhudar ol!” diyerek, iki eliyle yüzümü okşadı.

      On yıl geceli gündüzlü ve birkaç yıl da uzun ve kısa aralarla, yani o Adliye Nezaretinde, ben ayrı yerde yahut Şûrayı Devlet azalığı ile İstanbul’da bulunduğum müddetçe yazılarını yazdığım hâlde bu duaya ilk ve son defa İzmir’de muhatap oldum.

      Paşa:

      “Gördünüz mü?” dedi. “Size zorla kabul ettirdiğim İdadi Mektebi Mecelle ve Kavanin-i Mülkiye hocalığı şimdi ne kadar işimize yaradı!”

      Tavas Kaymakam Vekili ve Sırtlan Tutan İsa Dayı

      Elli yıl kadar önce Mülkiye Mektebi mezunlarını üçer yıl valiler yanında kaymakamlık stajına gönderirlerdi. Bu stajyerlerin sayısı İzmir Valiliği’nde on ikiden aşağı düşmezdi. Bunlar arasında zeki ve iyi tahsilli olanlar bulunduğu gibi mektebin neresinden çıktığı anlaşılamayanlar da vardı. Ben son derece cahil kaymakamların memlekete pek zararlı ve garip hareketlerini gördüğümden, mektepli kaymakamların çoğalmasını candan arzu ederdim. Birçoğu hayatta bulunan bu efendiler de pekâlâ şahitlik edebilir ki, Mülkiye mezunlarını kardeş gibi, evlat gibi sevdim ve korudum.

      İzmir Valiliği Mektupçu Kalemine memur edilen bu on iki Mülkiye mezunu arasında arkadaşlarından daha akılsız biri vardı. Vali Paşa’nın dikkatini çekmek ve hoşuna gitmek için mevsimsiz olarak bıraktığı sakalını uzattıkça uzatmıştı. Bunlar, bütün dairelerde birer müddet çalıştırılarak muameleye alıştırılır, açılan kaymakamlıklara vekillikle gönderilirlerdi.

      Bir gün Denizli Livası’na bağlı Tavas Kaymakamlığı memuriyeti boşaldı. Müddetleri dolmaya yaklaşmış olanlardan birini vekilliğe göndermek üzere paşaya arz ettim. O, zihninden bunları bir geçirdikten sonra:

      “Giritli Ethem (mutasarrıflıklarda bulunduktan sonra emekli edilerek şimdi Kadıköy’de bulunan Ethem Bey) gibiler olmaz. Çok gözü açık ve terbiyeli olmakla beraber yüzünde tüy tüs yok. Pek genç görünüyor. Halk, kaymakamı saçlı sakallı umar. Bir kaba sakal var. Sorun da arzu ederse onu gönderelim.”

      Sakallı memnuniyetle kabul etti. Tavas’a vardığından kısa bir zaman sonra Denizli Mutasarrıflığından şu telgraf geldi:

      “Tavas Kaymakam Vekili’nin telgraf sureti aşağıya nakil ile takdim edildi. Yapılacak muamelenin bildirilmesi arz olunur. ”

      Tavas Kaymakam Vekilinin telgrafı şu idi:

      “Bir müddetten beri bu havalide türeyip mezarlardan ölüleri çıkararak yemekle geçinen iri cüsseli bir sırtlan; bu gibi hususlarda mahareti bilinen İsa Dayı’nın, hazreti padişahın olan başarısı sayesinde, bu gece canlı olarak derdest edildiğinden hakkında yapılacak muamelenin bildirilmesi.”

      Vali Paşa bunları okuduktan sonra:

      “Bizim gönderdiğimiz kaba sakal da şişman mutasarrıf da birbirinden akılsız birer hayvan! Mutasarrıf olacak herif sadece Kaymakam Vekili’nin telgrafını göndermiş olsa, ‘Kaymakam diye gönderdiğiniz aptal ne biçim şey bakın!’ demek istediğini zannederdik. O ise ne yapacağını sorarak ahmaklığını gösteriyor. Gebertsinler…” dedi.

      “Efendim!” dedim. “Sırtlan hakkında bir şey bilmedikleri anlaşılıyor. Eğer bu hayvan nadir bir hayvansa ve Yıldız Sarayı’na hediyeye değerse belki kendilerine rütbe ve nişan verilir ümidiyle sormuş olacaklar…”

      Paşa, buna şaştı:

      “İyi buldunuz. Vay habisler vay. İsa Dayı’nın tuttuğu sırtlandan şahsi menfaat gayretine düşmüşler. Azarlama yollu cevap yazın.”

      Mutasarrıfa şu cevabı yazdık:

      “Sırtlan menfur bir hayvandır. Hiçbir tarafa gönderilemez. Öldürün!”

      Bu Kaymakam Vekili, yıllar sonra Bağdat, Beyrut Valiliklerinde ve Şûrayı Devlet Mülkiye ve Maarif Dairesi Başkanlıklarında bulunduğum esnada, yani üç defa muhtelif suçlarla karşıma çıktı. Cidden hayrete şayan olan bu suçları sırası gelince yazacağım.

      Halit Ziya Uşaklıgil – Tevfik Nevzat – Şair Şekip – Tahir Kenan ve Garip Bir Jurnal

      İzmir’de ilk tanıştığım ve gerçekten dost olduğum gençler, başta Halit Ziya olmak üzere Tahir Kenan; şair, merhum Şekip ve Nevzat’tı. Maarif Müdürlüğünde bulunan Emrullah Efendi ile Hizmet gazetesi matbaasında Halit Ziya’yı görmeye gittiğim zamanlar, tesadüfen görüşürdüm.

      Halit Ziya ile çok görüşmemin sebebi benimle beraber Tahir Kenan’a da Fransızca okuma dersleri vermesi idi. Tevfik Nevzat’la da, Halit Ziya münasebetiyle görüşürdüm.

      Şair