Jules Payot

İrade Terbiyesi


Скачать книгу

duvarla yakından temas hâlinde her yeri yerle bir ederek patlar. Mevcut eğitim sistemimizde tıpkı bu top patlatıcısı gibi zihinlere kendi tetikleyicisini yerleştirmelidir. Öğrencilerin edindikleri bilgilerinin akıllarına kazınmasına izin verilmiyor. Sürekli bir komut; “Durmak mı istiyorsun? Durmak yok! Marş! Haydi gezgin, dinlenmek yok! Daha matematik, fizik, kimya, zooloji, botanik, jeoloji, tüm toplumların tarihini, coğrafyayı, iki tane yabancı dil, birçok toplumun edebiyatını, psikolojiyi, mantığı, ahlakı, metafiziği öğrenmelisin. Haydi marş, marş! Lisedeyken her şeyi yüzeysel görmeye ve görünüşüne göre yargılamayı alışkanlık edinmeye doğru ilerle!”

      Bu ilerleme, üniversitede de hızla devam eder ve birçok öğrenci için daha da hızlı hâle gelir.

      Buna ek olarak, modern yaşamın şartları da ruhsal dünyamızı kısıtlar ve zihnimizin karmaşık bir hâl almasına sebep olur. İletişimin kolaylığı, seyahat sıklığı, deniz veya dağ tatilleri düşüncelerimizi dağıtır. Okumaya bile vakit ayıramayız. Hem hareketli hem de boş bir yaşam süreriz. Gazetelerde yer alan hafif ve kafa dağıtıcı haberler yüzlerde beliren o heyecana sebep olurken, bir yandan da bazı insanlara kitap okumanın keyifsiz olduğunu düşündürür.

      Eğitim bu duruma karşı koymayı bize öğretmezse, bulunduğumuz ortamın yarattığı bu akıl dağınıklığına nasıl karşı koyabiliriz ki? Asıl sorun olan irade eğitiminin hiçbir yerde bilinçli bir şekilde ele alınmaması üzücü değil midir? İrade eğitimi adına yapılan her şey aslında başka bir amaçla yapılır. Sadece akıllı olmakla ilgilenip, iradeyi ancak düşünsel çalışmalarda gerekliyse terbiye ederiz. Terbiye ederiz mi dedim? Hayır, sadece harekete geçiririz. Sadece günü kurtarmaya bakarız. Bir yandan öğretmenin suçlaması, sınıf arkadaşlarının alay etmesi ve cezalar, öte yandan da ödüller, iltifatlar. Günümüzde her şey bu durumlara göre yapılır. Böylece gelecekte de tembellerin hukuk mezunu oluşunu veya tıp alanında doktora yaptığına şahit oluruz. İrade eğitimi ise şansa bırakılır. Oysaki insanı oluşturan asıl şey enerji değil midir? Enerji olmadan en parlak akıllar bile verimsiz kalmaz mı? İnsanlığın yapmış olduğu en güzel ve en yüce işlerin aracı olmamış mıdır?

      Ne tuhaf! Herkes de içten içe bu söylediklerimize katılıyor. Herkes, zihinlerinin dolu ve iradelerinin zayıf olmasından şikâyetçi. Fakat hiçbir kitapta, irade eğitimine yardımcı olacak yöntemlere değinilmiyor. Hocalarımızın bile başaramadığı, iradenin geri gelmesi için yapmamız gerekenleri bilmiyoruz. Rastgele seçilmiş, hiç ders çalışmayan on öğrenciye sorun, cevapları şu şekilde olacaktır: “Dün okulda, hocamız her güne hatta her saate yapmamız gereken görevleri belirliyordu. Yapmamız gerekenler oldukça netti. Tarih dersinin x bölümüne çalışmamız, geometride teorem konusunu öğrenmemiz, x ödevleri yapmamız ve bir paragrafın çevirisini yapmamız gerekiyordu. Hatta hocamız ya bizleri cesaretlendiriyor ya da cezalandırıyordu. Rekabet duygusunu büyük bir gayretle oluşturuyordu. Bugün ise bunların hiçbiri yok. Hiçbir görev belirlenmiyor. Zamanı istediğimiz gibi kullanıyoruz. Bize, çalışmalarımızı düzenlemek konusunda hiçbir zaman inisiyatif verilmediği için, sudan çıkmış balığa döndük. Zaten hiçbir ders zayıf olduğumuz konuya göre, belirli bir yöntemle öğretilmemişti bize. Âdeta çırpınıyorduk. Ne çalışmayı biliyoruz ne de istemeyi; hatta irademizi kendimiz terbiye etmek için neler yapmamız konusunda nereye danışabileceğimizi bile bilmiyoruz. Bu konu hakkında hiçbir uygulamalı kitap yok. Üzülmemek için de bu konuda çok düşünmemeye çalışıyoruz. Zaten kafeye, barlara gidiyoruz, neşeli arkadaşlarımız da var. Zaman bir şekilde geçiyor…”

      İşte yazmaya çalıştığımız bu kitap, gençlerin bulamamaktan yakındığı o kitaptır.

      İKİNCİ BÖLÜM

      Atılacak Adım

      Eğitim programlarımızın, çocukların ve gençlerin iradesini dikkate almadığı kesin. Ancak enerjimiz olduğu sürece var olduğumuzu ve iradesi zayıf olan bir kişiye yatırım yapılmayacağını iyi biliriz. Ayrıca çalışmalarımız, irademizin ne kadar güçlü olduğunu aşağı yukarı gösterir. Bu konuda böbürlenmekte de üstümüze yoktur. Yaptığımız işleri abartmayı severiz. Nasılsa kimse doğruluğunu kontrol etmeyeceği için, sabahın dördünde kalkıp çalışmaya başladığımızı söyleriz. Bu kişinin saat sekizde hâlâ yatakta olduğunu gördüğünüzde ise sabahın dördünde neden işte olmadığını gösteren bir sürü mazeret uyduracaktır size. Bu durumun da hep ziyaretlerinize denk geldiğini fark edeceksiniz. Bu sözde çalışkan kişi, okuldaki sınavlarında da başarısız olmuştur.

      Öğrencilerde bu gibi yalanlar oldukça yaygındır. Hatta kendilerine bile yalan söylerler; oldukça fazla çaba sarf ettiklerini ve çok iş yaptıklarını sanırlar. İnsanın iradesi önemli olmasaydı bu konuda bu kadar yalan söylenir miydi?

      İnsanların irademiz hakkındaki şüpheleri bizi derinden etkiler. Çalışmalarımızı inkâr etmek bizi zayıflık ve korkaklıkla suçlamak değil midir? Bu azimli çabayı sarf etmekten aciz olduğumuzu sanmak, zekâ yoksunu insanlar gibi asla yetenekli olamayacağımızı düşünmek değil midir?

      Öğrencilerin çalışmalarıyla ilgili yalan söylemeleri, bir enerji isteğinin varlığını göstermez mi? Bu kitabımız, gençlerin çalışma isteklerini arttırmalarını ve bu çalışmalarını kalıcı, güçlü bir kararlılığa ve son olarak yenilmez bir alışkanlığa dönüştürmelerini sağlayacak yolları ortaya koyar.

      Öncelikle, düşünsel çalışma dediğimizde ya doğa bilimleri ve başkalarının çalışmaları ya da kişisel çalışmalar aklımıza gelmelidir. Yaratım çalışmaları önce eğitim, daha sonra ise zihinsel çabalar gerektirir. Çalışmalar önce dikkat ister, ardından zihnin arınmış veya konsantre olması gerekir. Fakat her koşulda dikkat şarttır. Çalışmak, dikkatli olabilmektir. Maalesef dikkat; sabit, durağan ve kalıcı bir durum değildir. Bu yüzden, onu sürekli gergin duran bir yaya benzetmek mümkün değildir. Aslında dikkat, belirli sıklıkla tekrar eden çabalar ve yoğun çalışmalar gerektirir. Enerjik ve disiplinli bir dikkatle, bu çabalar birbirini o kadar yakından takip eder ki, her gün saatler süren bir devamlılık sağlar.

      O hâlde atılacak adım, yoğun ve istikrarlı bir dikkate ulaşmak için çaba sarf etmek olacaktır. Her gün cesurca yapılan tekrarlar en iyi sonuçları verir. Fakat her gün yapılan ders tekrarları öğrenciler için çekilmezdir. Çünkü o yaşlarda kanları deli akar ve zihinsel çalışmaları soğuk, renksiz ve doğalarına aykırı bulurlar.

      Fakat bu yoğun ve istikrarlı çabalar da yeterli değildir. Çünkü bunlar dağınık ve kuralsız olabilirler. Yani çabalar tek bir amaca odaklı olmalıdır. Bir duygu, bir fikrin ortaya çıkması ve sürekli kalması için bazı şartlar gereklidir. Bu fikir yavaşça ve istikrarlı bir ilerleme kaydederek, yavaş yavaş kendi değerleriyle ortaya çıkmalıdır. Sanat eserleri bu şekilde yaratılır: kalıcı ve genellikle bir gençlik fikri olarak başlayan fikirler önce çekimserdir ve sanatçı için yeterince açık değildir. Bir okuma yapmak, hayatta bazı olaylar yaşamak, yazarın nereden çıktığını anlamadığı bir fikir fark etmesini sağlar ve bunlar, bu fikrin değerini ve amacını ortaya koyar. O andan itibaren bu fikir her şeyden beslenir. Kişinin yaptığı seyahatler, sohbetler ve çeşitli okumalar fikirlerinin beslenmesini ve güçlenmesini sağlayacaktır. Goethe, Faust isimli eserini otuz yılda oluşturdu. Bu üstün eserin ortaya çıkması, gelişmesi, derinleşmesi ve yazarın deneyimlerinden beslenmesi için bunca zamanın geçmesi gerekti.

      Tüm önemli fikirlerin oluşması için aynı şey gereklidir. Eğer sadece aklımızdan geçirdiğimiz bir fikirse önemsiz ve hükümsüzdür. Dikkatimizi devamlı, sürekli ve içtenlikle ona vermeliyiz. Fikrimiz bizden bağımsız bir şekilde varlığını sürdürene kadar ve düzen merkezi hâline gelene kadar onu bırakmamalıyız.