Jules Payot

İrade Terbiyesi


Скачать книгу

bir insanın ancak son ana kadar, idam aşamasında öleceğinin farkına varması bu sebeptendir. Ölüm düşüncesi zihninde hep vardı ancak belli belirsiz ve genel bir düşünce olarak vardı. Böylece, korkudan titreyip yüzü kıpkırmızı kesilen o insan, birazdan öleceğinin farkına varmıştır fakat farkında olmadan mahkemenin demir parmaklıklarını saymaya başlamış, birinin kırık olduğuna şaşırmış ve onun tamir edilip edilmeyeceğini düşünmeye başlamış kendi kendine. Bu insanın bu kadar erken öleceğini düşünüp zihnindeki ölüm korkusu hâlâ belli belirsizdi. İşte ancak bu son akşam umutsuz durumunun ve karşı karşıya kaldığı korkunç sonucun farkına vardı. Ondan önce, bu kadar erken ölebilme ihtimalini sadece belli belirsiz şekilde görüyordu.

      Başka örnekler vermemize gerek yok. Geçmiş deneyimlerinize göz atarsanız sizler de vardığımız sonuca varacaksınız. Düşünce kendi başına bir güç değildir. İnsanların bilincinde sadece düşünceler olsaydı tek başına bir güç olabilirdi. Fakat duygularla çatıştığı için, kendisinde olmayan gücü duygulardan ödünç almak zorundadır.

      II

      Düşünceler tek başına güçsüz olsa da biz onlar üzerinde tam güce sahibiz. Onları bilinçli bir durumla birlikte kullanmayı bilirsek düşünsel anlamda bize tam özgürlük sağlarlar. Bu birlikteliğin kendi kuralları, yeni öğeler dâhil etmemizi ve bağlantılı durum zincirini kırıp onu tekrar bağlamamızı sağlar. Bu kuramsal bilgiyi somut bir örnekle açıklamak isterim. Bir fabrikada ıslık sesi duyulmuştu. Bu ses istemsiz bir şekilde zihnimde takip eden düşünceler zincirini kırıp, bir deniz imajı, Korsika dağlarının görüntüsü ve Bastia kıyılarında görebileceğimiz o muhteşem panoramayı bilincime yerleştirdi. O ıslık sesi, üç yıl boyunca duymaya alışkın olduğum gemi düdüğünün sesine benziyordu. İşte! Düşünsel özgürlük budur. Somut bir durum, temsili bir durumdan daha güçlüdür. Duyulan bir ıslık sesi aklımızdaki düşünce zincirini kırabiliyorsa, bu durumun aynısını bilinçli bir şekilde uygulayarak aynı sonucu elde edebiliriz.

      Eğer istersek kendimize somut bir durum üretebiliriz. Düşünce zincirini aniden kıran somut durumlar üreterek düşünsel özgürlüğe ulaşırız. Özellikle uysal ve pratik olan somut bir durum vardır, o da dil yetisini oluşturan hareketlerdir. Örneğin, sözcükleri yüksek sesle telaffuz edebilir veya onları okuyabiliriz. Hatta dindarların kendilerini cezalandırmak için kendilerini kırbaçladığı gibi, biz de kırmak istediğimiz düşünce zincirlerini güçlü bir şekilde “kırbaçlayabilir” ve onları kırabiliriz. Böylece, kalıcı kılmak istediğimiz düşünceyi zorla dayatabiliriz. Her hatıranın aklımıza iyice kazılması için sık ve uzun süreli tekrarlara ihtiyaç vardır. Hatıralar, tabiri caizse canlı ve samimi bir dikkat gerektirir. Bilincimizden uzaklaştırmayı başardığımız düşünce zincirleri zayıflar, silinir ve onlara karşılık gelen düşüncelerin yok olmasını beraberinde getirir. Bu nedenle düşüncelerimizin efendisiyiz: onları istenmeyen bir bitki gibi koparıp atabilir ve kökünden yok edebiliriz.

      Tam tersine, var olan düşünceleri saklamak ve onların gelişmesini sağlamak istiyorsak, bize yabancı olan ve bilincimizde ortaya çıkan somut durumları uzaklaştırmaya özen göstermeliyiz. Sessizlik ve sakinliğe ulaşmalı, hatta düşüncelerimiz zayıfsa odaklanmak için gözlerimizi kapatmalıyız. Ayrıca bize hizmet edecek somut durumlardan yardım alabiliriz: yüksek sesle konuşabiliriz, düşüncelerimizi yazabiliriz. Uzun süreli konsantrasyonu sağlamak için, özellikle yazı yazmak benzersiz bir yardım sağlar. Yazı yazmak, elleri ve gözleri de dâhil ederek düşünceyi destekler. Örneğin, mesleğimin vermiş olduğu bir alışkanlık sebebiyle sözcükleri hecelemeden okurum. Sözcükleri duymadan11 hecelemek zor olduğundan dolayı düşünceler üç, hatta dört zincir tarafından desteklenir. Kısacası, kaslarımız üzerinde tam güce sahip olduğumuz için -özellikle de duyu organlarımız veya dil yetisi üzerinde etkisi olan kaslarımız- çağrışımlara bağlı kalmaktan kurtulabiliriz. Elbette, hepimizin farklı bir doğası olduğu için farklılıklar da görülebilir ve hâlihazırda psikolojide, herkesin durumunun aynıymış gibi davranılması yanlıştır.

      Her hâlükârda, kendi irade eğitimimiz konusunda bu bölümün sonu oldukça cesaret kırıcıdır. Düşüncelerimiz üzerinde tam güce sahip olabiliriz ancak düşüncelerimiz, tembelliğe ve şehvete karşı neredeyse hiç mücadele edemeyecek kadar güçsüzdür. O hâlde, irade konusunda duyguların bizlere sağladığı imkânlara göz atalım.

      İKİNCİ BÖLÜM

      Duyguların İrade Üzerindeki Etkisi

      I

      Duyguların irademiz üzerindeki etkisi yadsınamaz. Ölüm ve acıyla hiç düşünmeden baş etmemizi sağlayabilirler. Duyguların gücünü kabul etmek, evrensel ampirik bir yasanın varlığını kabul etmek demektir. Fakat bu ampirik yasayı daha üst bir yasaya dönüştürebilir ve onu bariz bir şekilde var olan bir gerçekliğin sonucu olarak görebiliriz.

      Duyguyu oluşturan ögeleri ayrı ayrı incelediğimizde, duygunun Beethoven’ın yavaş temposuna benzediğini görürüz. Sürekli hareket hâlinde olan temel bir motif vardır ve değişiklikler bazen onu açığa çıkarırken bazen de örtbas eder. Her zaman binbir şekilde hayat bulan bu cümle hem çeşitli hem de müzikal gelişime hayat veren bir ruh gibidir. Tüm yavaş tempoyu destekleyen bu cümle, muhteşem zenginlikleriyle duygu durumlarında temel eğilim görevi görür. Bu eğilim, duyguyla bütünlük oluşturur. Coşku, zevk, acı gibi duyguların ve hatıraların zengin çeşitliliklerini geliştirebilirler. Fakat tüm ikincil öğelere belli bir renk veren de eğilimlerin kendisidir. Descartes’ın varlık anlayışında olduğu gibi yaratılan töz varlığa gelebilmek için Tanrı’ya ihtiyaç duyar. Burada söz konusu zevklerimiz, acılarımız, duygularımız ve hatıralarımız da bu yaratılan tözler gibi bir varlığa sahiptir; onlar eğilimlerin canlı enerjisi sayesinde gerçek olurlar. Eğilimlerin enerjisi olmasaydı sadece soğuk, ölü, tamamen soyut, renksiz ve yararsız psikolojik durumların kalıntısıyla karşı karşıya kalırdık. Bütün duyguların bu tözsel arka planı, içimizdeki durumların neden bu denli güçlü olduğunu anlamamızı sağlar. Gerçekten de eylemlerimiz ve acıyla disipline edilmiş yaşama isteğimiz olan eğilimlerimiz, gelişiminde birçok yönden terk edilmeye zorlandı ve izin verilen yollara yayılarak ya yok olma yasalarına ya da farklı birtakım eğilimlere odaklanılması sağlandı.

      Acıyla yönetilen, birbiriyle bağlantılı bir dizi kas hareketiyle yansıyıp bir eylem veya birbirinden farklı eylemler oluşturan bu hareket, eğilimlerin ilk hâlidir.

      Acının disiplini olmadan hareketler her yere saçılır ve zayıflar. Eğilimlerimize odaklı yapılan araştırmalar bunu uzun süre yalanladı. Bu eğilimler bir nevi merkezî, birincil enerjimizdir. Tıpkı bir lav gibi, edinilmiş düşüncelerin ve dışarıdan gelen ikincil duyguların soyut kabuğundan gün yüzüne çıkar. Bu enerji, gündelik eylemlerle yansıyan ve uygun kaslara doğru giden gücümüzdür. Bu durum eğilimlerin itici gücünü ifade eder ve birtakım hareketler veya temel hareket dizilerinden oluşur. Örneğin öfke, aşk gibi duygular tarafından harekete geçirilen kaslar. Hatta her insanda aynı kaslar harekete geçer. Atalarımızdan bize, kuşaktan kuşağa geçer. Belirli eğilimlerle belirli kas hareketleri arasındaki bu ilişki, insana kalıtsal yollardan geçer ve yüzyıllardır varlığını sürdürür. Bazı düşüncelerin veya kas hareketlerinin arasında bilinçli olarak oluşturulan ilişkilerin, otomatik hâle gelen diğer ilişkilerin yanında hiçbir gücü yoktur. Bu eşitsiz mücadelede ayakta durmaları ve amaçlarına ulaşabilmeleri için kalıtsal eğilimlerle iş birliği yapmalılardır.

      Duygular güçlü etkilere sahiptir. Canlı bir duygu, tıpkı hassas nesnelerin algılanması gibi, duygulardan en bağımsız görünen psikolojik durumları bile