Jules Payot

İrade Terbiyesi


Скачать книгу

anlayışımız, insanların tembelliğinden dolayı Özgür İrade Kuramı kadar çekici gelmeyebilir. Fakat kuramımız, özgürlük konusunda psikolojik ve ahlaki doğamızın gerçekliğine uygundur ve bizi mutlak özgürlük iddialarıyla kibirli ve çelişkili açıklamalarla karşı karşıya bırakmaz. Özgür İrade Kuramı, önemli araştırmacıları irade konusundaki çalışmalardan uzaklaştırmıştır. Bu geri dönülmez bir kayıptır.

      İradenin doğası konusunda popüler olan kuramlardan arındığımıza göre, artık konumuza derinlemesine girebilir ve irade psikolojisini yakından irdeleyebiliriz.

      İKİNCİ KİTAP

      İRADE PSİKOLOJİSİ

      BİRİNCİ BÖLÜM

      Düşüncelerin Görevi

      Psikolojik yaşamımızın ögeleri basit olsaydı, irade konusundaki tehlikelerini ve kaynaklarını araştırmaktan daha basit bir şey olmazdı. Fakat bu ögeler arasındaki uyum, detaylı bir araştırma yapılmasını zorlaştırır.

      Yine de özel hayatımızın tüm ögelerinin üçe ayrıldığını fark etmek zor değildir: düşüncelerimiz, duygu durumlarımız ve eylemlerimiz.

      I

      Düşünce sözcüğü, içinde farklı ögeler barındırır. Akılla irade arasındaki ilişkilerle ilgilenen psikoloğun düşüncelerimiz arasında yapacağı en derin ayrım, onları merkezcil ve merkezkaç olarak ayırmaktır. Birçok düşünce bize dışarıdan gelir. Montaigne’in dediği gibi “etaminle işlenmiş” gibidir bu düşünceler. Hiçbir değişime uğramadan kalırlar ve hafızamızda depolanırlar. Kafamızda, yaptığımız okumalardan, konuşmalardan hatta gördüğümüz rüyalardan bile gelen düşünceler vardır. Bunlar, zihinsel tembelliğimizden istifade edip içimize yerleşen düşüncelerdir.

      Tembelliğimiz ve şehvete düşkünlüğümüz hem iyilik hem kötülük barındıran zihnimizde gerekçeler arayacaktır. Bu duyguları hem hizaya getirebilir hem de isteğimize göre geliştirebiliriz. Düşüncelerimiz üzerinde üstünlük kurabilsek de onlar bizim üzerimizde üstünlük kuramaz. Düşüncelerimizin çoğu sözcüktür. Tembellik ve şehvete karşı sözcüklerin mücadelesi, toprak kabın demir tencereyle mücadelesine benzer. Fouillée, temel düşünceler konusunda hatalı bir tez savunmuştur. Çünkü güçlü düşüncelerin duygularla ilişkili olduğunu görememiştir. Akıl, şehvetin gücüne karşı dışarıdan gelen bir destek olmaksızın, tek başına mücadele ettiğinde yenilmeye mahkûmdur. Sağlıklı olduğunda aklın izole olması mümkün değildir. Fakat hastalık durumunda azmettirici tüm eylemlerin gücü hassasiyetten kaynaklanır. Aklın kendi başına bir gücü olmadığını iddia etmiyoruz, ancak hayvansal içgüdüleri bastırmak konusunda güçsüz kaldığı kesin. Ribot şaşırtıcı örneklerle, yapılan eylemin sonucunda mutluluk yoksa insanların parmağını dahi oynatmadığını kanıtlar. Hareketli bir geceden kalmaysak ve uykumuzu alamadıysak parmağımızı dahi oynatacak hâlimizin olmayacağı gibi. Ne yapmamız gerektiğini bilsek de üzerimize bir ağırlık çöktüğünde, düşüncelerimizin bile güçsüz kaldığını görürüz. Ribot’un değindiği durumlar, düşüncelerle duyguların arasındaki karşıtlığı görmemizi sağlar. Ribot, aklı yerinde olup kendi iradesiyle hiçbir eylemde bulunmak istemeyen bir hastanın, yolda bir kadına çarptığında ilk arabadan inip yola koşan kendisinin olacağını söyler. Maalesef, patolojik durumların istisnai durumlardan olduğunu sanırız oysaki onlar gerçeğin kendisidir. Cimri bir kimse, Molière’in Cimri isimli oyununda paragöz bir karakteri oynayan Harpagon’un saçmalıklarını her zaman komik bulur. Cimri olan bu insan, Harpagon’la benzerliği olduğunu asla görmez ve kabul etmez. Tıpkı zihinsel bir hastalığımız olduğunda bunu kabul etmediğimiz gibi. Örneğin, alkolikler sarhoşluğun etkilerini bilirler fakat onu ancak felç geçirdikten sonra anlarlar, yani iş işten geçtikten sonra. “Ah, keşke bilseydim!” derler. Alkolün olumsuz etkilerini zaten biliyorlardı fakat irade için önemli olan o duyguyu tatmamışlardı. Düşüncelerin yüzey katmanının altında, gelip geçici duygulardan yararlanabilecek düşünceler bulunur. Örneğin, tüm günü yarı tembel hâlde geçirdiğimizi varsayalım. Kitap okuyoruz fakat kendimize verdiğimiz sebeplere rağmen, sarf etmemiz gereken çabayı tam olarak sarf etmiyoruz. Bir anda bize, bir arkadaşımızın başarısının haberi gelir, rekabet duygusuna kapılırız ve kendimize verdiğimiz sebeplerin bile uyandıramadığı ufak bir duygu uyanır içimizde. Yapmak istediğimiz şey ile duygumuz arasında farklılık vardır. Örneğin bir gün, şafak sökmeden, ucu karanlıkta kaybolan dik bir buzul üzerinde yürüyüp aşağıya kayıyordum. Aklım başımdaydı. Tehlikenin ve durumumun kritik olduğunun farkındaydım. Öleceğimi düşünerek yavaşlamıştım ve yüz metre daha aşağıda yürüyüşümü bitirdim. Oldukça sakin bir şekilde, Alpenstock’umdan yararlanarak buzul karı geçiyordum. Tamamen güvende olduğum kayalıklara ulaştığımda, (belki sarf ettiğim çabanın sonucu bende oluşan bitkinlikten dolayı) şiddetli bir şekilde titremeye başladım. Kalbim ağzımda atıyordu, sırtımdan soğuk terler boşalıyordu ve ancak o zaman inanılmaz bir korku hissetmeye başladım. Bir anda tehlikeyle karşı karşıya kalmak, tehlikede olduğumu hissetmemi sağlamıştı.

      Dışarıdan gelen düşüncelerden etkilenerek hissedilen geçici duygu durumlarından daha derin düşünceler vardır. Bunlar da dışarıdan gelen düşünceler olmakla beraber temel duygularla uyum içindelerdir ve bu duygularla çarpık bir birlik oluşturdukları için, düşüncenin mi duyguyu yoksa duygunun mu düşünceyi içine çektiğini anlamamızı engeller. Bunlar, içimizden gelen ve karakterimizi, derin eğilimlerimizi oluşturan içsel düşüncelerimizle karıştırılır. Onlar bir nevi duygularımızdır. Yüzeyi soğumuş fakat belli bir derinlikte hâlâ yanan bir lav gibi bu düşüncelerin temelinde yatan duygular da derinlerde saklıdır. Bu düşünceler, belirli bir hedefe yönelmiş her çalışmaya ilham verir ve destekler. Yine de altını çizmekte fayda var: bu düşünceler tam olarak düşünce değildir. Onlar ağır ve zor yönlendirilen psikolojik durumların net ve kesin temsilidir. Diğerlerinden çok farklı olan bu düşünceler genellikle sözcüklerden ibarettir, anlamlı şeylerden ayrılmış göstergelerdir. Enerjileri genellikle derinliklerinden gelir. Duygulardan, tutkulardan, yani kısaca her türlü his durumlarından beslenir. Bahsettiğimiz türde bir düşünce, onu tutkuyla karşılayan bir zihinde ortaya çıktığında, kendisini doğuran duyguları çeker; bir şekilde ondan beslenir, güç alır. Böylece düşüncelerdeki netlik duygulara geçer, onları güçlendirmez ancak yön verir. Düşünceler, duyguları aynı tarafa yönlendirir, çatışmaları ve tutarsızlıkları yok eder. Siyasetin, demokrasiyle çatışan düşünceler ve anarşik güçlerle mücadele etmesi gibi. Fakat kendileriyle sınırlı oldukları için düşünceler içgüdüsel eğilimlere karşı güçsüz kalır. Aranızdan kaç kişi aklınız yerinde olduğu hâlde gece sebepsiz yere, yattığınız yatakta gereksiz ve saçma bir korkuya kapılıp, kalbinizin ağzınızda attığı bu yersiz duyguyu hafifletebilmiştir? Böyle bir deneyim yaşamamış olanlara kışın, rüzgârın olduğu gece yarısı, Hoffmann’ın masallarından “Porte Murée”yi okumalarını öneririm. Korku gibi bir duyguya karşı akıllarının nasıl devre dışı kaldığını göreceklerdir. Bu denli güçlü ve neredeyse içgüdüsel olan duygular haricinde, düşüncelerimizi gerçekleştirme gücüne sahip olan sonradan edinilmiş duygulardan ve duygu durumlarından söz etmek mümkündür. Burjuvazinin tamamen düşünsel inancı olan “tekrarlanan” inançlar ile Dominikli birinin hissettiği dinî inancı karşılaştıralım. Dinini gerçekten hissettiği için yerine getiren Dominikli, Tanrı adına kendini kurban eder, dünyevi zevklerden kendini mahrum bırakır, fakirliği ve hayattaki en büyük zorlukları bile kabul eder. Burjuvalar için dinî inanışlar düşünsel olduğu için ayinlere