Jules Payot

İrade Terbiyesi


Скачать книгу

her zaman gördüğüm veya görebileceğim şeyi seçerdim. Bilim alanında yapabildiklerimi bu disipline borçlu olduğuma eminim.” der. Oğlu, Darwin hakkında: “Babam bir konu hakkında uzun yıllar düşünürdü.” diye ekler.

      Doğruluğundan bu kadar emin olduğumuz bir bilgi konusunda neden bu kadar ısrar ediyoruz ki? Özet geçmemiz yeterli. Zihinsel çalışmalar yürütenlerin amacı, iradeli bir şekilde dikkat etmeye gayret etmektir. Bu gayret, kararlılık, çabaların sıklığı, düşüncelerimizin tek bir amaca yönelik olması ve gerekli zaman içinde irademize, duygularımıza, düşüncelerimize, uğruna çalıştığımız temel ve baskın fikirlere bağlı kalmamızla kendini gösterir. İnsanın doğasında var olan tembellik bizi her zaman bu amaçtan uzaklaştırmaya çalışacak, fakat her defasında onu mümkün oldukça gerçekleştirmeyi hedeflemeliyiz.

      Zayıf ve istikrarsız bir isteği devamlı bir iradeye dönüştürmenin yöntemlerine değinmeden önce, birbirine zıt fakat aynı zamanda irade yıkıcı iki kuramı reddetmekle başlamak istiyoruz.

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

      İrade Eğitimi Konusunda Yanlış ve Cesaret Kırıcı Kuramlar

      I

      Polemik, yazarın dikkatle yapması gereken hazırlık çalışması olarak kalmalıdır ve onu kendine saklamalıdır. Olumsuz yorumlar işe yaramaz; ikna etmek için eleştirmek yararsızdır, yapılması gereken inşa etmektir.

      Bu kitabın tamamı inşa edilmiş bir çalışmadır ve sağlıklı bir doktrin sunar. Bu bölümde, psikolojinin verilerine dayanarak spekülatif olarak yanlış olduğu kadar uygulamada da içler acısı olan yaygın iki kuramı ele alacağız.

      Karakterin doğuştan var olduğunu savunan kuram, kendi içinde yanlış ve uygulamada içler acısıdır. Kant tarafından ortaya konan ve Schopenhauer tarafından yenilenen bu hipotez, Spencer’a dayanır. Kant’a göre karakterimiz, içimizde doğuştan vardır ve bunun geri dönüşü yoktur. Dünyaya geldiğimiz andan itibaren karakterimiz ve ardından irademiz, en ufak bir şekilde bile değişime uğramadan, olduğu gibi varlığını sürdürür.

      Ardından Schopenhauer da çeşitli karakterlerin doğuştan geldiğini ve değişmez olduklarını savunur. Örneğin, bencil bir kişinin iradesini oluşturan gerekçeler değişmezdir. Eğitim sayesinde bir bencili yönlendirebilir hatta düşüncelerini düzeltebilirsiniz. İyiliğe ulaşmanın yollarından birinin yaramazlık yapmak değil, dürüstlükten ve çalışmaktan geçtiğini anlamasını sağlayabilirsiniz. Fakat başkasının acısını anlamasına gelince, vicdanını değiştiremezsiniz. Onu değiştirmeye çalışmak, bakırı altına çevirmekten daha imkânsızdır. Bencil bir kişiye, küçük bir çıkardan vazgeçerek daha büyüğünü elde edebileceğini gösterebilirsiniz. Kötü birine ise başka bir insana acı çektirmenin kendisine daha büyük bir acı olarak döneceğini anlamasını sağlatarak onu vazgeçirebilirsiniz. Fakat bencilliği ve kötülüğü kendi içinde yok etmeye çalışmak mümkün değildir. Bunu yapmak, bir kediye fareleri sevmesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalışmak kadar imkânsızdır.

      Herbert Spencer İngiliz ekolünden çok farklı bir bakış açısına sahip olmasına karşın, insan karakterinin dış etkenlere, hayat şartlarına göre uzun vadede değiştirilebilir olduğunu savunur. Fakat bu değişim asırlar alır, bu sebeple bu kuram uygulamada cesaret kırıcıdır çünkü sadece yirmi yıllık bir öğretim hayatımız olur, asırlar boyunca değil. O hâlde, ahlaki açıdan kendimizi düzeltmek istiyorsak da bunu başaramayız. Atalarımız tarafından bize miras kalan ve binlerce, hatta milyonlarca yıldır zihnimize kodlanan karakterimize karşı mücadele edemeyiz. Zayıf kişisel irademize karşı atalarımızdan bize geçen mirasın bir kısmından kurtulmak istediğimizde ne yapmalıyız? Buna karşı başkaldıramayız bile, yenilgiyle sonuçlanacağı ortada. Yine de sosyal koşullar ve genetik faktörler sayesinde elli bin yıl sonra, gelecek kuşakların mükemmel makineler gibi olacağını düşünerek kendimizi avutabiliriz.

      Karakter konusundaki bu bakış açısı, çalışma sınırlarımızı aşsa da onu genel çerçevede ele almak istiyoruz. Az önce bahsettiğimiz kuramlar en zeki insanlarda bile görülen tembelliğe benzersiz bir örnek oluşturur. Bu ruhsal tembellik onları pasif bir şekilde dil yetisine maruz bırakır. Sözcüklerle düşünmeye o kadar alıştık ki sözcük, göstergesi olduğu gerçeği bizden gizler. Bu gösterge biricik olduğu için sözcükler, nesnelerin gerçek birliğine inanmamıza sebep olur. Karakterin değiştirilemez olduğunu söyleyen tembellik kuramları, karakter sözcüğünün önerisi sonucu ortaya çıkmıştır. Karakterin sadece bir bileşke kuvvet gibi olduğunu bilmeyen var mı? Bu bileşke kuvvet ise her zaman değiştirilebilir. Karakterimiz Avrupa ülkelerine benzer: ittifak oyunları, devletin refahı veya çöküşü, bileşke kuvvetini devamlı değiştirir. İşte tutkularımız, duygularımız, fikirlerimiz konusunda da aynı şey geçerlidir. Yoğunlukları hatta bileşke kuvvetlerinin doğası bile değişebilir. Amacımız, karakterin değiştirilebilir olduğunu göstermektir.

      Bu kuram hakkındaki argümanları inceleyelim. Kant’a göre, önsel6 bilginin özgürlüğün kurulması için şart olduğunu, yoksa ağaçtan koparılmış bir dal gibi sistemden ayrı kalacağını söyler. İleride de göreceğimiz gibi Kant, kaderle determinizmi7 birbirine karıştırır.

      Schopenhauer ise argümanlardan ziyade bilgisini göstermeyi sevdiği için, bizlere daha çok bilgi sunar. Schopenhauer’da karşılaştığımız argümanlar aşağıda yer alır:

      1. Karakter iyileştirilebilir olsaydı yaşlı insanların genç insanlara göre yarısından fazlası erdemli olurdu. Oysaki durum tam tersidir.

      2. Kendini kötü bir insan olarak tanıtan biri, güvenimizi bir daha asla kazanamaz. Bu da karakterin değişmez olduğuna inandığımızı gösterir.

      Biraz düşününce, bu argümanların doğruluğunu kanıtlayan şey nedir? Hatta bunlar argüman mıdır? Tüm bu iddialar karakterin değiştirilmez olduğunu nereden kanıtlıyor? Bu iddialar insanların büyük bir çoğunluğunun karakter konusunda büyük değişimler gerçekleştirmeye çabalamadığını gösterir sadece. Bu insanlar iradeleri devreye girmeden, hayatlarındaki neredeyse her şeyi, sahip oldukları eğilimlerle hallettiklerini sanırlar. Çoğu insan dışarıdan yönetilir. Dünya’nın Güneş’in etrafında dönerken izlediği yolu sorgulamadığı gibi, insanlar da modayı ve fikirleri öyle takip ederler. Dünya sanki tembellik yarışına girmiş gibi. Birçok insan, hayatı boyunca ayakta kalmak için uğraşır sadece; çalışanlar, fakir insanlar, kadınlar, çocuklar, hiçbir şeyi sorgulamaz. Biraz karmaşık bir yapıya sahip olmalarının yanında kesinlikle bilinçlilerdir. Fakat istemsiz arzuları ve tuhaf istekleri olan “kuklalardır”. İnsanlar, zaman alan bir evrimin sonucudur ve hayatta kalmak için acımasız mücadelelerin baskısı altında ezilmişlerdir. Bu sebeple dış koşulların zorluğu geçtiğinde ilkel içgüdüleriyle hareket etmeye başlarlar. İnsanların, yoğun çalışmalarını sürdürmelerini sağlayacak ideal arzuları ve asil ruhları olmazsa hayvansal içgüdülerine sürüklenirler. Bu sebeple, erdemli yaşlıların gençlerden fazla olmamasına şaşırmamalıyız.

      Geçerli olabilecek tek argüman, tüm çabaların yararsız olduğunu kanıtlamak olurdu. Bencil bir insanın asla büyük fedakârlıklar yapamadığını kanıtlamak. Fakat korkakların para uğruna canlarını tehlikeye attıklarına tanık oluyoruz! Tutku ölüm korkusuna karşı yenilmez değildir. Oysaki bencil birinin sahip olduğu en değerli şey kendi hayatıdır. Bencil birinin geçici bir hevese kapıldığını hiç görmedik mi? Örneğin vatan uğruna canlarını feda ettiklerine tanık olmadık mı? Bu geçici hevesler mümkünse, yarım saatliğine değişen meşhur karakter operari sequitur esse