Ахмет Мидхат

Hüseyin Fellah


Скачать книгу

“Vay niçin olduğunu da mı unuttun? Ömer’i de mi hatırından çıkardın? Ömer ne oldu Ömer? O biçareyi ne yapacaksın?”

      Bu Ömer ismi telaffuz olunduğu anda Şehlevend’in gözleri içinde bir şimşek çaktı. Göğsü gök gibi gürleyerek gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşandı.

      Ana: “Ha şöyle ağla kızım ağla! Bugün senin ağlayacağın gündür. Zira biçare Ömer sana hizmet etmek ve senin intikamını almak yolunda ölüme bedel küreğe kadar gitti.”

      Aradan bir hayli zaman sessizlikle geçti. Şehlevend’in eli yemekten kesilmişti. Nihayet kız cesaretini toplayarak dedi ki: “Pekâlâ anacığım! Ölüme bedel küreğe gitti demek ‘Öldü.’ demekle aynı şey değil midir? Ömer öldükten sonra…”

      Ana: “Eğer bana sorarsan sen de ölmelisin! Fakat Ömer hâlen ölmedi. Geminin güvertesi üzerine zincirle çakılmış, ebedî bir sefalet içinde bulunuyor. Ah ne bilirsin, belki Ömer hâlâ bir gün olur kurtulur ve Şehlevend Hanım Hazretleri’nin elini öpmeye muvaffak olurum ümidindedir? Hiç ümitsizler mahvolur mu kızım? İşte Ömer’in bu hâlini sen de düşünerek böyle cami köşelerinde ne kadar sürünsen de katlanmalısın. ‘Tahammülüm kalmadı!’ diyecek olursan kendini telef etmelisin. Sadakatin şanı budur.”

      Kız: “Sözlerin doğru gibidir. Ölüm ise beni bundan sonra asla korkutamayacak bir uyku veyahut baygınlıktır. Bahusus dün gece sen mâni olmamış olsaydın…”

      Ana: “Eğer bugün bu Laz’ın ortaya çıkacağını bilseydim hiç mâni olmazdım. Hem gerçekten mâni olmazdım. Çünkü insanın fikri, bir şeye birdenbire karar veremezse bile zaman geçtikçe yavaş yavaş kararı verebiliyor. Hatta ben bugün denizin dün geceki karanlığı kadar dehşetini de göze aldım. Anladın mı?”

      Şehlevend validesinin bu son sözünü sanki asla dinlemiyormuş gibi derin bir dalgınlığa daha da daldı gitti. Validesi yemekten el çekip kalkmış olduğu hâlde kız hâlâ sofra başında oturur idiyse de bir düşünürün demiş olduğu gibi karnı güya acılar ile doymuş olduğundan yemek, hatırına bile gelmeyip yalnız kendi zihninin meşgaleleriyle uğraşıyordu. Validesinde de böyle bir sessizlik hâli görüleceği malumdur. Ta Kılıç Ali Paşa Camisi’nde gürül gürül yatsı namazı kılınıp bitinceye kadar ana ile kızın bu sessizliği devam etti. Nihayet kız şaşkınlık deryasından başını çıkarıp dedi ki: “Anacığım! Ne söyledinse doğrusun, haklısın. Lakin ben seni şu hâl içinde mümkün değil bırakamayacağım! Her ayıp, her alçaklık benim üzerime olsun. Sana şunu da söyleyeyim ki eğer sen Laz’ın teklifini kabul etmezsen…”

      Ana: “Ee, kabul etmezsem?”

      Kız: “İşte artık edepsizliğime ver, neye hamledersen hamlet, ben Laz’a kaçarım!”

      Ana: “Vay! Demek oluyor ki bu meşakkatlere dayanamayarak kaçacaksın da ha? Beni bu hâlde, Ömer’i o hâlde bırakıp da mı? Yazık bana yazık Ömer’e! Sana da yazıklar olsun Şehlevend!.. Hayır hayır! Sen bu felaketli hâlimize tahammül edemediğin için kaçmayacaksın. Âdeta koca için kaçacaksın koca! Bu zaruret-i hâl içinde seni kimse almayacağı, sen de kocasız kalmaya razı olmadığın için hazır şu Laz ortaya çıkmışken elden kaçırmamak istiyorsun. Tuh sana! Şehvetperest kız!..”

      Zavallı Şehlevend, bu bir harfini bile yiyen köpeklerin kuduracağı tekdirleri, yukarıdan aşağıya yediği hâlde dudağını bile kımıldatmamıştı. Validesi ise kızının sadece anaya itaat ve hürmet vazifesinden kaynaklanan bu sükûtunu, kabahatini tanımış olmasına vererek ve bunun üzerine hakkı kendisinde görerek daha o kadar sözler söyledi ki tarife ve tabire sığmaz. Şehlevend, bunlara da sükût etti.

      Gerçi validesinin sözleri harfi harfine doğru ve haklı idi. Ancak kızı, Mısır’a mı Şam’a mı her nereye gelin gidecek ise oraya “gelin” gitmesi şartıyla haklı idi. Şehlevend ise gelin gitmiyordu. Esir gidiyordu esir! Gelinlik ile esirlik arasındaki fark, izaha muhtaç mıdır? Gelin kendi maiyetinde bir esir götürür ama esir kendi maiyetinde bir gelin götüremez.

      Validesi sözlerinde haklı olduğu gibi Şehlevend’in de ısrarında haklı olacağı inkâr edilemez. Ölüme bedel prangaya gitmiş olan Ömer’i kurtarmaya gücü yetmez ki kurtarsın. Nefsini satıp esir olması dahi Ömer’in kendi üzerinde bir aşk hakkı varsa ona hıyanet addolunmaz ki Şehlevend ayıplansın. Validesini şu sefalet hâlinden kurtarmaya kudreti varsa sarf etmeye mecbur değil midir? Hâlbuki bu kuvvet kızda vardı. Hem de bu kuvvet nefsini satmaktan başka hiçbir şey ile hasıl olmayacağı için işte Şehlevend bunu da göze aldı. Validesi bu sırra vâkıf olsaydı ihtimal ki buna katiyen razı olmazdı. Ancak yüksek karakter davasıyla iki vücudun birden mahvolması, ifrat derecesinde bir gayrettir ki aklen caiz değildir.

      Yedinci Kısım

      Validesi edeceği tekdirleri edip bitirdikten sonra artık gecenin kalanının ana ile kız arasında garip bir sükûtun devamıyla geçmiş olacağı pek kolay tasavvur edilebilir. Ertesi sabah erkenden Laz Mehmet Ali, sabah namazına gelip eda ettikten sonra cenaze namazgâhına da geldi, ana ile kızı buldu. Koca Laz, sözü açmak için zihninde nasıl girişler arar durur idiyse de valide hanım bu girişlere hacet bırakmayarak “Ağa birader! Ben kızımı size layık görmediğim gibi, vermek de istemiyorum. Lakin kızım istiyor. Eğer ben razı olmazsam size kaçacakmış. Şu kadar felaketim içinde bir de kızımın bana isyan ederek kaçtığını görmemek için işte zaruri rıza gösteriyorum.” dedi.

      Gerçi bir kayınvalide tarafından bu gibi sözler işitmek, nikâha kuvvet verir şeylerden olduğu malumdur. Hatta bu tür sözleri yalnızca Laz’ı caydırmak için söylemiş olduğuna da hükmedebiliriz. Fakat Laz Mehmet Ali, halkın bildiği kayınpederlerden olmadığı için kadıncağızın sözlerine darılmak değil, bilakis son derece memnuniyet göstererek hemen ana ile kızı kaldırdı, Karabaş Mahallesi’nde bulunan evine götürdü.

      Valide hanım hâlâ kızına dargın. Şu kadar var ki daha ertesi günü Şehlevend’in emir ve onayıyla karşıda, İstanbul tarafında Tahtakale’de iki odalı bir küçük hane o zamanın fiyatınca dört yüz aslanlıya satın alınıp, bir yüz kuruş da öteki ihtiyaçlara verildi. Valide hanım hâlâ dargın ise de böyle kutu gibi bir eve girip de minder üzerinde dahi beş yüz kuruş harçlık bulunca dargınlığı yavaş yavaş sükûnet bulmaya başladı ve sükûnet buldu.

      Ah! Bu ev, bu para, ciğerparesi kızının hürriyetinin bedeli olduğunu bilseydi acaba yine sükûnet bulabilir miydi? Biçare kadıncağız işin içyüzünü bilmiyor ki! Evceğizinde yerleştikten sonra, o beş yüz kuruşu kızı için ağırlık makamında tutarak bununla çeyiz düzmeye dahi kalkıştı. Lakin Laz Mehmet Ali, gelini için validesinden bir çevre bile çeyiz istemiyordu. Çeyizi yağlıkçılardan hazır alacağından bahisle valideyi menettikten sonra bir aralık da çeyizin doğrudan doğruya yağlıkçı tarafından sandığa basıldığı rivayetini çıkarıp nihayet bir cuma günü idi ki Mısır’a yönelerek Dersaadet’ten hareket eden bir gemi ile Şehlevend’in dahi gelin(!) gitmesi lazım geldi.

      Laz Mehmet Ali, kılığını kıyafetini bir yolcu şekil ve suretine koymuş olduğu hâlde gelip Şehlevend de bazı zaruri yol ihtiyaçlarından ibaret olan tedariklerini görmüş olduğundan onlar bir hamala verilip kızcağız da validesiyle veda merasimini ifa eyledi.

      İşte bu vedalaşma yürekleri cayır cayır yırtacak bir surette idi. Valide hâlâ kızı gelin gidiyor inancıyla birtakım nasihatlerde bulunur, tebrikler eder ve kız ise ne hâl ve mertebe ile gittiğini bildiği için boynuna sarılmış olduğu validesini kolları arasından bırakmayarak sel gibi gözyaşları içine gark eylerdi.

      Her ne hâl ise yolcular ayrılabildiler. Yemiş iskelesine inip oradan