Ахмет Мидхат

Hüseyin Fellah


Скачать книгу

kapısına vardı. Öğle ezanı da okunmuştu. Camiden çıkmakta bulunan cemaatin merhamet ve mürüvvet semeresi olan lütfuna yarım saat kadar eli açık boynu bükük beklediği hâlde, eline ancak bir ekmek alacak kadar para geçirebildi.

      Ne fütuhat!.. Ne zafer!.. Acaba Şehlevend ömrü boyunca bu kadar büyük bir servete nail olmuş muydu?

      Hemen ekmekçiye koştu. Bir ekmek aldı. Ekmeği iki eliyle yakalayıp validesine götürdü.

      Lakin ne fayda? Dertli insanın içinde baklavaları, börekleri kabul edecek iştah bulunmadığı hâlde kurumuş kalmış olan boğazdan kuru ekmek geçer mi?

      Kadıncağız bir lokma ekmek koparıp ağzına attıysa da çiğnedikçe lokma büyüyüp ta boğazına sığmayacak dereceyi buldu… “Aman bir kaşık sıcak çorba!” diye mahzun mahzun kızının yüzüne baktı.

      Bereket versin ki kızda hüznünü arttıracak bir tavır görmedi. Bilakis kız tam bir cüretle kalktı. Ekmeği eline alıp caminin bahsi geçen namazgâhının karşısında bulunan muvakkithane kapısından çıktı. Lakin kızın cüreti kapıdan çıkıncaya kadar idi. Ondan sonra her adım attıkça cüreti eksilerek kapı içi yanında bulunan işkembe çorbacısına ancak varabildi. Şu kadar var ki bu dükkânın önünde şekerci dükkânının önündeki gibi durmuyordu. Çünkü şekerci dükkânına dilenmeye gitmişti. Buraya ise alışverişe gelmişti.

      Yani az bir çekingenlikle “Çorbacı! Sana şu ekmeği vereyim bana iki kaşık çorba verir misin? Şurada cami içinde valideme içireceğim.” dedi. Herif kızın gösterdiği ekmeği, iki kaşık çorbadan daha değerli görerek ve bu alışverişte kârlı çıkacağını hesap ederek çorbayı vermeye razı olduysa da camiye kadar çanağını göndermeye emniyet edemedi. “Çanak için de beş para bırakmalı.” dedi. Kız “Beş param olsa bırakırdım.” cevabını verince “Ananı buraya getir.” dedi. “Anam hastadır. Gelemez ki getireyim. Üzerimde de para eder hiçbir şey yok ki rehin bırakayım, istersen çırağını beraber ver de çanağı ona teslim edeyim.” demiş ve bu konuda dilenircesine bir hayli ricada dahi bulunmuş ise de çorbacı bu kadar küçük bir iş için çırak gönderemeyeceğinden bahisle kızı kovmuştu.

      Şehlevend çorbacı tarafından reddedilmesi üzerine mahzun olup gitti mi zannedersiniz? Henüz mahzun olmadı. Validesinin hayatı için halis deva iki kaşık çorba olduğundan onu almaksızın giderse asıl o zaman mahzun olacaktı.

      Ne yazık ki işte bu mahzuniyet dahi fazla gecikmeyip ortaya çıktı. Kız belki çorbacının merhametini kazanırım diye kapının önünde boynunu büküp dururken çorbacı, kızın hâlâ kapıda ve kendi tabirince miskin miskin durduğunu görünce bu defa daha kızıp köpürerek “Haydi oradan haydi! Satılık çorba yok! Satılık çorba var ama değiş tokuş edecek malım yok! Çekil kapının önünden. Geleni gideni rahatsız etme!” dedi ki işte Şehlevend bu hakareti bir türlü havsalasına yediremeyip ağlayarak -hem de hüngür hüngür ağlayarak- gözlerini semaya dikti!..

      Bu aralık çorbacı dükkânından kukuletasını sarık gibi başına sarmış aba poturlu, mavi çuka saltalı bir Laz çıkıp “Çorbacı şu kız için büyücek bir çanak çorba hazırla! Terbiyesi filanı güzel olsun! Çanağı da benden iste!” dedi. Çorbacı böyle bir emri nasıl telakki eder? “Peki! Başüstüne Mehmet Ali Ağa!” deyip ölçülü takırtılarıyla işe başladı ki bu emir ve emrin yerine getirilmesi, derhâl kızcağızın rengini değiştirmiş ve yüzünü güldürmüştü.

      Yahu! Ne kadar da olsa dünyada yine göğsü imanlı adamlar vardır. Bak Mehmet Ali Ağa’ya… Öyle değil mi muharrir efendi?

      Biz imanın göğüste olduğuna dair bir haber alamadık. Haber aldığımız şey şudur ki çorba hazırlandı, Şehlevend kâseyi alıp camiye geldi. Validesi sıcak çorbanın buharıyla beraber etrafa yayılan sirke kokusunu hissedince kuvvetini toplayarak kalkmış idi.

      Kızcağız validesini önüne oturtup kaşık ile çorbayı içirdi. Bu aralık demir parmaklıklar yanında Laz’ı gördüyse de görmemişe döndü. Validesinden sonra kendisi de karnını doyurarak sonra çanağı alıp çorbacıya götürdü. Yolda yine Laz’a rast gelmişti. Laz “Çanağı bırak da gel beni son cemaat yerinde bul!” dedi. Kız da “Peki ağacığım.” cevabını verip Laz’ın kendisini niçin çağırmış olabileceğini bilmediği hâlde, hâl ve mevkiye göre böyle büyük bir ihsanına nail olduğu adamın emrine uymamanın münasip olmayacağını hesap ederek, vardı çanağı bıraktı. Geldi, son cemaat yerinde Laz’ı buldu.

      Beşinci Kısım

      Laz Mehmet Ali’nin ne kadar kurnaz, iyi konuşan bir adam olması lazım geleceğini ileriye doğru anlayacağınız sanatı üzerine hesap edebilirsiniz.

      Öncelikle Şehlevend’e kimin nesi olduğunu sormaya başladı. Şehlevend, kendisinin pek fakir bir biçare kız olduğunu ve anasıyla beraber yaşamak için bu dünyada dilencilikten başka bir vasıtası olmadığını söylediyse de Laz, Şehlevend’in hitabındaki edadan ve ret cevabından kendisinin öyle dilencilikle büyümüş bir kız olmadığını anlayabilmişti. Binaenaleyh şu yüzden daha yakından karşılıklı konuşmaya başladı:

      Laz: “Şimdi bu hâlde yaşayabileceğinizi aklınız kesiyor mu?”

      Kız: “Ne bileyim ağacığım!”

      Laz: “Hayır hayır! Aklın kesiyor mu diyorum. Zira seni pek akıllı bir kız görüyorum.”

      Kız: “Aklımın erdiğini sorarsan yaşayamayız derim.”

      Laz: “Öyleyse kendiniz için ne çare düşünüp bulabilirsin?”

      Kız: “Ne çare bulacağım? Hiç!”

      Laz: “İyi ama sonra bu hâliniz nereye varır?”

      Kız: “O belli bir şey! Ölüme!”

      Laz: “Ölüme mi? Maazallah! Bak şu on beş on altı yaşındaki kızın düşündüğü şeylere!”

      Kız: “Ne düşüneyim ya?”

      Laz: “Senin gibi bir kız, bir genç, ölümü hatırına getiremez. Hatırına gelse bile vukusuna ihtimal vermez.”

      Kız: “Ya hatırına neyi getirir? Neye ihtimal verir?”

      Laz: “Hanım olmayı, hanımlar gibi sefalar sürmeyi!”

      Kız: (hayret ederek) “Ben de mi böyle düşünmeliyim?”

      Laz: “Niçin düşünmeyesin? Senin kadar güzel bir kız böyle düşünmezse kim düşünür?”

      Mehmet Ali’nin şu sözü Şehlevend’in zihnine büyük bir şüphe getirdi. Ölü gibi bembeyaz bir suretten patlıcan gibi mosmor renge dönüştü ve tavrında bir büyük nefret alametleri göstererek dedi ki: “Namuslu ölmek, namussuz olarak hanımlar gibi yaşamaktan daha evladır.”

      Laz: (bozularak) “Hayır kızım hayır! Allah göstermesin! Muradım o değil. Namussuz yaşamaktan ise geberip gitmek gerçekten daha hayırlıdır. Benim sana nasihat etmek istediğim şey ise asla namusa dokunmaz.”

      Kız: “Ya öyleyse hanımlar gibi yaşamak nasıl mümkün olur?”

      Laz: “Sen gençsin, güzelsin, hem…”

      Kız: (nefretle) “Anladık ya işte! Diyeceğini anladım. Lakin ben…”

      Laz: “Hayır a canım, hayır! Biraz sabret de söyleyeceğimi sonra anlarsın. Gerçi sen böyle cami avlularında kalır isen seni kimse kendisine gelin etmez. Onun başka bir yolu vardır. Evvela cariye, sonra odalık, nihayet hanım olmuş ne kadar kız istersin?”

      Kız: “İyi ama ben Çerkez değilim, Gürcü değilim ki…”

      Laz: