Ахмет Мидхат

Hüseyin Fellah


Скачать книгу

benimkini de bana bağışlasın-kerimeniz hanımı Allah’ın emriyle ve peygamberin kavliyle oğluma almaktır.”

      Ana: (şaşkınlıkla) “Şehlevend’i mi?”

      Laz: “Evet efendim! Dar-ı dünyada bir kızınızdır. Benim oğlum da dar-ı dünyada tek bir evladımdır.”

      Ana: “Korkarım bizimle eğleniyorsunuz ağa!”

      Laz: “Hayır efendim! Allah göstermesin! Ben…”

      Ana: “Benim kızım ile sizin oğlunuz arasında hiçbir münasebet yoktur.”

      Laz: “Hanım kardeşim! Ben biraz acayip düşünen bir adamım. Ben derim ki eğer dünyada zengin erkekler fakir kızları alsalar ve zengin kadınlar da fakir kocalara varsalar pek çok biçare saadete nail olur ve bu suretle ortada fakir fukara bir hayli az olurdu. Zengin zengin ile izdivaç ederse servetleri artar ki buna bir şey denilemez. Ya fakir fakirle evlendiği zaman, fakirleri zenginleştireceğine de bir şey denilemez mi? Fakat hâkim değilim zabit değilim ki bu fikrimi herkese emir suretinde arz ederek icra ettireyim. Kendi emrim yine kendime geçeceği için işte kendi aklımın emrine yine kendim tabi oluyorum. Eğer fikrime siz de iştirak ederseniz hemen sizi şimdi bu beladan bu musibetten kurtarıp kendinize mahsus bir ev tedarik edinceye kadar kendi haneme götüreceğim.”

      Ana: (biraz düşündükten sonra) “Allah razı olsun kardaşım! Öyle bir pazarlık olursa elbet beni de bu cami avlularında bırakacak değilsiniz ya? Lakin bir dilenci kızını… Ah! Cami köşelerinde kalmış bir dilenciyi oğlunuza alırsanız âlemin dili yüzünüzü kızartır.”

      Laz: “Hayır efendim! Öyle değil! Kızınız burada gelin olup kalmayacak. Eğer müsaade ederseniz Mısır’da gelin olacak. Ben Şehlevend Hanım’ı buradan çeyiziyle çemeniyle gönderdikten sonra orada onun kim olduğunu kim bilecek?.. Şey! Estağfurullah hata ettim! Bilakis orada onun kim olduğunu ve nasıl soylu bir hanım olduğunu bilecekler. Ama şu kötü hâle giriftar olduğunu bilmeyecekler.”

      Ana: (bir hayli müddet düşündükten sonra) “Efendim ben size son sözümü söyleyeyim mi? Biz size münasip değiliz vesselam! Ahir ömrümde gurbetlere nasıl giderim?”

      Laz: “Ay efendim! Size demedim mi? Siz burada dayalı döşeli evinizde oturacaksınız. Bir yere gitmeyeceksiniz! Hanım kızınız gidecek. Zaten dışarıya gelin gitmek yeni bir şey değil ya? Bu kadar efendilerin, beylerin, paşaların hanımları da gurbette geziyorlar. Gerçi Şehlevend Hanım bir bey yahut paşa hanımı olacak değil ama İstanbulca bir muteber ve zengin esirci Mehmet Ali Ağa’nın gelini ve Mısırca tanınmış tüccarlardan Ali Haydar Ağa’nın karısı olacak. Yine siz bilirsiniz efendim! Vallahi ben hanım kızımızı pek sevdim ve o da bu nikâhı kabul etti de onun için geldim, sizi rahatsız ettim. Yoksa… Hem sizi şu hâlde bırakmak…”

      Mehmet Ali Ağa sözünü bitirmeyip fakat cevabını bekleyerek bir müddet valide hanımın yüzüne baktı. Kadıncağızda, derin, ümitsiz ve ızdıraplı bir sessizlikten başka bir şey görünmüyordu. Laz bir hayli beklediği hâlde hiçbir cevap alamayınca Şehlevend’e döndü. Çıkarıp eline bir yirmilik altın verdi. Ve bunun alelhesap olduğunu, gece validesini ikna etmeye çalışmasını ve ertesi günü kendisinin yine geleceğini yavaşça kulağına söyleyip valideye hitaben de “Efendim! Bana bir emriniz var mı?” dediyse de valide hanımdan “Bakalım biraz düşünelim efendim!”den başka cevap alamayınca, biraz üzülerek, yıkılıp gitti.

      Laz gittikten sonra bizim ana ile kız hemen söze ve müzakereye başladılar zannederseniz hatadır. Biçare kadıncağızın düşünceleri arttığı gibi kızın da dalgınlığı arttıkça arttı. Hatta kızın üzüntüsü, valideden beş on kat ziyade olduğu da görülüyordu.

      İkisi arasındaki bu sessizlik akşama kadar devam etti. Akşam yaklaştıkça Şehlevend validesinin düşüncelerini ihlal etmeden yavaşça çekildi. Civarda bulunan bir aşçı dükkânına girdi. İşte bu müracaatı ne şekerci dükkânına ve ne de işkembeciye ettiği müracaata kıyas etmemelidir. Bu kere kızın elinde para vardı para! Halkımız indinde para nedir bilir misiniz? Para öyle bir kuvvete sahiptir ki âcizi muktedir, miskini kuvvetli, korkağı yiğit, hasılı genel bir tabir olmak üzere diyelim ki küçüğü büyük eder. Bektaşinin dediği gibi paranın bir maden olduğunu bilmeyip de yalnız kuvvetini ölçüye vuracak olursak “Her şeye kadir bir şey varsa o da budur!” diye paraya perestiş etmek lazım gelir. Edenler değil ise de etmek derecesinde olanlar da vardır ya! Zira müşkülat yoktur ki paranın yüzü gösterilince onun sımsıkı düğümleri çözülmesin! Ne kadar ırzlar, ne kadar iffetler, ne kadar millî hamiyetler, ne kadar vatani gayretler paranın önünde aczlerini itiraf ederek baş eğmişler, boyun bükmüşlerdir! Ama parayı yalnız bu derece harap edici zannetmeyiniz! Para tamire de hizmet eder. Ne kadar ırzlar, ne kadar iffetler, ne kadar millî hamiyetler, ne kadar vatani gayretler, âdeta yıkılmak üzereyken, para onları tekrar ihya ve tamir etmiştir! Para ipten adam alır! Şakağa ve beyne çevrilmiş olan tabancayı ve yürek üzerine sıyrılmış olan bıçağı geriye çevirir. Hem de nasıl ya? Kendi eliyle ipini çekecek ve kendi parmağıyla tetiğe dokunacak ve kendi avucuyla kabzayı tutacak olan adamları yine kendi can alıcı ellerinden kurtarır.

      İşte Şehlevend’in elinde böyle bir kuvvet olduğu hâlde aşçı dükkânına girdi ki kuvvetli olanların çehrelerini süsleyen bütün cüret belirtileri Şehlevend’in simasını da süslemekteydi.

      İki üç kap nefis yemek alacağını aşçıya emrettiği zaman, aşçı kalıbı kıyafeti dilenci olduğuna delalet ettiği gibi o gün görmüş olduğu hareketi dahi bu yoldaki şüphesini gideren bir kızdan aldığı emre şaşırdıysa da Şehlevend altını gösterdiği anda o şahlar şahının fermanına boyun eğmemek kimsenin haddine düşmeyeceğinden emre derhâl uydu.

      Cenaze namazgâhında her taraftan ümidi kesilmiş olan valide, kızının yanında bir aşçı çırağı ve onun da başında bir tabla yemek ile geldiğini görünce hayretten midir, yoksa sevinçten midir, neden ise kendisini ağlamaktan bir türlü menedemedi.

      Ana: “Ah! Şehlevendciğim bunları nereden buldun? Bir haftadır bizim sıcak yemek gördüğümüz var mı a kızım?”

      Kız: “İnşallah bundan sonra yine hep böyle sıcak yemekler yiyeceğiz anacığım!”

      Ana: “Demek oluyor ki dün geceki kararından vazgeçtin! Ben ise o karara bugün daha ziyade kuvvet vermekteydim.”

      Kız: “O karardan benden evvel sen vazgeçmiştin. Ben dün gece vazgeçmemiş idiysem bile bugün vazgeçmek derecesine yaklaştım. Fakat yemeğimiz soğumasın!” (diye bir yandan yemeye başladılar.)

      Ana: “Bu Laz’ın teklifi üzerine mi vazgeçtin?”

      Kız: (biraz utançla) “Ne saklayayım anacığım, onun teklifi üzerine vazgeçtim. Laz’ın teklifi iki adamın ölümüne çare demektir. Ölüme çare bulunduktan sonra artık ondan vazgeçilmez mi?”

      Ana: “Hay çocuk hay!”

      Kız: “Gerçi çocuk isem de anacığım kendimi değil seni böyle cami köşelerinde dün geceki belalar içinde sürüm sürüm süründürmeyi arzulayacak çocuklardan değilim. Bir haftadan beri neler çektik neler gördük? Hatta canımızdan bezdik. Ben kocaya varacak değil, hatta can verecek olsam seni kurtarmak için olduğuna göre bence nimettir. Bu hâlde kalsak ikimiz de mahvolacak değil miyiz? Ben can feda etmiş olsam bile sen sağ kalacaksın ki birimizin kurtulması her hâlde kâr sayılır. Hâlbuki ben de mahvolmayacağım. Laz’ın dediği gibi dışarıya gelin giden yalnız ben mi olacağım? Bunca ümmet-i Muhammed’in kızı gelin gitmiş ve gidiyor. İşte herif sana küçük bir evceğiz alacak. Dayayıp döşeyecek. Elbise, yemek içmek filan hepsi yoluna girecek. Bu kadar nimeti ayakla tepersem işte o zaman çocukluk etmiş olurum.”

      Biçare