M. Turhan Tan

Cinci Hoca


Скачать книгу

gibi. Biz kadıncıl kelimesini kullanmakla kadına yakın, alışkın ve düşkün manasını ifade etmek istedik. (y.n.)

      8

      Riyazi: Matematiksel. (e.n.)

      9

      Hurde: Pek ince ve küçük. (e.n.)

      10

      Kâm almak: Bir şeyden olabildiğince zevk almak, keyfini çıkarmak. (e.n.)

      11

      İpliğini boyamak: Hile hazırlamak (e.n.)

      12

      Say: Çalışma, çalışıp çabalama. Gayret sarf etme. (e.n.)

      13

      Dâhiye: Hârikulâde zekâ ve fetanet sahibi. (e.n.)

      14

      Germi vermek: Ateşlendirmek, hızlandırmak. (e.n.)

      15

      İstikbal etmek: Karşılamak. (e.n.)

      16

      Tezyif etmek: Aşağısamak, küçüksemek, alay etmek, eğlenmek. (e.n.)

      17

      Tehzil etmek: Alaya almak. (e.n.)

      18

      Emirgân. (y.n.)

      19

      Köftehor, Fatih’in kanunnamesinde şuna buna kadın götüren sefil adam mevkisinde kullanılmıştır. (y.n.)

      20

      Tenezzüh: Gezinti. (e.n.)

      21

      Tecellüt: Tekellüfle celadet göstermek. Kendini şecaatli ve cesaretli göstermeğe çalışmak. (e.n.)

      22

      Fürce: Methal, girecek yer, boşluk, açıklık, çatlaklık. (e.n.)

      23

      Evliya Çelebi bu köçekleri şöyle tarif eder: “İbrahim Han’ın malumuydu. Süğlünşah, Mahmutşah, Nazlı Yusuf gibi meypare hayvanlar diba, zerbaf ve zerdûz, çarkubab etekliklerle meydan-ı muhabbette tavusu bağı İrem gibi reftar ettiklerinde âdem dembeste olup ol dem meftun olur.” (y.n.)

      24

      İbram: Israrla rica etmek. Usandırıncaya kadar üzerine düşmek. (e.n.)

      25

      “Davul, zuma ve çengi şeştar sedası Ayasofya minaresinde müezzinlere ezan yanıltırdı.” (y.n.)

      26

      Hammer, Osmanlı müverrihlerinden Kâtip Çelebi’nin, Kara Çelebizade’nin, Nasuh Paşa oğlunun, Naima’nın Sultan İbrahim hakkındaki ifadelerini çok güzel bir şekilde icmal ederek şu satırları yazıyor: “Boyuna tazelenen arzuları her an yeni bir zevk aramakta alan padişah, muhayyilesinin icat ettiği ve saltanat kudretinin istihsaline müsait olduğu her türlü sefahate gark olup gitmekteydi. Kadınların tesiri kuvvet buldukça kendi kuvveti zâf buldu. Yirmi dört yaşına gelmiş olan hararetli ve bünyesi kuvvetli delikanlı birçok kadına malik olunca itidal bilmeyen arzularına sonsuz bir inkişaf verdi. O hâlde ki fıraşını yirmi dört saat içinde -birbiri ardınca- yirmi dört cariyenin ziyaret ettiği vakiydi.” (Ellinci Kitap)

      Naima da şöyle diyor: “Zümrei nisvan furce bulup uzun mahpes ıstırabı çeken ve henüz o ıstıraptan kurtulan sadedil şehriyarı şivekârlıkla şikâfı amikul ka’rı heva vü lezzete düşürüp zendostluk fenninin garib meselelerini talim ettiler.” (C. 4, s. 236)

      27

      Düğün, gürültü, kavga, şamata. (y.n.)

      28

      Taabbüt: İbadet etmek. Kulluk etmek. (e.n.)

      29

      Fodla: Genellikle imarethanelerde yoksullara dağıtılan, kepekli undan yapılmış, pideye benzer bir tür ekmek. (e.n.)

      30

      Emsile Arapça fiillerin nasıl tasrif olunduğuna numune verilmek üzere, fakat tek bir fiilin tasrif cetveli olarak yazılmış bir risaledir. Bu risaleden sonra “bina”ya geçilir ve Arapça gramerde ileri gidilmiş olur. (y.n.)

      31

      İntizar: Birinin gelmesini, bir şeyin olmasını bekleme, gözleme. (e.n.)

      32

      Kulluk: Kamu düzenini korumakla görevli daire, karakol. (e.n.)

      33

      Tevcihat: Atama. (e.n.)

      34

      Ümniyye: Umut, niyet. (e.n.)

      35

      Naima, Cinci Hoca’nın hayatında bir dönüm noktası teşkil eden bu hadiseyi şu şekilde anlatır:

      “Cinci Hüseyin Efendi talib-i ilim kıyafetinde İstanbul’a gelip Haşan Efendi oğlu Şeyh Mehmet Çelebi’ye dânişmend oldu. Çelebi Süleymaniye Medresesi’nden İzmir kazasına çıktıkta fakir Molla Hüseyin’i istihkar edip mülâzim etmediğinden maada İzmir’e bile götürmeyip İstanbul’da bıraktı. Fakir ağlayıp efendisinin bazı ihvan ve ehibbasından istişfa ettikte anlar dahi ‘Şu biçareye yazıktır. Bu kadar zaman dânişmendiniz oldu. Bile götürün.’ deyu rica ettiklerinde ‘Behey efendi bizim ırzımız vardır. Avrat ve oğlana efsun okuyan bir sehharı nabekârı bile götürüp mansıbımızda bednam mı olalım.’ deyu reddeyledikte biçare Cinci mükedder, nâlân ve giryan kaldı.” (C. 4, s. 35)

      36

      Naima, bir münasebetle Cinci Hoca’dan bahsederken “Kaviyyülbünye ne garip bir Türk’tü.” diyor. (C. 4, s. 334)

      37

      Ufunet: Pis koku. (e.n.)

      38

      Massetmek: Emmek, içine çekmek. (e.n.)

      39

      Atâ: Bağışlama. (e.n.)

      40

      İsticvap: Sorguya çekme, sorgu. (e.n.)

      41

      Sihri tarife çalışanların ifadeleri şöyle telhis olunabilir: Sihir, göklerin ve yıldızların vaziyetiyle bunlardan her birinin insanlarla, hayvanlarla, otlarla, madenlerle alakalarını göz önünde tutarak akla sığmaz, anlaşılmaz birtakım suretlerle o alakalardan birtakım hükümler çıkarmaktır. Hintliler sihir için “nefsin tasfiyesi çaresi”dir, dediler. “Miratül Meanî fi İdrakülâlemülinsanî” adını taşıyan bu eser, bu akideyi izah maksadıyla yazılmıştır. Nabatiler, muayyen ve erbabınca münasip zamanlarda müessir dua ve efsunlarla sihir yürütebilir diyorlardı. Kuru ağacı yeşermiş göstermek, sakin ve berrak havada şimşekler belirtmek, cinlerle söyleşmek gibi