M. Turhan Tan

Cinci Hoca


Скачать книгу

elini öptürürken yüzüne bakmadı, hâlühatır sormadı, girişini ve çıkışını sezmemiş gibi davrandı.

      Bu açık tahkir, kendini yükselmiş zanneden Cinci Hoca’nın yüreğine işlemişti ve onu ilk fırsatta sadrazamdan intikam almak kaygısına düşürmüştü.

      Her gün kendi gözünde bir halayığın bakir simasını padişaha seyrettirmek ve o görünen sima sahibiyle hünkârı gerdeğe koymak suretiyle mevkisini gittikçe kuvvetlendiren Cinci Hüseyin, Ezreke Banu ile amcasının oğlunun uzlaştıklarını, Galata Mahkemesine gelmekten vazgeçtiklerini söyleyerek kadılıktan Anadolu kazaskerliğine geçmiş, şeyhülislamla bir hizaya gelmişti. Deli İbrahim ona “padişah hocalığı” payesini verdiğinden nüfuz bakımından şeyhülislamı geride bırakmıştı.

      Artık “Osmanlı ülkesi” onun demekti. Padişah tarafından ihsan olunan saray kendine dar göründüğünden yeni bir kâşane kurmaya başlamıştı. Hünkâr, hazineden iki yüz kese verdirerek yeni sarayın kurulmasını kolaylaştırdığı gibi hocanın en asil, en necip bir aileye damat olmasını da arzu ederek dört yana görücüler çıkarmıştı.

      Halk, danişmentlikten kazaskerliğe fırlayan, sarayın ruhu kesilen, padişahın göz bebeği sayılan bu türedinin daha neler elde edeceğini, başına konmuş olan ikbal kuşuna yapışarak daha nerelere yükseleceğini merak ediyordu ve herifin hayatını adım adım tarassuda çalışıyordu.

      Fakat hoca kendine mahsus bir zekâ sahibiydi. Kadıncıl padişahın gerdekten gerdeğe geçmek yüzünden yakında yine bir derde kapılacağını ve bu sefer, cinciliğin fayda vermeyeceğini düşünerek böyle bir akıbetle karşılaşmamak yollarını araştırıyordu.

      Düzenci molla bu mevzu üzerinde bir hayli düşündükten sonra hünkârı yavaş yavaş başka zevklere, başka eğlencelere alıştırmayı ve onun kadınlarla temasını mümkün olduğu kadar azaltmayı tasarladı.

      Düşünce basit olmakla beraber makuldü. Hareme kapanıp sabahtan akşama kadar kadınlarla oynaşan bir delinin gözünü yeni yeni meşgalelere çevirmek, onu hızla sukut etmekten korumak demekti. Yalnız icat olunacak, yaratılacak meşgalelerin zevki, kadıncıl adamı çekecek kuvvette olmak lazımdı.

      Cinci Hoca bu lüzumu temin için hünkârın çocukluktan kurtulamayan ruhunu tahlille elde ettiği neticelere göre mükemmel bir plan çizdi. İlkin Safranbolu’dan gelen anasını Kösem Sultan’a ve Deli İbrahim’e tanıttı, sabah ve akşam Defülcin duasını okumak, bir fırsat bulup saraya girmiş cinler varsa kendisine haber vermek bahanesiyle onu Topkapı’ya yerleştirdi, sadık bir casus olarak kullanmaya başladı.

      Sonra çocuk ruhlu padişahı masal dinlemeye alıştırdı. Bu zevki zirzop hünkâra tattırmak için -her işte olduğu gibi- cin padişahlarından selam getirmiş ve onların “Biz gecelerimizi masal dinlemekle geçiriyoruz. Sultan İbrahim kardeşimize de tavsiye ederiz.” dediklerini haber vermişti. Deli hünkâra bir iki saat olsun kadınları unutturacak ayarda masal söylemek kolay bir iş değildi. Cinci Hoca uzun araştırmalar sonunda bu büyük vazifeyi Eyüp’te oturan Voyvoda Kızı adlı bir Çingene kadınına yükletti ve onu saraya sokabilmek için de şöyle bir yalan kıvırdı:

      “Voyvoda Kızı’nın anası Mehlikayi Efsuni’nin sarayında otuz yıl masalcıbaşılık yapmıştır. Kızı da anasından binlerce masal bellemiştir, haspa dillidir, ferasetlidir, kaş göz sahibidir. Sözü kadar yüzü de güzeldir. Şahişahan kendisini birkaç kere davet etti, bir yolunu bulup gitmedi.”

      Düzenci Molla Hüseyin, padişahı oyalamak için saz âlemlerini de nizam altına aldı. Dürretüttac Hazretleri’nin sarayında böyle, Nurülkamer’in sarayında böyle yapılıyor diyerek her gece iki saat saz çalınmasını ve padişahın fasıl yapılırken mutlaka hazır bulunmasını kabul ettirdi. Köçekler, cüceler, soytarılar nöbetle bu saz âleminde vazife alacaklar, hüner göstereceklerdi.

      Molla Hüseyin, avrat pazarını teşkilata bağlamayı da ihmal etmedi. Kısa kısa dualarla, mini mini muskalarla kendisine sık sık tatlı rüyalar gördürdüğü Kösem Sultan’la anlaşarak pazarı darmadağınıklıktan kurtardı. Kadınlık vaziyetleri padişahla aşk oyunu yapmaya müsait olmayan, fakat dilbazlıklarıyla, zekâlarıyla, düzenbazlıklarıyla halayıklar üzerinde nüfuz yürütecekleri hissedilen Hubyar Kadın’ı başkâhya yaptırdı. Şekerpare, Şekerbulu, Saçbağı isminde üç kadını müşavir sıfatıyla onun emri altına verdi. Bu komisyon, hiç sezdirmeden padişahın halayıklarla temasını kontrol edecek, cümbüşte ifrata gidildiğini görür görmez valide sultana haber verecek, o da Cinci Hoca’yla görüşüp oğlunun cinlerin eline düşmemesini temin ettirecekti.

      Plan bu kadarla kalmıyordu. Padişahı devlet işleriyle alakalandırmayı da hedef tutuyordu. Zeki Safranbolulu bu ciheti düşünürken Deli İbrahim’e yine cin padişahlarından örnekler göstermiş ve şu biçimde tavsiyeler yapmıştı:

      “İnsanlar gibi cinler de yetmiş iki buçuk millete ayrılmıştır. Her milletin bir padişahı vardır. Bunların hepsi silahtar adı ile birer gözde kullanır. Çünkü silah, kudretin timsalidir. Rahmetli kardeşiniz de nereden öğrendiyse cin padişahlarını taklit etti, o biçimde bir silahtar kullandı, âleme şan verdi. Hâlbuki sizin henüz muteber bir silahtarınız yok. Cin hanlarından, hakanlarından niçin aşağı görünesiniz. Hemen bir münasip kulunuzu silahtar yapın, tantananızı yükseltin.”

      Şahişahanlardan, Mehlikayi Efsunilerden, Nurülkamerlerden, Dürrettaclardan ve hele kardeşi Sultan Murat’tan geri kalmayı kendine yakıştıramayan Deli İbrahim, saltanat kudretinin timsali denilen silahtarlığı hangi bir gözdeye vereceğini kestiremediğinden sordu:

      “Bu işin ehli kim ola, ne dersin?”

      “Cenabınıza malumdur ki göz kamaştıracak silahtar boylu boslu, son derece yakışıklı ve güçlü kuvvetli olur. Erkek gözdelerin de sıfatları budur.”

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

      1

      Muadele: Anlaşılmaz iş. Muamma.(e.n.)

      2

      Dek etmek: Olmayan bir şeyi uydurup olmuş gibi konuşmak. (e.n.)

      3

      Hamyaze: Kötü hareket, fena iş. (e.n.)

      4

      Mekr-ü al etmek: Hile kurmak, aldatmak (e.n.)

      5

      Kösem’in ammisi dediği Birinci Mustafa’dır ki tam manasıyla zırdeliydi. Fakat onu rahmani meczup ve veli sayanlar da vardı. (y.n.)

      6

      Tebadül: