kurtuluş umudu pek azdır.
Sanılıyordu ki İngiltere savaşmayacak, sonunda, yıpranmamış taze kuvvetiyle her iki yorgun taraf üzerine yüklenerek arslan payını alacaktır. Bu sanı, İngiltere’nin bugün savaşa katılmasıyla birlikte, yine yerinde durmaktadır. Çünkü İngilizlik, külahı öne de giymek, arkaya da yaslamak konusunda muhayyer, yüzyıllar görmüş bir siyasete sahiptir, ister misiniz ki yarın veya öbür gün “Benden artık paso! İngiliz çıkarı buraya kadar savaşa devama elverişlidir!” desin de bir tornistan kumandasıyla dönsün, Fransa’yı da soluğu soluğuna bıraksın.
“Sen utanmıyor musun?” diyedursunlar! Politika bu! Ayıp ölür, nayıp can çekişir de aldıran olmaz… İngiliz’in siyaset tarihinde ise böyle dönüşler gelenek olmuş gelir.
Şimdi evde çocukların yüzlerine bakamıyoruz: Taklit belası yüzünden!
“Yirminci medeniyet asrı! Yirminci medeniyet asrı!” diye onlara övdüğümüz şu yüzyılın bir vahşilik devri olduğunu Balkan Savaşı ile şu umumi savaş daha ne kadar ispat edebilir! Bir hâlde ki:
Düştü külahı, göründü keli!
KEBÛTER BÂ KEBÛTER 88
İhtimal ki, Acem’in bilinen “Kebûter bâ kebûter, bâz bâ bâz” hikmetinden alınmadır. Anadolu’nun “Kaz kaz ile baz baz ile”, “Kör tavuk kör horoz ile” diye pek şümullü, yukarıdakini karşılayan ve her yerde söylenen bir deyimi vardır.
“Acaba biz kimlerle ağız birliğindeyiz? Maşallah “Düvel-i Muazzama” denklerini buldular, vuruşup duruyorlar. Almanlar, Avusturyalılar, Fransızlar, İngilizler, Ruslar savaşa gidiyoruz diye birbirlerini çiğniyorlar. Heves edilmeyecek bir gidiş de değil. Baksanız a, insana nasıl da hız veriyorlar! Arman Herve mi, ne şarlatandır, Fransızlarda biri varmış. Bugüne kadar kendisine “antimilitarist” yani askerliğe karşı, savaş düşmanı süsü vermiş; böyle gezmiş, tozmuş, yemiş, içmiş, savaş ilan edilir edilmez eski fikrinden dönerek, sanki bir iş görecekmiş gibi, Harbiye Nezaretinden savaşçıların ilk sırasında bulunmasını dilemiş. Alman sosyalistler de bir süre önce büyük miting yaparak savaş aleyhinde bağırıp çağırdıkları hâlde, imparator herkese “Hazır ol!” kumandasını verir vermez “silah omza” ederek yürümüşler. Bu hâllere güç mü yeter, hangi can dayanır, hangi yürek katlanır?
Bu birden değişmeyi yorumlayanlar diyorlar ki:
“Bu karşı olmaların hepsi de boyadır. Silinince, altındaki “vatanseverlik” görünüyor.” Demek ki bütün atıp tutma, bakam boya.89
Filibe’de gezerken belediye bahçesinde heykelimsi bir şey gördüm, merak ettim de sordum:
“Acaba bu neden yapılma?”
Karşımdaki, nefes bile almadan:
“Tenekeden!” dedi. Aşırı şaştığımı görünce:
“Ne şaşıyorsun? Sen üstündeki boyaya bak, aldandın mı, aldanmadın mı? İşte, bizim işimiz hep böyle tenekedir!” sözlerini ekledi idi.
Bari, bizim işimiz teneke olmasa! Bari, ipliğimizi de boyayabilsek! Meşhur sözdür: “Önce refik, sonra tarik!” Biliriz ki, bir zamanlar “üç imparator ittifakı” vardı. Yel üfürdü, su götürdü. Rusya, Almanya ile Avusturya’dan ayrıldı. Dedi ki:
“Çık çık eden nalçadır,
İş beceren akçadır!”
Ondan sonra şimdiki “İttifak-ı Müselles”, bir ara “İttifak-ı Müsenna”, sonra “İtilaf-ı Müselles” çıktı. Daha sonra şu, “Balkan İttifakı” başımıza patladı. Şu üç ittifakın üçünün de ne mal olduklarını anladık. Bulgarların Bükreş’te kabasını aldılar; İtalya, ayak sürçtü. Yakındır; İngiltere stop eder.
“Benim sizinle savaşa girişmem filan yerlerin ilhakı bitinceye kadardı. Artık benim çıkarım yok.” der çekilir. Yine Fransa, Rusya, Dıral Dede’nin düdüğü gibi kalırlar. Onun için derim ki “Kebûter bâ kebûter, bâz bâ bâz!” hükmü kıyamete kadar ayaktadır.
BİRAZ POLİTİKA
İtibarlı “zaman” diyor ki:
“Lort Grey’in düşüne giren Jeanne d’Arc, İngilizlerin hâlâ Kuzey Fransa’da gözü olduğunu; “Sazanof’u dün gece uykusunda tedirgin eden Bonapart, çar hazretlerinin Moskova’ya gelip gitmelerini; Mösyö Puankare’yi terli terli uyandıran Bismark hayaleti de er geç barışın olacağını gösteren manevi belirtilerdendir. Bunların içinde III. Napolyon da bulunsaydı, savaşın sonuna yakın, Fransa’nın bir karışıklık geçireceğini düşünmek yerinde olurdu. Ben, geçen Balkan Savaşı’ndan önce, Hakan-ı Sabık’ı görmüştüm. Fakat gene “La- ya’lemü’l-ğaybe illa’Allah ”.
Tam işte adamına göre düş, düşüne göre yorum! Her zaman böyle üçü, dördü birbirine uygun düşmez.
İki derviş, bir kış günü, karşılıklı titreşip dururlarmış. Biri, büzüldüğü köşede nasılsa yarım saat kadar kestirmiş. Birdenbire uyanarak çeneleri vurduğu hâlde “Allah hayırlar versin, manada hamama girmişim.” der demez arkadaşı “Aman birader, neye terini alıştırmadan çıktın, soğuk alacaksın.” demiş.
Zavallı Orleanlı kız, bak seni, vatanseverce yaptıklarına ceza olarak Ruen’de odunlar üzerinde cayır cayır yakan İngilizler, şimdi senin sevgili Fransa’nın müttefiki oldular, iki millet arasından Manş Denizi değil, su bile sızmıyor!
Sen ey Sent-Elen Mahpusu! Bu hâle ne dersin? 1805’te İngiltere, Rusya, Avusturya, Napoli, İsveç krallıkları sana karşı yürüyor, yalnız Prusya tarafsız duruyordu. İşte Osterliç! işte Petersburg! 1806’da dediğin şu söz, günümüz bakımından ne kadar anlamlıdır:
“Osmanlılara gelen iyilik de kötülük de olduğu gibi Fransızlarındır.”
Acaba böyle midir? Böyle ise, yüz yıl sonra dediğin çıktı. Hatırında mı? Sen Osterliç’i kazandıydın, İngiliz Pit de üzüntüsünden öldü idi.
Koca Bismark! Sendeki o siyaset gücü neymiş, ki 1870’de bütün Avrupa’yı el pençe divan durdurarak yalnız başına Fransa’yı ezdin. Sen, gerçekten, demirden bir el imişsin! Bak, şimdi, yoktan ortaya koyduğun imparatorluğa üçü büyük, üçü küçük altı saldırgan sarılmış, sarsmak istiyorlar. Japonya da caba!
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.