Ахмет Мидхат

Henüz 17 Yaşında


Скачать книгу

hani bu gece boş kalan kızlar yok mu, sen onlardan birisinin koynuna girersin, ben senin yatağında yatarım, olmaz mı?”

      “Buna sebep?”

      “İşte o sebebi sormazlar!”

      “Siz bilirsiniz, beyim.”

      “Ben bilirsem öyle olmalı. Haydi beni odama götür de sen de yatacağın yere yat!”

      3

      Ahmet Efendi henüz yarı uyanık, yarı uyur bir hâlle sabahleyin yatağı içinde yuvarlanırken dışarıdan kilise çanlarının, yüzlerce satıcının ve birçok arabanın gürültüsü, patırtısı Beyoğlu’nun geceki sessizliğini büyük bir yaşama gürültüsüne, geçim sebeplerini elde etmenin hırgürüne çevirmiş olduğunu düşünerek bu koşuşmanın, bu şamatanın hepsi erbabını avunduracak derecelerde yolunda olduğuna hükmediyor ve yaptığı iş hiç de yolunda olmadığı için utanması gereken bir adam varsa o da kendi olduğuna inanıyor; fakat uyku hâliyle bu duydukları kendine rüya gibi gelerek, pişmanlık hükümlerinin de rüyada verilmiş olması zannıyla avunuyordu.

      Yarım saatten fazla bir zamanı böylelikle geçirdi; nihayet uykuya galebe çalarak gözlerini açınca gördü ki güneş gereği gibi yükselmiştir. Sabahleyin cigarası ağzına verilmeyince gözlerini açmamak ve kahvesini dahi yatağı içinde içmek şanından olan biçare Ahmet, bir kere etrafına bakınca yanında ne insan ne cigara falan gördüğü gibi, seslenecek olsa ev içinde başkalarını rahatsız etmekle beraber kendisini de kendi ilan etmiş olacağı düşüncesi buna engel oldu. Akşam birlikte yatmasını istemediği kadın yanında bulunmuş olsaydı da insanın ahlak ve tabiatını bilmeyen ve bilmek de boynuna borç olmayan bir kadınla sabah âdetlerini kendi tabiatınca yerine getirmek kabil olur mu?

      Artık kendi kendisine söylenerek yerinden kalktı. Öteye beriye aranarak bir cigara bulmaya çalıştı. Boş çıktı. Cigara çekmedikten sonra da başını toplamak mümkün değil! Ne yapsın? Bir aralık oda kapısını açıp dışarıya göz gezdirdi. Öyle yerde bulunuyor ki oda kapısının eşiğinden öte yanı, kendisi için yabancı bir yerdir, iç tarafı da kendisine alışkın bir yer değil ya! Olabilmek de güç!

      Her ne kadar alt katlarda insan bulunduğunu anlatan bazı sesler ve ayak patırtıları varsa da nasıl seslensin? Hatta kapısı açık, öyle dışarısını seyredip durmayı da zararlı, tehlikeli bulmaya başladı. Öyle ya, bu sofa üzerinde bulunan kapılardan birisi açılıp da dışarıya başka bir misafir çıksa? Çıkacak olan misafir kendisini yemez, yutmazsa da ya bir bildik olup da tanırsa? Ama öyle bir yere gelen bildikler de kendisini ayıplamakta haklı olamazmış. Ne olursa olsun, kendisi ayıplanacak bir hâlde bulunuyor ya!

      Kapıyı gene kapayarak odasına girdi. Bir cigara içip sersemliğini gideremedi, “Bari yüzümü, gözümü yıkayayım!” diye oracıkta duran bir yüz takımının yanına yaklaşarak üzerinde kokulu sabunlar ve birkaç şişe lavanta görüp ilk bakışta süsünü beğendi ise de su kabındaki suyun üzeri toz, toprakla kaplanmış olduğunu görünce, “Kim bilir bu su ne zaman konulmuş?” diyerek irkildi.

      Şu ürküntüden evhamı daha çok genişledi. Kendi kendisine dedi ki: “Bir bakıma pek süslü yüz takımı… Pek güzel sabunlar… Lakin acaba bunlarla kimler yıkanmış? Nerelerini, ne gibi mundarlıktan temizlemek için bunları kullanmış?”

      Ahmet Efendi, şu sözleri kendi kendisine söylerken yüzüne bakacak olsaydınız sanki pek iğrenilecek bir şey görmüş gibi yüzünde büyük bir tiksinti kırışığı görürdünüz. Şu ilk tiksinti üzerine gene kendi kendisine dedi ki:

      “Etrafa bakılacak olursa her şey temiz, her şey süslü görünür. Beyoğlu’nun en mükemmel yeri burası olduğuna şüphe kalmaz; ama bu temizlik, bu süs işte tıpkı şu yüz takımının temizliğine, süsüne benzer. Kadınları da böyle… Düşkünlük kirinin ruhu bulaştırması üzerine ruhu temizleyecek bir sabun da icat edilmiş olsaydı belki insan rahat edebilirdi.”

***

      Hepsi yolunda; ama cigara yok! Cigara isteyecek adam yok! Adamları çağırmaya imkân yok!

      Fakat bu sersemlikle durmaya da imkân bulunmadığından Ahmet Efendi, oda kapısını yeniden açtı. Sofaya doğru çekine çekine birkaç adım atmaya da cesaret aldı.

      Yeni yapıların merdivenleri bazı defa ne güzel işe yararlar. Elbette tecrübe olunmuştur ki yeni yapılarda birbirinin üstüne konularak yükseltilmiş olan merdivenler ta üst kattaki bir adam baktığı zaman en alt katı görebilmeye elverişli olur. Ahmet Efendi de merdivenin yukarısından yavaşça aşağıya bakınca aşağıki katın merdiveni başında iki kadının gizlice söyleştiklerini gördü.

      Bunların birisi Rum, öteki Ermeni, birbirinin dillerini bilmedikleri için Türkçe konuşuyorlardı. Sözlerin başının, Ermeni karısının o gece iki müşteriyi idare etmiş olduğu üzerinde geçtiğini, Ahmet Efendi, sözlerin gerisinden anladı. Rum karısı demişti ki:

      “Kız, nasıl korkmadın? Ya gece yarısı ilk müşteri uyanıp da seni arasaydı ne yapardın?”

      “Onda uyanacak hâl mi kaldı? Zati sarhoş geldiği hâlde iki şişe de burada içti.”

      “Ya şimdi ikisinden biri uyanır da seni ararsa?”

      “Adam sen de! Acemiye öğretecek vaktim yok. Elbette ilk akşamdan gelen herifin yanına gireceğim; o bazı bazı buraya gelir. Hem de geceliği akşamdan vermez, sabahleyin verir. İkinci gelenin buraya daha ilk gelişi… Geceliği de peşin vermiştir. Vasili’ye tembih ettim. Uyandığı ve beni aradığı zaman hamama gitmiş olduğumu söyleyecek. Anladın mı, ahmak! Acemilik lazım değil, iki gecelik birden kazanmak öyle kolay kolay da olmaz ya! Biraz zahmeti göze almalı.”

      Ahmet Efendi bu yerlerin murdarlığını bir kat daha artırmak üzere şöyle iki adamı birden aldatmak ihtimalini daha hayal bile etmemiş olduğundan karının bu sözlerine şaşmıştır. Hâlbuki Rum karısı da Ermeni karısının bu sözlerine şaştığını göstererek:

      “Kız, Agavni; eğer üç müşteri olsa, üçünü de aldatabilir miydin?” demiş olduğundan, karı bu işlerin eski ustası olduğunu anlatacak becerikli bir edayla demişti ki:

      “Hay hay! Ama üçüncü müşteri gece sabaha kadar kalmamalı; yalnız bir saat kadar görüşüp gidecek olan müşterilerden olmalı. Hoş, üç müşterinin ikisi geceliği peşin vermiş olurlarsa sabahleyin Maryanko Dudu’ya biraz kavga dinletmek şartıyla üçünü dahi savmak mümkün olur ya! Her hâlde sabahleyin her zamanki müşterinin yanında bulunursun; çünkü böyle işlerin en güç zamanı sabahleyindir; ama müşterilerden birisi şayet âlemden utanır takımdan olup da gündüz buradan çıkamayarak sabah erkenden çıkarsa artık iş pek kolaylaşır.

      Bunları hep öğrenmeli, kuzum! Daha neler var, neler var ki onları öğrenmeyen kız bir kerhanede para kazanamaz; eğer iş yalnız geceliğe kalırsa hâli yamandır!”

      Dikkat buyuruluyor ya! Ahmet Efendi için düşünce meydanı gittikçe genişliyor. Müşterileri aldatmak için daha neler varmış neler! İş yalnız geceliğe kalırsa hâli yamanmış!

***

      Ama cigarasızlık belası her hâlden daha yaman olan bir hâl! Ahmet Efendi ne yapsın? Bari kendisini şu karılara gösterip onlar vasıtasıyla hizmetkârı çağırtsa ve onun vasıtasıyla da cigara buldursa… Artık bu murdar karılardan da utanacak çekinecek değil a!

      Bu niyetle merdiven başında bazı hareketler eyledi ki aşağıda bulunan kadınlar yukarıda adam olduğunu anlayarak baktılar. Ermeni karısı Rum’a:

      “Kız, Kalyopi. Kocan uyanmış!” dedi.

      Ahmet Efendi de kulak kabartmış, kendi kendisine: “Bunun birisi bizim karı imiş! İsmi