Мемдух Шевкет Эсендал

Gödeli Mehmet


Скачать книгу

Kalfa, saçları kınalı, başı hotozlu, yaşı elli beş-altmış arasındaydı; güler yüzlü bir kadındı ve köşeye oturmuş, onu görünce pek ziyade memnun olup çeneleri açılan dadı ile fesahat24 yarışına çıkmış görünüyordu. Bu iki kadın da Çerkez oldukları hâlde kendi lisanlarını kaybetmişler ancak telaffuzlarını ıslah edememişlerdi ve nedense mustalah25 konuşmak zevkinde olduklarından, birbirine pek nazik ve başkalarına pek gülünç oluyorlardı.

      Besime, bu kalfanın eteğine uzanır gibi yaptı. Bir zamandan beri Talât’tan öğrendiği bu etek öpmeyi ne zaman, ne suretle, kime karşı yapacağını layıkıyla bilemiyordu ancak ihtiyar kalfanın güzel yüzü onda böyle tazim hissi vücuda getirmişti. Bu terbiyeye kalfa hayran olmuş olacak ki ayağa kalktı:

      “Estağfurullah, yavrum, evladım. Etek öpenlerin çok olsun, maşallah yavrum.” dedi ve yanaklarından öperek yanına, erkân minderine oturttu.

      Bıraksalar belki Besime, Dilber’in de eteğini öperdi ancak tarzı kabul26 onu şaşırttı, sıkıldı ve kalfanın yanına sokulup oturdu. Dilber hemen yerinden kalkıp küçük hanımın eteğini öptü, bu suretle merasimdeki kusur örtüldü.

      “Nasılsın evladım? İnşallah keyfiniz, hatırı şerifler iyidir yavrum.”

      Kalfa, şüphesiz bu terbiyeli, bu taze çocuğa hayrandı. Dadı pürgurur, Besime birkaç anlaşılmaz şeyler söyledi ve dadı fırsatı kaçırmadı. Besime’yi ilk defa methediyordu:

      “Bizim hiç şüphemiz yok efendim, kızımız maşallah saf altın gibidir.”

      Besime için bu kadınlar yeni bir tavır ifşa ediyorlardı, bunlar eskiler değildi. O, Talât Hanım’a gelip giden takımdan kadınlara benzemezdi. Bunlar, şu karşıdaki sütçünün karısı cinsinden de değil, bunlar karşıdaki sarı köşkteki hanımlara da benzemezdi. Mektebe gidip gelirken de bunlara benzerini görmemiş bulunuyordu. Bunlarda, onun anlayamadığı bir tarz vardı. Hotozlu hanım görmüştü ancak bu kalfanın hotozu, oymaları onlara benzemiyordu. Şu karşıda oturan kız bile yeni bir numuneydi, kalfasının yanında ara sıra söze karışmak cesaretini buluyordu. Bir yer minderinin üstünde, dizlerini yana kıvırıp oturmuş, dokuma kuşağının püskülleriyle oynuyor. Vücudu gayet nahif ve çehresi ince, özellikle burnu yüzüne ilk bakıldığı vakit nazara nahoşluk verecek kadar zayıf ve sivriydi. Bu burnun nahoş tesiri olmasa gözlerinde gülen tebessüm insana bir inşirah ve muhabbet verebilecek kadar parlaktı.

      Kalfa, hayran, dönüp dönüp yanında oturan Besime’ye bakıyor, sonra bir ihtiyar hanımefendi tavrıyla tekrar söze başlıyordu. Besime, kumral saçları arkasında iki örgü örülmüş, başında bir beyaz yemeni, pembe çehresi, parlak gözleri -ah hele o ateş saçan parlak gözleriyle- nadir güzellerden bir çocuktu. Kalfa baktıkça beğenmeye başladı hatta lakırtı sırası getirip:

      “Allah kızıma da hayırlı bir koca, bize de böyle bir gelin nasip etsin.” demeye başladı.

      Dadı, misafirlerine yemek çıkardı ve gece salıvermeyeceğini söyledi. Her iki taraf da antlar, yeminler ettiler ise de nihayet büyük hanımefendinin pek meraklı olduğu, behemehâl dönmek lazım geldiği anlaşıldı.

      Dadı, vaktiyle yine bu evden azatlı kalfanın kapı yoldaşı ve Talât’ın babası olan adamla izdivaç ettiği vakit, bu kalfa, ona pek büyük şefkat göstermiş ve kısa bir zaman süren bu izdivaç hayatında birçok kereler dadının evine gelip gitmiş fakat Besime’nin validesinin vefatından sonra görüşmeye imkân kalmamış ve nihayet bu Çamlıca’da ikamet onları da birbirinden uzaklaştırmış bulunuyordu.

      Bir buçuk, nihayet iki saat süren şu misafirlikten, geç kaldık telaş ve endişeleri içinde Talât’ı da beraber alıp çıkıp gittiler. Onlardan sonra, Besime’nin gönlünde bir boşluk, mahzunluk kaldı.

      Herkes onu bu evde, bu sükût içinde, yüzüne bakmayan baba ile şu ihtiyar dadı arasında, çok zaman gelip giden ve değişen aşçı kadınlar ortasında bırakmakta ittifak etmişlerdir, zannolabilirdi. Hiç olmazsa uşaklardan bir görüşecek kimse olsa… Ta kaç sene var ki tutulan bahçıvanlar hep bıyıkları kırlaşmış Arnavutlardan, ihtiyar Anadolu köylülerinden ibaret oluyordu.

      Kış geldikten sonra da uzaktaki sarı köşkün uşağını ancak iki defa görebilmiş idi. Evvelce bu yalnızlığın ağırlığını, bu sessiz, hadisesiz, değişmez hayatın tazyikini bu derece şiddetle hissetmezdi. Şimdi, böyle yeni şeyler öğrendikçe, yeni kadınlar görüp sevildikçe, okşandıkça, onlardan ayrılmak ruhuna bir ızdırap veriyordu. Bu ızdırap sürüp gitti.

      Kalfa, Dilber, Talât arabaya binince ilk lakırtı Besime’den bah-soldu. Kalfa, derhâl pek güzel bulduğunu, pek temiz bulduğunu, pek hanım kadın gördüğünü söylemeye başladı; Talât, pek sessiz bir taze olduğunu ilave etti; Dilber gözlerini, saçlarının uzunluğunu methetti ve ta vapura kadar, sonra köprüyü geçinceye kadar, sonra tramvayda muttasıl, uzun uzadıya hatta söze karışan bir-iki hanıma da tarif ederek bu lakırtıyı konuştular. Oğluna genç kız arayan orta yaşlı bir hanım, evi salık aldı. Eve gidince Besime’nin vasfı tazelendi, uzun bir destan; ne taze, ne körpe, ne sessiz taze… Hanımlarda bir-iki gün dinledikten sonra Besime’yi görmek hevesleri uyandı, zaten evde evlenecek bir genç çocuk olunca bu tariflere fazla alakadar olmak tabiiydi. Büyük hanım merak etti, Hasip Efendi görmek istedi. Zaten, Talât’ı alıp gelince ne kadar da mahzun olmuştur. Gelin hanım da bir parça şımarmıştı, o da arzu beyan etti ve nihayet Talât’ı gönderip Besime’yi ve dadıyı davete karar verdiler.

      Bir sabah, Besime henüz kalkmıştı, Talât’ın sesini duydu, sonra dadı odasına gelip söyledi, Talât kapının önünde ve dadının arkasında duruyordu.

      Âlâ, ancak Besime ne giyecek? Talât, ilk geldiği vakit anasının eski bir feracesini bozup bir çarşaf yapmışlardı, bu çarşaf henüz yeni duruyordu ancak içine giyecek bir şey yoktu. Uzun bir müzakere yaptılar, nihayet ufak dallı beyaz entariye karar verildi, o zaman efendiden izin almak hatıra geldi. Dadı gitmeyecek, hem dizleri ağrıyor hem de efendiyi yalnız bırakmak münasip değildir, düğün olursa o zaman gelir; zaten Besime de üç-dört geceden fazla kalmamalıdır. Vâkıâ senelerden beri, efendi ile üç-beş kelime konuşmuş lakin onu da hiç yalnız bırakmamıştı. Bu ne acayip bir sadakat numunesi oluyordu. Âdeta dadı ile efendi arasında Besime’nin anasından dolayı unutulmaz bir hatıra, bir kin yatıyor gibi görünürdü. Lakin ne dadı bundan bir kelime söyler ne de efendi kimseye bahsederdi. Efendiden izin almak meselesini Talât deruhte etti ve hemen bahçeye koştu, tekrar geldi, “İzin verdi.” dedi. Talât istedikten sonra, babasının izin vereceğini Besime bilirdi. Hazırlandılar; Talât, arabayı gidip gelme tutmuş, herif beklemez diye acele ediyordu… Bir lokma bir şey bile yemeyerek yola çıkıyorlardı. Dadı, ihtiyaten vapurda bir şey lazım olursa alırsınız diye fazladan birkaç da bozukluk para verdi.

      Besime’nin ilk seyahati… Babasının elini öpmeye gitti ve içinde anlaşılmaz bir sevinç ve heyecan vardı; bunun tesiriyle ilk defa bu gülmez çehreyi sevdi, ilk defa ona sokulmak arzusunu hissetti ve yüreğinden taşan bu heyecan ile o zamana kadar babasının elini öperken bu defa entarisinin eteğini öptü. Öteki, bir taş parçası gibi cansız ve manasızdı. Yalnız o da kızına derhâl izin verdi, entarisinin cebinden kırmızı kesesini çıkardı, içinde üç mecidiyeyi aradı:

      “Al.” dedi. Bu birinci defa idi. İlk defa evinden çıkıp üç-dört saatlik bir yere gidecek idi. Dadı yüzünden öptü; yeni gelen ihtiyar aşçı kadın, başına örttüğü yazma yemeninin iki ucunu tepesine kaldırıp kapıya kadar geldi. Köşkün çamursuz örülmüş taş duvarı önünde bir eski tek araba duruyor, arabacısı ve beygiri uyukluyordu.