Büşra Tuğba Koç

DÜŞ KAPANI


Скачать книгу

bu haber diğer aile fertlerinin de ekmeklerine yağ sürdü. Hepsi haklılıkları ispatlandığı için mutluydu. Kazandıkları zaferin etkisi Ekrem’in üzerinden dağılmadan ona Türkiye’den dul bir kadın buldular. Ekrem hiç düşünmeden evlenmeyi kabul etti. Yıldırım nikâhıyla evlenip yeni karısı Asiye’yi Almanya’ya getirdi.

      Ekrem çocuklarını yanına alabilmek için yeniden mahkemeye başvurdu. Kısa sürede velayetlerini almaya hak kazandı. Ülfet’in çocuklarını almak için tek bir adım bile atmamasına şaşkındı. O güne kadar sorsalar, “Anneleri çocukları için dünyayı yakar,” derdi ama şimdi çocukları için mücadele etmeyi bırakıp ortadan kaybolmuştu. Sanki hiçbir zaman anne olmamış gibi davranıyordu. Ekrem ne kadar düşünse de Ülfet’in bu tavrına bir açıklama bulamadı. Kendince, Ülfet’in ondan bıktığı, çocukların sorumluluğunu ona devrederek içindeki öfkeyi dindirmeye çalıştığı sonucuna vardı.

      Minik yavrular ise her şeyden habersiz babalarına kavuşmanın heyecanı ile bayram ediyorlardı. Evlerine, ailelerine bir sene boyunca hasret kalmışlardı. Büroda son işlemler yapılırken babaları Asiye’yi göstererek, “Bu sizin cici anneniz,” dedi. Kadının kim olduğunu, neden ona anne demeleri gerektiğini anlamadılar. O kadar mutluydular ki, bu detayı hiç umursamadılar.

      Gitmeden yurt görevlilerine veda ettiler. Zeynep Meriç’e sıkı sıkı sarıldı:

      “Seni çok sevdim Meriç abla.”

      Gözlerinin içi güldü Meriç’in. Hüzünlendi:

      “Gidişinize üzülsem mi, sevinsem mi bilemedim Zeynep’çiğim. Bendeki yeriniz apayrı. Yolunuz açık olsun.”

      Zeynep son kez Meltem’le göz göze geldi.

      “Zeynep, ara sıra yaptığım kötü şakalar için özür dilerim. İnşallah bir gün ben de ait olduğum yuvayı bulurum.”

      “Kendine iyi bak.”

      İçtenlikle sarıldılar birbirlerine.

      Baba Ocağı

      Zeynep yazın geldiğini o gün anlamıştı. Mutluluktan ayakları yere basmıyor, sanki bulutların üzerinde yürüyordu. Aylarca kardeşleriyle birlikte işlemedikleri bir suçun cezasını çekmişlerdi. Evlerinden sürgün olmuş, yalnızlığa mahkûm edilmişlerdi. O gün özgürlük günüydü. Kuşlar gibi yuvaya uçma vaktiydi. Hapishaneden salınmış mahkûmlar gibi güneşte gözleri kamaştı. Tenini okşayan ılık rüzgârda ağaçların kokusunu tek tek aldı. Kuşların, çocukların, hatta arabaların sesini bile dinledi. Eve giden yolda her şey ama her şey çok güzeldi.

      Evin önüne geldiklerinde rengi solmuş apartmanı bir gökkuşağıymış gibi hayranlıkla izledi. Onca acı şey yaşamışlardı ama artık geçmişti. Evlerinin şefkatine sığınınca hepsi unutulur giderdi.

      Ekrem, öylece duran kızına baktı. Çocuklarıyla dolu bu evi ne kadar özlediğini daha iyi anlıyordu. Bir an önce içeri girmek istedi:

      “Hadi kızım.”

      “Bayan Müller’in ziline de basabilir miyim babacığım?”

      “Ne yapacaksın Bayan Müller’i, kızım?”

      “Ona geldiğimizi haber vermeliyim baba. Mutlu olacağını biliyorum çünkü o çok seviyor bizi. Basabilir miyim ziline? Lütfen.”

      “Önce evimize girelim.”

      Ekrem’in sesi ciddileşmişti. Zeynep ısrar edemedi ama keyfini hiçbir şey bozamazdı. Güldü,

      “Olur,” dedi.

      Babasının kapıyı açışını izlerken annesi geldi aklına. Gözlerinin önüne, ardı ardına anılar üşüştü. Annesinin sıcak diye uyarmasına aldırmadan üfleye üfleye yediği o patates kızartması, mayaladığı yoğurdu üstüne döke döke yerken annesiyle göz göze gelişi, kızmasın diye yoğurdu övmeleri, gülüşmeleri, oyunları, yaşadığı an kadar canlıydı.

      “Hadi baba, hadi,” dedi sabırsızlıkla. Sanki yukarı koşsa annesini, eski günleri bıraktığı yerde bulacaktı. Ekrem kapıyı açınca içeri yel gibi esti. Onu İsmail ve Kasım takip etti. Önce hiç tanımadıkları bir eve girer gibi merakla bakındılar. Sonra odalarına koştular. Her zaman yatağın üzerinde katlı duran battaniye yerindeydi. Ne güzel çadırlar yaparlardı onunla. Cama yapıştırdığı resmi, önündeki mor saksı, gül desenli yatak örtüsü, hiçbiri değişmemişti. İsmail’le Kasım’ı odada bırakıp koşarak mutfağa gitti. Buzdolabının üzerindeki renkli mıknatısları boş gözlerle seyrederken durgunlaştı. Mutluluğun sarhoşluğu dindi, içinde bulunduğu güzel rüyadan uyandı. Her şey yerli yerindeydi ama evde kocaman bir boşluk vardı. Onları keyifle izleyen babasına döndü:

      “Baba, annem nerede?”

      Zeynep’in sorusu eve bomba gibi düştü. Ekrem ayakkabılarını yerleştiren Asiye’yle göz göze geldi. Asiye’nin bu sorudan hoşlanmadığı, onu geçmişinden kıskandığı yüzünden okunuyordu.

      “Cevap versene çocuğa, karını soruyorlar.”

      “Eski karımı.”

      “Ayrıldığınızı bilmiyorlar mı?”

      Zeynep, babasının bacağına yapışıp sorusunu tekrar etti.

      “Baba söylesene, annem nerede?”

      Ekrem, bacağını sımsıkı tutan kızının omzunu sertçe tutup kendisinden uzaklaştırdı. İter gibi, hiddetle savurmuştu çocuğu. Zeynep bu kadar özlediği babasının ona neden böyle davrandığını anlayamadı. Ekrem parmağıyla Asiye’yi işaret ederken, bu konuyu burada kapatmayı umarak elinden geldiğince sertleşti:

      “Annen burada işte!”

      Zeynep aldığı cevap karşısında kaskatı kesildi. Babası ona, “Artık bu kadına anne diyeceksiniz,” dediğinde üzerinde durmamıştı. Eve dönmenin heyecanıyla anlam vermeye uğraşmadığı her şey şimdi tokat gibi yüzüne çarpıyordu.

      Tüm bunların şaka olmasını diledi yahut aylardır yetimhanede gördüğü kötü rüyalardan biri. Ancak ne babası şaka yapıyor gibi görünüyordu ne de yaşadıkları rüyaya. Her şey annesiz, bomboş, buz gibi bu ev kadar gerçekti.

      “Benim annem değil ki o.”

      “O nasıl söz öyle? Bu senin yeni annen.”

      Zeynep kızgın gözlerle Asiye’ye uzun uzun baktı. Annesine benzer bir yanı yoktu. Üstelik asık suratlı ve çirkindi.

      “Ben kendi annemi istiyorum.”

      Ekrem sesini daha da yükseltti:

      “Kendi annem dediğin kadın sizi bir adam uğruna terk etti. Bundan sonra bir tane anneniz var. O da Asiye anneniz.”

      Asiye’nin gözleri parladı. Ekrem’in çocuklarına karşı kendini böyle savunması hoşuna gitmişti. Gururla Zeynep’e bakıyordu.

      Sonraki günler çocuklar yeni anneye, yeni hayata, yeni kurallara, öz annelerine dair hiçbir eşya bırakılmayan bu eve alışmaya çalıştılar. Değil anne demek, onu akla getirmenin bile yasak olduğu ve hakkında bildikleri ne varsa unutmaya mecbur bırakıldıkları buhran dolu günler başlamıştı.

      Okul Günleri

      Okulun ilk sabahıydı. Zeynep, Kasım’ın sesiyle gözlerini açıp doğruldu. Kasım önüne dizdiği terlikleri araba yapmış motor sesi çıkararak oynuyordu.

      “Kasım, babam geldi mi,” diye sordu. Kasım oyununu bozmamak için sadece hayır anlamında başını salladı. Sonra terliklerden birini diğeriyle çarpıştırıp kaza yaptırdı.