Büşra Tuğba Koç

DÜŞ KAPANI


Скачать книгу

daha evvel çocuklarından hiç ayrı kalmamıştı. Bu ayrılığın kendisini bu kadar etkileyeceğini hiç tahmin etmemişti. Nihayetinde sonsuza kadar ayrılmıyorlardı. Gelip alacaktı. Ama bu, içindeki sızıyı dindirmedi. Çocuklarının gözlerine bakmaya cesaret edemedi. “Anne,” diye haykırışlarına kulaklarını tıkayıp çıkmak istedi çünkü verdiği karardan her an cayabilirdi. Çocuklarının sesinden kaçtı ama içindeki seslerden kaçamadı. Bir yanı “Doğrusu bu,” diyor, diğer yanı daha şiddetli şekilde “Hata ediyorsun,” diye haykırıyordu. Gücü tükendi. Ayakta kalabilmek için duvara elini dayayıp destek aldı. Üç çocuk birden çığlık çığlığa ağlıyordu. Ne gidebiliyor ne de onların elinden tutup yeni bir hayata atılmaya cesaret edebiliyordu. Bir an cayacak gibi oldu ama sonra onları sürükleyeceği sefalet geldi gözlerinin önüne.

      “Şimdi ağlamak zamanı değil Ülfet. Sıcak bir ev, sağlam bir iş bulma zamanı,” dedi. Gözlerinin yaşını sildi. Duyduğu seslere kulağını tıkayıp yürüdü.

      Çocuklar saatlerce ağladılar. Sık sık birileri geliyor, onları çeşitli bahanelerle güldürmeye çalışıyordu. Zeynep odaya girip çıkanlara korku dolu gözlerle baktı, annesini kendisinden alan bu insanların kardeşlerini de alabileceğinden korkuyordu.

      Zeynep, kardeşlerinden sorumlu olma hissiyle sakinleşmek zorunda kaldı. Odaya getirilen yemeklerden onlara yedirmeye çalıştı, ancak başarılı olamadı. İsmail ağlamaktan yorulup uyuyakaldı. Kasım ise bir türlü sakinleşmedi. Kısılan sesiyle çaresizce “Anne,” diye hıçkırıyor, başka bir şey söylemiyordu. Zeynep artık ağlamıyordu. Küçücük yaşında büyük bir sorumluluğun altında kalakalmıştı. İsmail’in üzerini örttü. Sonra Kasım’ı İsmail’in yanına yatırıp, “Annem gelecek, merak etme,” diye sakinleştirmeye çalıştı. Söylediğine inanmayı kendisi de çok istiyordu. Bir kere de kendisi için tekrar etti:

      “Annem gelecek. Merak etme.”

      Ablasının sesiyle sakinleşen Kasım uykuya daldı. Zeynep rahatlamıştı. O da kardeşlerinin ayakucuna kıvrıldı. Yataktaki yabancı koku ona annesiyle yattığı geceyi hatırlattı. Gözleri doldu. Annesinin göğsünde yattığını hayal ederek kapattı gözlerini. Üç kardeş birbirlerine kenetlenip aynı yatakta, tek yorgan altında yalnızlıklarına sarılıp uyudular.

      Ülfet kadın sığınma evine geldiğinde Tanja ile göz göze geldi. Bakışlarında her şeye rağmen bir adım atabildiğine dair bir onaylanma görmek istedi. Buna ihtiyacı vardı. Durup konuşmaya, yaşadıklarını anlatmaya, hatta teselli edilmeye bile mecali yoktu. Bitkindi. Aklıyla kalbi arasında cebelleşip durmaktan yorulmuştu. Bir an önce uyumak ve duygularından sıyrılmak istedi. Odasının her yanı çocuklarının hayaliyle doluydu.

      Hayat dün evini almıştı elinden, bugün ise çocuklarını. Yarın yatacak bir yerinin olup olmayacağı bile belli değildi. Böyle bir çaresizliğe daha önce hiç düşmemişti. Ekrem ve ailesinin onu bu durumlara düşürmesi affedilecek şey değildi. Kararlıydı. Ekrem’e dair ne varsa silip atacak, yepyeni bir sayfa açacaktı. O gün Selim’in telefonda söylediklerini düşündü bir an.

      “Evlen benimle, seni dünyanın en mutlu kadını yaparım,” demişti. Başını iki yana sallarken, “Aptalsın Ülfet,” diye mırıldandı kendi kendine. Bu teklifi düşünmesi bile ürkütücüydü. Şaşkındı. Kızgındı. Çaresizdi. Belki de çaresizliğin gölgesine sığınmak işine geliyordu. Aklına gelen düşüncelerden sıyrılmaya çalıştıkça, Selim tüm samimiyetiyle gözünün önüne geliyordu. Yaptıkları konuşma kafasında dönüp duruyordu.

      “Bu hallere düşmene göz yumamam. Ne sen bunu hak ediyorsun, ne de çocukların. Benim tanıdığım Ülfet çok güçlü bir kadın. Kıymetini bilmeyen bir adam için üzülüp kahrolman sana ne kazandıracak?”

      O konuştukça sadece susup dinlemişti. Telefonu yüzüne kapatırken, “acaba” bile dememişti içinden fakat şimdi neyin değiştiğini kendisi de bilemedi.

      Annesiz Günler

      Sabahın erken saatleriydi. İsmail gözlerini araladı. Kendisini rahatsız eden ıslaklığı fark edince, ağlamaya başladı. Uzun bir aradan sonra ilk defa altına kaçırmıştı.

      Onun ağlamasına Zeynep ve Kasım da uyandılar. Önce nerede olduklarını hatırlayamadılar fakat bu uzun sürmedi. Tekrar koca bir boşluğa düştüler. Üçü de yeniden ağlamaya başladılar. Zeynep avuç içleriyle gözlerine bastırıp akan yaşı durdurmaya uğraştı. Ayağa kalktı, camın kenarına yaklaştı. Ayakuçlarına basarak dışarıyı görmeye çalıştı. “Neredesin annem? Neden hâlâ dönmedin. Söz, bir daha seni hiç üzmeyeceğim canım anneciğim,” diye fısıldadı.

      Çok geçmeden kapı açıldı. Hiç tanımadıkları turuncu saçlı, yüzü çilli bir kadın gülümseyerek içeri girdi. Sesini değiştirerek, “Günaydın çocuklar. E siz uyanmışsınız bile,” diyerek heyecanlı heyecanlı konuşmaya başladı. Bu kadın diğerlerinden farklı gibiydi. Neşeyle karnını gösterdi.

      “Uuuuff… Karnımdan acayip acayip sesler geliyor. Acaba ben minik bir kaplan mı yuttum?”

      Odadaki ağlama sesleri kesilmişti. Bütün ilgi kadının üzerindeydi.

      “Yoksa… Midem bana bir şey söylemek istiyor olmasın? Durun, bir dinleyeyim.”

      Karnına kulak veriyor gibi eğildi. Tekrar başını kaldırıp kendini elleriyle gizlemeye çalıştı:

      “Çok utanıyorum. Nasıl da böyle bir hata ettim ben? Midem bana ne dedi biliyor musunuz?” Meraklarını artırmak için birkaç saniye bekledi:

      “Beni aç bıraktın. Sen yemek yemediğinde ben acı çekiyorum. Lütfen beni doyur dedi. Ne kadar da haklı. Ben gerçekten de çok acıktım. O halde şimdi gidip karnımı doyurayım bari.” El sallayıp arkasını döndü. Gidiyor gibi yapıp durakladı. Sonra başını geriye çevirdi:

      “Neredeyse sormayı unutuyordum. Bana eşlik etmek ister misiniz?”

      Zeynep’in kanı bu kadına ısınmıştı. Birkaç adım yaklaştı. “Kardeşlerim aç,” diye fısıldadı.

      “Peki, bana yardım etmek ister misin?”

      “Evet.”

      Kadın gülerek parmağının ucuyla Zeynep’in burnunda dokundu:

      “O zaman hep birlikte yemeğe iniyoruz. Onları ancak sen ikna edebilirsin minik abla.”

      Zeynep mahzunlaştı:

      “Annem de bana öyle diyordu. Nerede hani? Geldi mi? Aşağıda mı annem?”

      Kadın kendisinden cevap bekleyen bu kıza ne diyeceğini bilemedi:

      “Henüz gelmedi küçük kız ama üzülme. Bak aklıma ne geldi. İstersen bugün bir çizelge hazırlayalım size. Her sabah uyandığımızda oraya bir işaret koyalım. Böylece annene kavuşmak için geride bıraktığın günleri görmüş olursun. Bu çizelgeyle anneni ben bile heyecanla beklerim.”

      Zeynep bu fikri çok beğendi. Sanki yüreğine su serpildi. Bu arada İsmail yorganın altına bakıp tekrar mızmızlanmaya başlamıştı.

      Kadın İsmail’e yaklaşıp, “Hey yakışıklı bir sorun mu var,” diye sordu.

      İsmail cevap vermeyince, Zeynep kadının kulağına eğildi:

      “Kardeşim altına yapmış.”

      “Anladım. Dur, benim cebinde senin yüzünü güldürecek bir şey olacaktı. Nerede, nerede…”

      Cebinden rengârenk bir lolipop çıkarıp İsmail’e uzattı:

      “Sever misin?”

      İsmail