Büşra Tuğba Koç

DÜŞ KAPANI


Скачать книгу

buraya Ekrem.”

      Ekrem içeri girip salonda bulunanlara göz gezdirdi. Birinin ne olduğunu açıklamasını bekliyordu sabırsızlıkla.

      “Hayırdır ağabey? Toplamışsın yine bütün aileyi?”

      “Geç otur. Konuşacaklarımız var.”

      “Karımla mı ilgili?”

      “Evet, karınla ilgili.”

      “O halde mahrem bir konuyu neden cümbür cemaat konuşuyoruz? Ayıp olmuyor mu ağabey?”

      “Ulan soytarı, bu işin mahremi mi kalmış? Ayıbı işleyen utanmamış da, utanmak bize mi düşmüş?”

      Ekrem bıkkınlıkla kendini koltuğa bıraktı. Yıllardır bitmeyen söylemlerindendir diye düşündü. Eliyle işaret etti:

      “Buyur ağabey, dinliyorum. Yine ne yapmış?”

      Necdet bir sandalye alıp Ekrem’in yakınına oturdu:

      “Oğlum, zamanında gençtin, cahildin. Ben sana baldızımı teklif ettim, çocuğu var diye kabul etmedin. Gittin, bizim sözümüzü çiğneyerek gelenek görenek nedir bilmeyen şehirli bir kadınla evlendin. Neymiş, İstanbulluymuş. Anası intihar etmiş, babası yok, kimi kimsesi yok. Biz soyu sopu belli bir aileyiz. O kadın bizim ailemize yakışmaz dedim. Ne ettiysem sana laf dinletemedim. Bu kadın senin gözünü kör etmiş.”

      “Ne istiyorsunuz benden ağabey? Her ailede olur ufak tefek hatalar. Bunlar yüzünden karımı boşayıp çocuklarımı anasız mı bırakayım? Bunu mu istiyorsunuz?”

      Necdet kükredi:

      “Lan, aldatmak ufak bir hata mı geri zekâlı?”

      Odanın içinde dört dönen ses bir hançer olup Ekrem’in kalbine saplandı:

      “Ne diyorsun ağabey sen?”

      “Vay benim zavallı kardeşim. Karın seni aldatıyor, sense resmen ayakta uyuyorsun.”

      Ekrem’in kulakları uğulduyor, kalbi yerinden çıkacak kadar hızla çarpıyordu:

      “Bu saçmalık. Benim karım yapmaz öyle şey.”

      “Bak, hâlâ karım diyor.”

      “Yol bilmez, usul bilmez, cahilin tekidir, doğru. Ama namussuz değildir. Ben karımı iyi tanırım.”

      “Bizi nasıl tanırsın peki? Biz iftiracı mıyız? Karısını tanıyormuş.”

      “Ağabey, belli ki bir yanlış anlaşılma var. Gel uzatmayalım. İşin eğrisini doğrusunu tartalım, öyle konuşalım.”

      Lafın uzamasına dayanamayan ve bu tartışmayı bir an önce bitirmek isteyen Sevgi elinde tuttuğu kâğıdı Ekrem’e uzattı. Sevgi’nin bakışları donuktu. Yüzünde avını kolaylıkla alt etmiş bir yırtıcının soğukkanlılığı vardı:

      “Ah benim saf yürekli kardeşim. Madem gerçeklerle yüzleşmek istiyorsun, oku bunu.”

      “Ne bu?”

      “Dün o çok sevdiğin arkadaşın bu notu karına uzattı. O da okudu. Gülüp çöpe attı. Ben de bu ikisinin arasında ne var diye şüphelendim. Bir fırsatını bulup çöpü kurcaladım. Kurcalamaz olaydım. Senin karın ailemizin yüzkarası.”

      Ekrem elleri titreyerek kâğıda uzandı. Ablasının söyledikleri kafasında hece hece yankılanıyordu. Gördüklerini tekrar tekrar okudu. Doğru olmadığını gösteren bir emare aradı. Yoktu. Son bir kez tekrar etti.

      “Her zamanki gibi harika görünüyorsun sevgilim. Seni seviyorum.”

* * *

      Selim mesaisi bitince toparlanıp çıktı. Çıkarken gözleri sabahtan bu yana görmediği Ekrem’i aradı. Belli ki dönmemişti. Ters bir durum olmasından endişelendi. Fabrikanın arka tarafına park ettiği arabasına doğru yürümeye başladı. Arayıp sormayı düşünürken arkasından birinin geldiğini sezip başını çevirdi.

      “Ekrem, sen miydin? Neredeydin? Göremedim seni, çıktı dediler. Hayırdır, kötü bir haber yok ya?”

      Ekrem sorulara cevap vermedi. Selim, arkadaşında bir hal olduğunu anladı. Bakışları ürkütücüydü. Hışımla kendisine doğru yaklaşan adamı şaşkınlıkla izledi. Ekrem’in yüzü kıpkırmızıydı. Yumruklarını sıkıyordu. Bir şeye kızdığı belliydi ama Selim’in aklına bir sebep gelmedi. Ekrem, Selim’le burun buruna gelince durdu. “Bana bu ihaneti nasıl yaptın şerefsiz!” diye haykırdı ve hışımla Selim’in suratına şiddetli bir yumruk indirdi. İhanet sözcüğü yıllarca kol kola gelip geçtikleri sokaklarda dalga dalga yayıldı.

      Beklemediği yumruğun etkisiyle yere serilen Selim kendini korumayı bile akıl edemedi. O an sadece Ekrem’in söylediklerini anlamaya ve kızgınlığına bir sebep bulmaya çalışıyordu.

      “Karımla arkamdan iş çevirmek ne demekmiş size göstereceğim,” derken ikinci bir yumruk daha salladı Ekrem. “Beni aptal yerine koymak neymiş hepsinin hesabını soracağım.”

      Yaşananları gören insanlar etraflarına toplanmaya başladılar. Selim sonunda kendini toparlayıp sordu:

      “Sen neden bahsediyorsun?”

      Ekrem Selim’i duymuyor, sayıklar gibi konuşmaya devam ediyordu:

      “Koynumda yılan beslemişim. Allah sizi…”

      Yumruklarla yetinmedi. Tekmelemeye başladı:

      “Karım her zamanki gibi harika görünüyor demek ha. Siz ne ara sevgili oldunuz da, birbirinize mektuplarla ilanı aşk etmelere başladınız?”

      Selim, Ekrem’in söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordu. Ortada dehşet verici bir yanlış anlaşılmanın olduğu ya da birisi tarafında doldurulduğu açıktı ama yediği yumruk ve tekmelerden nefes alıp kendini açıklayamıyordu. “Dur,” diye inledi sonunda. “Kim sana ne anlattı bilmiyorum ama bu bir iftira. Söylediklerinin hiçbiri doğru değil.”

      “Önce seni geberteceğim, sonra da karımı. İkinizi de bugün mezara gömeceğim.”

      Nihayet çevredekiler yetişti. Ekrem’i güçlükle durdurdular. Birkaçı da Selim’i yerden kaldırıp Ekrem’den uzaklaştırdı. Çok geçmeden siren sesleri duyuldu. Polis ve ambulans olay yerine geldi. İkisini de ifade için emniyete götürdü.

* * *

      Ülfet her şeyden habersiz, evde çocuklarıyla ilgileniyordu:

      “Aralık duruluk, gitsin pislik, gelsin temizlik.”

      Kovada kalan son suyu tasa doldurup Zeynep’in kafasından döktü:

      “İşte bitti. Havluya da saralım.”

      “Anne kokla beni şimdi.”

      “Oh, mis kokuyorsun, mis. Hadi, bir an önce giyin. Üşüme.”

      Üç kardeş de yıkanmış, kıyafetlerini giymişti.

      “Anne bizimle oyun oynar mısın?”

      “Olmaz, çok işim var Kasım’cığım. Dün her yeri batırdık. Evi temizlemem gerekiyor.”

      “Lütfen, lütfen.”

      “Tamam. Temizlik bitsin, oynayalım. Siz, ben temizliğimi bitirene kadar kapının önünde top oynayabilirsiniz.”

      “Yaşasın!” diye bağırdı üç kardeş.

      “Sıkı giyinin. Şapkalarınızı takın. Yeni yıkandınız, hasta olmayın sakın.”

      Çocuklar hızla hazırlanıp çıktılar. Ülfet pencereden onları kontrol edip ortalığı toplamaya başladı. Bir yandan türkü mırıldanıyor, diğer yandan masanın üzerinde biriken bardakları mutfağa