Büşra Tuğba Koç

DÜŞ KAPANI


Скачать книгу

ona burada olmaması gerektiğini, yuvasına dönüp her şeye rağmen kocasıyla olan anlaşmazlığını çözmesi gerektiğini söylüyordu. Ekrem’in ailesine rağmen çocukları için savaş vermeliydi. Bu işi çözmenin yolu kaçmak değildi. Başka bir yolu olmalıydı. Severek evlendiği bu adamı, sırf birilerinin düzenbazlığı yüzünden terk edemezdi. Evet, kocası biraz saftı. Her denilene inanıyordu. Özellikle ağabeyine aşırı bağlıydı. Bu da çoğu zaman onu adaletli davranma hususunda yanılgılara düşürüyordu. Ona uyduğu zaman bambaşka bir insana dönüşüyor, sorunlarını şiddet ile halletmeye çalışıyordu ama eskiden böyle değildi Ekrem. Onu günden güne doldura doldura bu hale getirmişlerdi. İçinde Ekrem’e karşı bir yumuşama hissetti. Onu, evliliğini, düştükleri bu durumu hafifletmeye yarayacak düşünceleri durduramıyordu. Geçirdikleri onca yılı anımsadı, güldükleri, ağladıkları, birlikte yokluğu da varlığı da tattıkları ama ne olursa olsun günün sonunda birbirlerine sımsıkı sarıldıkları zamanları.

      “Koskoca hayat yoldaşım,” diye iç geçirdi. Zeynep’in bacağına dokunmasıyla irkildi. Öncesinde kendine seslendiğini duymamıştı.

      “Neden kalktın yavrum?”

      “Kardeşlerim uyudular ama ben uyuyamadım. Sen de mi uyuyamadın anne?”

      “Maalesef kızım.”

      “Babam nerede? Biz niye hâlâ buradayız? Evimize neden gitmiyoruz?”

      Ülfet, karşılaşmaktan koktuğu sorularla en sonunda yüz yüze gelmişti. Eninde sonunda olacaktı bu ama içinin bunca karışık olduğu bir gecede gelmesi durumunu daha da zorlaştırmıştı. “Bir müddet daha burada kalmamız gerekiyor,” diye geçiştirmeyi denedi.

      “Burayı sevmedim ben. Şimdi gidelim evimize.”

      “Sabırlı ol kızım. Henüz zamanı değil.”

      “Babam neden burada değil o zaman?”

      “Zeynep’çiğim, biliyorum, her şeyi merak ediyorsun ama şu an çok yorgunum. Bunları daha sonra konuşsak olur mu?”

      “Olur.”

      “Hadi, şimdi yatmanı istiyorum.”

      Zeynep mutsuz görünüyordu. Arkasını dönüp yatağına girdi. Ülfet ona kıyamadı. Sorularına içini ferahlatacak bir cevap verememişti ama gönlünü alabilirdi:

      “Birlikte uyuyalım mı?”

      Zeynep’in gözleri parladı. Ülfet cep telefonunu masanın üzerine bıraktı. Perdeyi çekti. Yüzünde bir gülümsemeyle kızının yanına sokuldu. Zeynep, başını annesinin göğsüne yasladı. Ona sımsıkı sarıldı. Tıpkı kundakta bir bebek gibi, annesinin kalp atışlarını dinliyordu. Bunu en son ne zaman yaptığını hatırlayamadı. Gözlerini huzur içinde kapattı.

      Ülfet, gözlerini tavana dikti. Bir yandan kızının ipeksi saçlarını okşuyor, diğer yandan içini kemiren şeyleri düşünüyordu. O günü kurtarmıştı ama ertesi günler için bir planı yoktu. Neye endişelenmesi gerektiğini, kendisini nasıl bir savaşın beklediğini bilmiyordu. Soru, soruyu doğuruyor, cevabını bilmediği bir kuyuya itiyordu onu. Yorgunluk hissiyle beyni uyuştu. Göz kapakları iyice ağırlaştı. Israrla gözlerini açıp sorularına cevap bulmaya çalıştı fakat içine düştüğü kuyudan bir gecede çıkması imkânsızdı. Kendini derin bir uykuya bıraktı.

      Zeynep de Ülfet de telefonun titreşiminin masayı inlettiğini duymadı. Odaya yayılan vınlama, uykuda buldukları huzuru delip geçmek isteyen bir kâbus gibiydi. İzin vermediler. Çalmaya devam etti. Hem de ısrarla.

      Ayrılma Vakti

      Ekrem eve gelip de karısını ve çocuklarını bulamayınca çılgına döndü. Ortalığı kırıp döktü, Ülfet’in eşyalarını çöpe attı. Kafasında kurduğu senaryoların azabından kurtulmak için birbiri üzerine sigara yaktı. Kendine hâkim olamadığı zamanlarda Ülfet’ten alamadığı hıncı yumrukladığı duvarlardan çıkarmaya çalıştı.

      Sevgi, yakaladığı fırsatla Ülfet’ten kurtulacak olmanın sarhoşluğuna kapılmış, iftirasının sonuçlarını tahmin edememişti. Kardeşinin düşeceği durumu hesap edememenin suçluluğu içerisindeydi. Ekrem’in bir delilik edip katil olmasından korkuyordu. Bu nedenle onu yalnız bırakmadı.

      Ekrem, Ülfet’i tekrar tekrar aradıktan sonra telefonu hışımla masaya çarptı:

      “Açmıyor, açmıyor işte.”

      “Kaçmasından belliydi zaten. Bir de başta inanmadın. Gördün mü biz haklı çıktık.”

      “İkisini de geberteceğim.”

      “Sonra ne olacak?”

      “Ne, ne olacak?”

      “Hapislerde sürüneceksin akılsız kardeşim. Bu kadına gençliğini harcadın. Öldürüp de geri kalan hayatını mı harcayacaksın?”

      “Beni bu kadına karşı dolduran sizsiniz. Şimdi onu affetmemi mi bekliyorsun?”

      “Hayır, aklını kullanmanı söylüyorum. Çıkar onu hayatından. Boşa gitsin. Sonra al çocuklarını, yeni bir düzen kur kendine.”

      Ekrem sustu. Sanki boşanmak, öldürmekten daha zordu. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilmiyordu.

      “Karım o benim. İyisiyle, kötüsüyle sadece benim karım. Onu boşayıp başkasına yar olmasını izleyemem.”

      “Geri zekâlı kardeşim. Öldür o zaman. Hadi, çözüm buysa yap. Hayatını dört duvar arasına sokmaksa niyetin, buyur.”

      Başını ellerinin arasına aldı Ekrem. İki yol görünüyordu. Ya onun mezarını kendi elleriyle kazacaktı ya da hayatından tamamen çıkarıp kendi yoluna gitmesine izin verecekti.

      Sabah uyandığında on üç kere arandığını gören Ülfet’in içine bir korku düştü. Ekrem’in gözünün döndüğünden, karşılaşırlarsa ona bir zarar vereceğinden artık emindi. Çocukları oyun odasına bırakıp hemen Tanja’nın yanına gitti. Durumu anlattı. Tanja onu sakinleştirdi:

      “Eşinizi ben arayayım. Aranızdaki durumu yasal olarak halletmeye çalışalım.”

      Gece bölük bölük uyuyan Ekrem, karısının kendisini aradığını görünce hemen telefonu kulağına tuttu. Ülfet’in yerine yabancı bir kadının sesini duyunca afalladı. “Siz kimsiniz,” diye çıkıştı.

      Tanja, Ekrem’in bilmesi gereken her şeyi tane tane izah etti. Ekrem kadını sessizce dinledi. Araya devletin girmesi, içindeki intikam duygusunu bir anda köreltti.

      “Anlatacaklarım bu kadardı. Şu an sizin sağlıklı bir şekilde düşünüp karar vermeniz gerekiyor.”

      Ekrem’den ses çıkmadı.

      “Hatta mısınız beyefendi?”

      “Evet.”

      “Söylemek istediğiniz bir şey var mı?”

      “Karımla konuşmak istiyorum.”

      “Bakın, eğer işi zorlaştıracaksanız…”

      “Karımla konuşmak istiyorum. Buna da hakkım vardır herhalde, değil mi?”

      “Elbette. Yalnız, o da sizinle konuşmak istiyorsa tabii.”

      Ülfet, kendisine uzatılan telefona baktı. Kararsızdı. Tanja gözlerini kırptı:

      “Rahat olun. Karşılık vermek zorunda değilsiniz.”

      “Konuşacağım.” Telefonu eline aldı, “Söyle,” dedi.

      “Ülfet…”

      “Evet…”

      “Sadece