Büşra Tuğba Koç

DÜŞ KAPANI


Скачать книгу

sanki bir sır veriyor gibi kıstı:

      “Şu an kapının arkasında olduğu için onu göremiyorsunuz. İsterseniz onu daha fazla kapıda bekletmeyelim.”

      Ayakuçlarına basa basa kapıya yanaştı. Dinler gibi kulağını kapıya dayadı:

      “Açalım mı kapıyı?”

      “Evet!”

      Kapıyı açtı, dışarı baktı ve hiçbir şey demeden odadan çıktı. Kapı kapandı. Çocuklar şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Kapı tekrar tıklanınca Zeynep tereddüt etmeksizin kapıyı açmaya gitti. Kapıda yine o turuncu saçlı kadın duruyordu. Gülerek başını içeri eğdi:

      “Merhaba. Benim adım Meriç. Sizinle tanışmak ve arkadaş olmak istiyorum. Acaba kabul eder misiniz?”

      Zeynep güldü. Günlerdir ilk defa gülüyordu. Kendisine uzanan eli tuttu. Üçü de, sırf mutlu olsunlar diye halden hale giren bu kadını sevmeye başlamışlardı.

      “Arkadaşız.”

      “Harika. İşte şimdi dünyanın en mutlu insanı oldum.”

      Meriç gerçekten mutlu olmuştu. Çocukların gönüllerini kazanmış, yüzlerini güldürmeyi başarmıştı. İsmail’den izin alıp çarşafını değiştirdi. Çocukları giydirdi. Sonra da Kasım’ı kucağına aldı.

      “Aşağıya inmeye hazır mısınız?”

      Birlikte yemekhaneye indiler ve orada diğer çocuklarla tanıştılar. Çekingen duruşları gözden kaçmıyordu. Artık ağlamıyorlardı. Tanımadıkları bu yerde tutunacak bir dal bulmuşlardı.

      Aradan haftalar geçti. Ekrem ve Ülfet boşandılar. Ekrem o zamana kadar çocuklarının devlet kurumunda olduğunu bilmiyordu. Yerlerini öğrenir öğrenmez onlara hediyeler alıp ziyaretlerine gitti. Babalarını ne zamandır görmeyen çocuklar adeta bayram ettiler. Ekrem izin alıp onları dışarı çıkardı. Bütün gün doyasıya gezdiler. Kasım babasının kucağında uyuklamaya başlayınca dönme vaktinin geldiğini anladılar. Ekrem çocukları yurda geri getirdi.

      “Babacığım, bizi yanına al. Burada kalmak istemiyoruz,” diye yalvardı Zeynep.

      “Tatlı kızım, söz veriyorum geri geleceğim. Sizi alıp buradan temelli çıkaracağım.”

      “Annem de söz vermişti. Gitti. Bir daha dönmedi.”

      Ekrem kızına üzülerek baktı. Hukuken onları yanına almaya henüz hakkı yoktu.

      “Biliyor musunuz, bir dahaki sefere kadar beni uslu uslu beklerseniz sizi kırmızı bir arabayla gezintiye çıkaracağım.”

      “Aynı benim kırmızı arabam gibi mi,” diye merakla sordu İsmail.

      “Ondan daha kırmızı oğlum, kıpkırmızı.”

      Bir yanları bir sonraki görüşme için heyecanlıydı, bir yanları da babalarıyla gidemeyecekleri için buruk. Sabah babalarını karşılarında görünce onları almaya geldi sanıp umutlanmışlardı. Şimdi yine üçünün de hevesi kursağında kalmıştı. Boyunlarını büktüler. Bu defa üzüntüleri anneleriyle yaşadıkları gibi uzun sürmedi. Meriç onları dört gözle kapıda bekliyordu. Elindeki pastayı göstererek, “Koşun, koşun pasta yiyeceğiz,” diye seslendi. Sevinçle zıpladılar. Babalarına öpücük verip vedalaştılar. Sonra Meriç’le içeri girdiler. Her ne kadar bazı geceler zor geçse de, üçü de artık buraya alışmıştı fakat anne babalarının, eski güzel günlerin yerini hiç kimse, hiçbir şey dolduramayacaktı.

* * *

      Bir sabah kahvaltıda Zeynep’in yanına siyah saçlı bir kız çocuğu geldi. Zeynep’ten bir iki yaş büyük gibi duruyordu. “Oyun oynayalım mı?” diye sordu. Zeynep ne oynayacaklarını bilmeden, “Evet,” dedi.

      “Birazdan şakadan kavga edeceğiz. Herkes gerçek zannedecek.”

      Zeynep’in yüzü düştü. Bu oyun hiç aklına yatmamıştı.

      “Ben bu oyunu beğenmedim.”

      “Amma mızıkçı çıktın.”

      “Ama ben kavgayı sevmem ki.”

      “Gerçek kavga değil ki, şaka. Adın neydi senin?”

      “Zeynep.”

      “Benim adımda Meltem. Bak şimdi, ikimiz de oyun odasına gireceğiz. Sonra itişip kakışmaya başlayacağız. Herkes gerçek sanacak.”

      “Bunu neden yapıyoruz?”

      “Herkes gücümüzü görsün, bizden korksun diye. Hadi gel.”

      Zeynep, kolundan sımsıkı çeken Meltem’i takip etti. Herkes oyun odasındaydı. Meltem etrafı kontrol ettikten sonra Zeynep’i yere itekledi. “Sen kendini ne sanıyorsun?” diye bağırdı.

      Zeynep, beklenmediği iteklemenin etkisiyle dizlerinin üstüne düştü. Bir an şaka mı, gerçek mi, ayırt edemedi.

      “Madem kavga istiyorsun, hadi durma. Vur bana.”

      Zeynep karşılık veremedi. Şaka olduğunu bildiği halde, içinde bulunduğu vaziyetten aşırı rahatsızlık duydu. Hemen etrafına baktı. Çocukların ilgisini çekmeyi başarmışlardı. Herkes elindekini bırakıp Meltem’le Zeynep’in etrafında toplanmıştı.

      “Hadi kalk, göster gücünü! Vursana bana! Hadi vur!”

      Meltem kendini bu sahte oyuna öylesine kaptırmıştı ki, kimse gerçek olmadığını anlayamadı. Bazı çocuklar kavganın büyümesi için yüksek sesle alkış tuttular:

      “Kavga… Gürültü… Kavga… Gürültü…”

      Meltem alkışlandıkça durumdan zevk almaya başlamıştı, Zeynep’i iyice köşeye sıkıştırdı.

      “Kavga… Gürültü… Kavga… Gürültü…”

      Zeynep nasıl bir işin içine düştüğünü anlayamıyordu.

      “Ben bir şey yapmadım. Rahat bırakın beni.”

      Yakasına yapışan Meltem’i, kendini müdafaa etmek için hafifçe itekledi. Zeynep’ten daha büyük olan Meltem bunu fırsat bilip Zeynep’in sol omzuna bir yumruk geçirdi. Ardından gülerek arkadaşlarına baktı:

      “Zavallı, bana karşı koyabileceğini sandı.”

      Meltem ve arkadaşları, diğer çocukların üzerinde söz sahibi olduklarını göstermek için sık sık hır gür çıkarırdı. Bu kez gösteri için aralarına en son katılan Zeynep’i seçmişlerdi. Onun sınırlarını yoklamak, gücünü görmek istiyorlardı. Zeynep’in üzerinden kendi güçlerini de göstereceklerdi. Her biri yalnızlığın verdiği hırçınlığı başka başka yollarla ortaya çıkartıyordu. Zeynep, eliyle ağrıyan omzunu sımsıkı tuttu. Kendini, beklemediği bu nefretin içinde küçücük hissetti. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu.

      “Kavga… Gürültü… Kavga… Gürültü…”

      Başını iki eli arasına alıp kulaklarını tıkadı. Gözlerini sımsıkı kapattı. Bu kadar büyük bir öfkeyi hak etmek için ne yaptığını bilmiyordu. Duyulmayacak bir sesle, “Anne,” diye sızlandı.

      “Neler oluyor burada?”

      Çocuklar sesin geldiği yöne döndüler. Bir anda sesler kesildi. Meltem hemen kendini korumaya aldı.

      “Bu yeni gelen kız başlattı kavgayı.”

      “Meltem, yalandan hoşlanmadığımı biliyorsun.”

      “Doğru söylüyorum. Siz bu kızın masum gözüktüğüne bakmayın. Onun neler yapabileceğini bilmiyorsunuz.”

      “Evet,