Tuhaf olan bu değil de, beni arayıp uyarması mı?”
“Elin adamı sana bir şey söylüyor, sen de inanıp kırk yıllık kocana soru sormaya bile gerek duymadan kaçıyorsun.”
“Çünkü ben seni tanıyorum. Gözün döndüğünde neler yapabileceğini biliyorum.”
“Bravo size, gerçekten bravo! Güzel bir ekip çalışması sergilemişsiniz.”
“Peki siz Ekrem Bey, siz, ailenizle bir olup da bana iftira atmadınız mı? Asıl size bravo!”
“La havle… Yine sözü aileme nasıl getirdin be kadın?”
“Her zaman bir bahane ile yaptılar yapacaklarını. Bu kez de namusumu lekelediler. Sen de bana arka çıkacağına yine onlara inandın. Ama bugün görüyorum ki biz zaten çok farklı dünyaların insanlarıymışız. Yazık oldu sana verdiğim ömrüme. Hepinizi Allah’a havale ediyorum.”
“Asıl bana yazık oldu. Hiçbir şey için değmezmişsin.”
“Sus lütfen. İyi kötü günlerimizin hatırına sus. Birbirimizi daha fazla üzmeden güzelce ayrılalım.”
“Merak etme. Ben avukatıma protokolü hazırlattım bile.”
“Hiç vakit kaybetmemişsin ama bu benim açımdan iyi oldu. Anlaşmalı boşanırsak, en azından işimiz çabuk biter. Siz de benden kurtulursunuz.”
Ülfet, Ekrem’in başka söz söylemesine fırsat vermeden telefonu kapattı.
Tanja ona teselli vermek istese de sustu. Bu yüzleşmeyi hazmetmesi gerekiyordu.
“Buraya kadarmış. Onca güzel şey bitmesi için yaşanmış,” dedi Ülfet. Sesi kırgındı.
Ülfet bir eliyle Kasım’ı, diğer eliyle İsmail’i tutuyordu:
“Çabuk ol kızım, arkamda kalma.”
“Çok yoruldum anne. Daha çok yürüyecek miyiz?”
“Geldik, şu sokağın arkası.”
Zeynep minik adımlarla annesine yetişmeye çalıştı. Ülfet işin en zor kısmına gelmişti. Boşandıktan sonra Ülfet’in kalacak bir yeri ve gidecek hiç kimsesi olmayacaktı. Bu yüzden şimdiden kendine kalacak bir yer ve geçimini sağlayacak bir iş ayarlaması gerekiyordu. Bu sefil koşturmacada çocuklarının rezil olmasını istemiyordu. Çok düşünmüştü, kararı kesindi. Onları devletin kurumuna teslim edecekti.
“Hiç değilse yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında olur,” diye avuttu kendini. Hem varacağı yere ulaşana kadar fikrini değiştirmekten korktuğu için hızlı adımlarla yürüyor, hem de yol hiç bitmesin istiyordu. Kendini ikna etmeye çalıştı:
“Başka kime bırakayım ki zaten? Kimim var benim? Babalarına mı? Asla! Kendini yok yere ateşe atan, hep başkalarının lafına bakan adama çocuk mu emanet edilir? Ne ona, ne ailesine bırakırım. Buraya bırakırım, onlara bırakmam.”
Cümlesini bitirirken kahverengi bir binanın önünde durdu:
“Geldik, işte burası.”
Zile bastı. Onları karşılamak için sarışın bir kadın kapıda belirdi. Ülfet’i görünce gülümsedi:
“Siz Ülfet Hanım olmalısınız. Bunlar da herhalde çocuklarınız.”
“Evet.”
“Ben Virginia. Lütfen içeri buyurun.”
Çocuklar her şeyden habersiz kadını seyrediyorlardı. Ziyarete geldiklerini düşündükleri bu yerin yeni yuvaları olacağını henüz bilmiyorlardı. İçeri girdiler. Büroda kayıtları yapıldı. Virginia çocukları alıp onlara binayı gezdirmeye başladı. Bulundukları ortamın düzeninden, kurallarından, günlük planından, yemeklerinden bahsetti. Hafta sonu ziyaretlerine varana kadar her şeyi anlattı. Konuşa konuşa bir kapının önüne vardılar. Virginia kapıyı araladı:
“Burası da sizin odanız çocuklar.”
Çocuklar şaşkın şaşkın kapının önünde beklediler.
“İçeri girebilirsiniz. Rahat bir şeyler giyinin. Sizi aşağıda diğer çocuklarla tanıştırmak istiyorum.”
Zeynep başını kaldırınca annesiyle göz göze geldi. Ülfet, Zeynep’in tedirgin bakışlarına nasıl yanıt vereceğini bilemedi. Gözlerini kızından kaçırıp Virginia’ya yöneldi:
“Daha onları durumumuzla ilgili bilgilendirmedim.”
“Ben de bu kadar uslu durmalarına şaşırmıştım zaten. Genelde alışık olmadığımız bir durum.”
“Eğer müsaadeniz olursa gitmeden evvel onlarla biraz zaman geçirmek istiyorum.”
“Ne demek, buyurun lütfen Ülfet Hanım. Gitmeden haber verirseniz sevinirim. Şimdiden kolay gelsin.”
Virginia yanlarından ayrıldı. Ülfet odaya göz gezdirdi. Ufak bir penceresi olan bu odada iki katlı bir ranza, onun da karşısında tekli bir yatak vardı. Oda küçüktü ama üç kardeş için yeterliydi. Ülfet, omzundaki çantayı bitkin halde odanın tam ortasında bıraktı. Kapıda duran günahsız yavrularına baktı. Dizlerinin üzerine çöktü ve kollarını açtı:
“Gelin bakalım anneye.”
Üç çocuk da tereddüt etmeden annelerinin kollarına koştular. Ülfet, onları bir müddet öpüp kokladıktan sonra cesaretini topladı:
“Çocuklar, beni iyi dinleyin. Bundan sonra yeni bir eve taşınacağız. Kendi odanız olacak. Değişik bir sürü yeni oyuncak da alacağız. Belki bahçemiz bile olur. Bahçede salıncağımız, kaydırağımız… Hayalinizde ne varsa, hepsini gerçekleştirelim mi?”
Üçü de heyecanla “Evet,” diye bağırdılar.
“Ama bunun için el ele vermemiz lazım. Ben bu hayalimizi gerçekleştirirken, sizden sabırlı olmanızı ve ben dönene kadar beni beklemenizi istiyorum.”
“Burada mı bekleyeceğiz seni?”
“Evet. Bir müddet burada kalacaksınız.”
Zeynep şimdi anlamıştı olanları. Kaşlarını çatıp yüzünü buruşturdu. Kolları birbirine kenetledi. “Ben burada kalmam,” diye çıkıştı.
“Kızım…”
“Bana ne! Ben de geleceğim seninle.”
“Olmaz.”
“Ben burada kalmam.”
İsmail de ona eşlik etti.
“Hayır, ben de burada kalmam. Anne, bizi de götür.”
“Burası çok güzel. Aşağıda oyun odası bile var.”
“Hayır, ben sevmedim burayı. Gidelim buradan.”
Ülfet çıkmaz yola sapmıştı. Çocukları nasıl ikna edeceğini bilemedi.
“Elbette gideceğiz buradan ama şu an sizi götürürsem, kurduğumuz hayallerin hiçbirini gerçekleştiremeyiz.”
Zeynep annesinin ellerini tuttu:
“Anneciğim, biz yeni ev istemiyoruz ki. Eski evimizi seviyoruz. Oyuncak da istemiyoruz. Biz seni istiyoruz anne, seni ve babamı. Lütfen, evimize dönelim.”
İşin uzadıkça zorlaşacağını fark eden Ülfet birden ayağa kalktı. Kararından vazgeçmek istemediği için dolan gözlerini çocuklarından kaçırdı. “Sizi temelli bırakmıyorum. Almaya geleceğim dedim. Neden bu kadar uzatıyorsunuz,” diye çıkışarak içindeki duyguyu bastırmaya çalıştı.
Kasım bir şeylerin ters gittiğini anlayıp ağlamaya, İsmail de kapının önüne geçip, “Bizi de götüreceksin,”