Halkın itirazını gören Orbelyan sinsi bir planla Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin Dış İşler Halk Komiseri Aydemirov’u kendi tarafına çekmişti.
Gaçay, Keçili İsyanı’nda ki yenilginin sebeplerini biliyordu: bilgisizlik, plansızlık, bir de düşmanın amansız ve hilekâr olması.
İsyanların üstünden uzun yıllar geçse de bölgede siyasî ve sosyal durumu korumak için güçlü bir baskı vardı. Nahçıvan’a karşı toprak iddialarını hayata geçirmek için çaba harcayan Ermeni milliyetçileri ve kiliselerin tesiri ile devamlı olarak Ermenistan Özel Hizmet Büroları tarafından Moskova’ya sahte raporlar gönderiliyordu.
Gaçak Guşdan’ın öldürülmesi, Gaçay’ı çok etkilemişti. O, bu haberi duyduktan sonra daha dikkatli olması gerektiğini anladı. Ortaya çıkmak çok tehlikeliydi. Askerî birlikler arkadaşlarının birçoğunu öldürmüş, diğerlerini de çeşitli vaatlerle kandırarak teslim almışlardı. Onun ele geçirilmesi, kendisinden çok ailesi için tehlikeliydi. Uzun düşüncelerden sonra sahte bir kimlik çıkararak Amid Kazımov Cümşüdoğlu adı ile çobanlık yapmaya başladı.
1965 yılının sıcak yaz günleri gelmişti. Havaların kurak geçmesi ekinleri küle çevirmişti. Albay Topçi, Nahçıvan’daki askerî hizmetini bitirip geri dönüyordu. Geldiğinde olduğu gibi geri dönerken de Topçi’nin omuzlarında üç yıldız vardı. Bu yıldızların sayısı değişmemiş, albay olarak geri dönüyordu. Askerî hizmetini şimdi Uzak Doğu’da, Kamçatka’da yapacaktı. Geri dönüşü nedeniyle Aras Nehri kıyısındaki kaçak dinlenme yerinde bir parti vermişti. Samad ve Yavuz öğretmenler beraber bu partiye gelmişlerdi. Askerler, Aras’tan yakaladıkları iri sazan balıklarını temizleyip mangalın yanına getirmişlerdi. Masaya dizilen yemeklerin hepsini askerler hazırlamıştı, bazıları ise konservelerdi. Yemekten sonra büyük bir Şahtahtı kavunu kestiler. Nina Vladimirovna, bal gibi tatlı bu kavunları bostanlardan alarak evine götürürdü. Kavunun esrarengiz kokusu etrafa yayılınca “Peh peh!” diyerek sordu:
– Samad Abiloviç, bu kavunun tadının sırrı ne?
Samad Bey, bu soruyu bekliyormuş gibi: “Meşhur bir destanda bununla ilgili sözler var.” diyerek öğretmenin sözlerine şiirle cevap verdi:
Söz aldı Abülfez âşık edeple
Sözleri dizmişti boncuk gibi şestle 27
Kavundan konuştu o hükümdara
Sözleri can verdi taşa, duvara
Tüpürcek çiçeği korur miciden 28
Samad Bey’in şiiri hem Azerbaycan hem de Rus dilinde söylemesi, Nina Vladimirovna’nın gülümsemesine neden oldu. Ancak bu uzun sürmedi. Tatar kadın yıllardan beri alıştığı bu yerden ve insanlardan ayrılacağı için üzülmüştü. Diğer misafirlerin üzüntüleri ise farklıydı. Kimse bu sebepleri konuşmasa da bu askerlerin Aras kıyısında bulunmaları onları içten içe üzüyordu. Buradaki yerli halkın Aras Nehri’ne doğru bakması yasaktı. Ancak Rus komutan burada kendisine ihtişamlı bir dinlenme mekânı yapabilmişti. Hele Aras’ın karşı tarafına duyulan hasret bambaşkaydı.
Nina Vladimirovna gözyaşlarını tutamadı. Uzun yıllar kaynaştığı bu insanlardan ayrılmak ona ağır geliyordu. Sonsuzluk, kimseye söyleyemediği aşkı, bir de uzak Kamçatka’ya yapılacak olan yolculuğun zorluğu yüreğini sızlatıyordu. Nina Vladimirovna evlendikten bir yıl sonra hastalanmış ve rahmi alınmıştı. Bu nedenle çocuğu olmuyordu.
Sınav salonundaki yanlış sorunun kurduğu dostluk köprüsü, Nina ile Samad Bey’in ailesini birbirleriyle kaynaştırmıştı. Ancak eşi hasta olduğu için Samad Bey bu veda toplantısına yalnız katılmıştı.
Yavuz Öğretmen’in eşi Gülgez Hanım, sakince dinliyordu. Nina’nın duygusallığı üstündeydi. Ağlamaya başladı. Gülgez Hanım, onu sakinleştirmeye çalışarak Aras’ın kıyısına doğru götürdü. Orada yüzünü yıkamasını istedi. Nina, Aras Nehri’nin suyunu yüzüne çarparken tam karşısında küçük bir girdap meydana geldi. Tam o anda içinde sakladığı sırrı anlatmak istedi. O, aydın birisiydi. Bu sırrının kendisine veya eşine herhangi bir zarar veremeyeceğini biliyordu ama kimsenin kendisine “Gniloy jivot”29 demesini istemiyordu. Uzun yıllar çocuk sahibi olamayan Nina bu derdini, Aras Nehri kıyısında yapılan bu partide kendisine yakın bulduğu Gülgez Hanım’a anlattı. Ondan, bu sırrı kimseyle paylaşmamasını isteyerek her şeyi anlatmaya başladı.
Nina Vladimirovna, Türkolog bir ailede büyümüştü. Edebiyatçı, piyanocu ve bestekâr olarak tanınan Nina, kendisini kolaylıkla sevdiriyordu. Genç yaşına rağmen Türk halklarının tarihi ve medeniyeti ile örf ve âdetleri hakkında derin bilgiye sahipti. O, Samad ve Yavuz öğretmenlere “Siz Türk’sünüz. En eski Türk halkısınız!” diyordu. Onlarsa duyduklarının gerçek olduğunu bilseler de bu konu açılınca hep bir ağızdan “Hayır, biz Azerbaycanlıyız!” diyorlardı.
Nina, onlara bazı kitaplar verdi. Bu kitapları okuyunca, Sovyet rejiminin okullarda kasıtlı olarak yanlış bilgi verdiğini söylüyordu. Bir şeyi daha anladılar ki Sovetler sadece Azerbaycan’a değil, Kırım Türklerine de zulmetmiştir. Gülgez Öğretmen, Nina’nın sırrı için “Duyduklarımı Aras’a akıttım!” deyince, Doğu halklarının tarihini iyi bilen Nina parmak kalınlığında bir kamışı yerden alarak anlamlı anlamlı ona baktı:
– Bundan iyi ney olur, diyerek gülümsedi.
Gülgez Öğretmen çok sonraları bir kuyuda biten kamıştan yapılan neyin “İskender’in kulakları eşek kulağı!” diye çaldığını hatırlayınca Nina’nın ne demek istediğini anladı. Ama bunun kimseye faydası olmayacaktı; çünkü Nina çoktan uzak diyarlara gitmişti bile… Hatta Gülgez Öğretmen, başkasının sırrını konuşacağını ve Nina’nın ardından “çürük karın” sözünün önce köyde yayılacağını, sonra bir kıtayı dolaşacağını kendisi de tahmin edemezdi.
Nina, Gülgez Öğretmen’in “Duyduklarımı Aras’a akıttım!” sözünden çok mutsuz olmuştu. Elinde olmadan kamış parçasını yere atarak ayağı ile ezdi. Derinden bir “Ahhh” çekerek yüzünü Aras’a doğru döndü. Bir an ona öyle geldi ki burada söylediği sırrı rengârenk olup önce Aras’a akacak, sonra oradan Hazar’a, oradan Volga ile yukarı doğru akarak dünya sularına karışıp oradan da vatanı Kırım sahillerini geçerek güneşin doğduğu ülke Japonya yakınlarındaki yarımadaya ulaşacaktı.
Yanlış bir matematik sorusunun oluşturduğu dostluk köprüsü böylece sona erdi. Yıllar sonra eşinin görev yerinin değişmesi nedeniyle Nahçıvan’dan taşınan Nina Vladimirovna, içinde sakladığı sırrını anlatmış, Gülgez Öğretmen’in dediği gibi onu Aras’a emanet ederek oradan ayrılmıştı.
Onlar Şerur-Bakü yolcu trenine bindikleri gün köyde bir dedikodu yayıldı. Buna göre Nisgil Samad Bey’in gizli kızı değil, Yavuz Öğretmen’in Rus Nina ile olan gizli aşkının meyvesiydi. Samad Bey, sadece arkadaşı Yavuz’a yardım etmişti. Aynı gün, baska bir işi olduğu için onun yerine Samad Bey köy sığırtmacı olarak görev almış ve o gün doğan çocuğu çöplükten alarak Yavuz Öğretmen’e vermişti.
Nina ile Yavuz Bey birbirlerine öylesine âşıklardı ki Nina yeni doğum yaptığı için iç organları yara olduğu hâlde çimenlikte birbirlerine sarılarak saatlerce kalmışlardı. Kadının sütü olmadığı için de koyun sütü sağarak bebeğe vermişlerdi. Bütün bunları Gülgez Öğretmen duyduğu zaman, Aras kıyısındaki o partinin üstünden epey