Sabir Şahtahtı

Nisgil


Скачать книгу

sürgün…

      Evdeki geniş odaların düzeni, sessizliği ve huzuru etkileyiciydi. Duvarın içine gömülmüş olan şöminenin dışarı taşan kısmında nakışlı demir bir kapı, onun üstünde ise kazanı ve çaydanlığı sıcak tutmak için konulmuş bir mermer, ilk bakışta insanda güzel duygular uyandırıyordu. Üç kişilik, kış aylarında salon olarak kullanılan bu küçük odanın ortasına serilmiş Revan Türklerinin el dokuma halısı hemen dikkati çekiyordu.

      İki pencerenin arasına konulmuş gaz lambasının aydınlattığı bu odanın karanlık köşesinde, ilk bakışta seçilmeyen bir piyanonun bulunması Nina Vladimirovna’yı son derece şaşırtmıştı. Nina herkesle selamlaştıktan sonra davet beklemeden piyanoya doğru giderek elini tuşların üzerinde gezdirdi. Sanki piyanoyla konuşuyormuş gibi kendi kendine gülümsedi. Göğsüne kadar kaldırdığı parmaklarının gölgesi tuşları insafsızca altında saklayan kapağın üstünde tuhaf bir şekilde hareket etti. Piyanonun siyah kapağını yavaşça kaldırdı. O anda gaz lambasından süzülen zayıf ışıkta beyaz tuşlarının ışıltısı siyah piyanonun üstünde parladı.

      Parmaklarını yavaşça tuşların üstüne koyduğunda yüreği hızlı hızlı çarpmaya başladı. Heyecanı zirve yaptığında tuşlardan yükselen melodi kulaklarında çınladı. Gözlerini kapatmıştı. Tuşlara basmadığı hâlde kulaklarında çınlayan melodinin, çoktandır piyanoya duyduğu özlem nedeniyle olduğunu anlayınca gözlerini açtı. Tam karşısında duran Samad Bey, karşı odayı işaret ediyordu. Gülümsedi ve piyanonun başından ayrıldı.

      Nina, az önce sessizce odada bir kanepede oturan çocuğu arıyordu ama o ayrılmıştı. Çocuğun odadan sessiz sedasız ayrılması ona garip gelse de çocuğun bu davranışını kültürlerinin bir parçası olarak düşündü. Doğu aile kültürünün yeni bir bölümünü keşfetmiş olmaktan mutlu olmuştu.

      Odanın bütün köşelerinde duvarlara bir çıkıntı yapılmış, üstüne taşlardan yontularak yapılan şamdanlar yerleştirilmişti. Odanın temiz havasından ve odaya yayılan hafif mum kokusundan, şamdanların yeni yakıldığı anlaşılıyordu. Kışın bu ayaz zamanında oda çok sıcak olmasa da insanı üşütmüyordu.

      Odanın tam ortasında bulunan masa ve etrafına dizilmiş sandalyelerin işlemeleri, çok nadir görülen oyma desenlerle yapılmıştı. Genel görünüm, içindeki antik mobilyalar ve halılar nedeniyle evin Sovyet döneminden çok önce yapıldığı anlaşılıyordu.

      Kumandan ıslanmış frujkasını19 başından çıkarıp asmak için bir yer arayınca, yaşına göre çevik ve büyük görünen on iki yaşlarında yeşil gözlü bir çocuk furujkayı kumandanın elinden alıp köşedeki askıya koyarak aynı köşedeki sandalyenin üstüne oturdu. Şamdanlar iyice yanmaya başladığı için ortalık aydınlanmıştı. Ev sahibi misafirleri tekrar “Hoş geldiniz.” diyerek selamladı.

      Nina, “Oho, tovariş uçitel!”20 diyerek ev sahibine elini uzatınca eşi iyice şaşırdı: “Bu ne güzel tesadüf Samad Abiloviç,” sözü komutanın dilinin ucunda kaldı. Öğretmenler şaşırmıştı. Nina, merakla eşine dönerek sordu:

      – Siz tanışıyor musunuz?

      Tam o anda, evin çarşaflı hanımı ve bir gencin içeri girmesiyle bu soru cevapsız kaldı. Birazdan çay sofrası hazır olmuştu. Gül kurusu çaylar, tatlı sohbet eşliğinde yapılırken vakit epeyce geçmişti. Misafirlerini merakla süzen matematikçi Samad Bey, bu misafirliğin tesadüf olmadığını, 1937 yılında zalim Stalin’in yaptığı gibi sürgün öncesi bir inceleme olduğu hissine kapıldı. Hatta olayları biraz daha düşününce bu duygusundan emin olup derinden bir “Ahhh!” çekti.

      Çizgili bir çarşafı olan evin hanımı Rusça bilmediği için sohbete katılamıyor, çay servisi ile ilgileniyordu. Tam odadan çıkarken eşinden başka kimsenin duyamayacağı kadar yavaş bir sesle “Bozbaş21 yemeğim var!” diyerek cevap beklemeden odayı terk etti.

      Hem ev sahibi hem de misafirler, altı yumurta büyüklüğündeki Tebriz piroğu22, çay, kuru üzüm, kesme şeker ve nabattan23 oluşan yiyeceklerin zamanın en zengin sofrası olduğunun farkındaydılar. Nabattan ve çaydan yayılan büyüleyici kokunun yanında sapsarı üzümün tadının güzelliği misafirler için yeni olduğundan bir müddet gözlerini sofradan ayıramadılar. Nina Vladimirovna piroğların ailede her kişi için ikişer tane olarak pişirildiğini anlamasına rağmen daha fazla dayanamayıp piroğlardan birini yedi. Öyle güzel bir tadı vardı ki çayının soğumasını beklemeden elini tekrar sofraya uzattı ve ikinci piroğu da aldı. Eşi de farkında olmadan aynı davranışı gösteriyordu.

      Sohbet uzadıkça uzadı. Epeydir odanın köşesinde bir minderin üstünde bağdaş kurarak oturan çocuk odanın kapısına gitti. Sonra geri gelerek babasının kulağına bir şeyler fısıldadı. Babası çocuğa ters ters bakınca çocuk gerisin geriye yerine gitti. Nina’nın kulağına “fayton” sözü gelince, tekerleğin onarıldığını anladı.

      Nina hemen ayağa kalktı ve gözlerini sofradan ayırmadan “Gitme vakti geldi!” diyerek eşine işaret etti.

      Tam o anda evin hanımı içeri girerek masanın üstündeki boş bardakları elindeki gümüş tepsiye dizdi. Samad Bey’in kulağına eğilerek: “Yemeğim hazırdır. Misafirleri gönderme!” dedi. Misafirler ayağa kalkmışlardı ama gözleri masanın üstündeki Hemedan kilinden yapılmış, Tebrizli nakkaşlar tarafından güzel bir şekilde işlenmiş tabakların içinde duran piroğlara bakıyordu. Nina, gurur meselesi yapsa da eşi bu piroğları yemek istediğini belli etmişti. Kadın, buna meydan vermemek için hemen eşinin koluna girerek onun masadaki piroğları almasını engelledi. Tatlı bir gülümseme ile Samad Bey’e bakarak:

      – Samad Bey, her şey için teşekkür ederiz. Hanımefendiye teşekkürlerimizi iletin lütfen. Bizi çok güzel ağırladınız.

      – Nina Hanım, bizim için şerefti. Hoş geldiniz. Kapımız her zaman dostlarımıza açıktır.

      Odayı terk etmek için kapıyı aralayıp öbür odaya geçince burasının biraz daha az aydınlatıldığını ve kokusunun farklı olduğunu hissetti. Nina, odaların büyüklükleri ve aydınlatmalarının yanında kokularının da birbirinden farklı olduğunu anlamıştı. Odalara sinmiş bu kokuları daha önce hiçbir yerde almamıştı. Duvara iki tane tablo asılmıştı. Bu resimdekilerden birisi Samad Bey’di ama diğeri ya kardeşi veya babasıydı.

      Odadaki tüm eşyalar antik olduğu kadar düzenli bir şekilde yerleştirilmişti. Nina için matematikçi, eşi için ise muhasebeci olan Samad Bey, nazik bir ifade ile akşam yemeğinin hazır olduğunu söyleyerek misafirlerinin yemeğe kalmasını rica etti. Tam o anda Nina duvarın ortasındaki aynanın yanında duran, krem renkli küçük dolabı gördü. Bu dolap bir zaman evinden çöplüğe attırdığı dolaptı. Şaşkınlıktan Nina’nın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Gerçi odada bulunan bütün dolaplar ton farkıyla aynı renkteydi ama bu dolabın kendisine ait olduğundan emindi. Bir an yanıldığını düşünerek biraz daha dolabı inceledi ama içinden: “Hayır yanılmıyorum, bu dolap benim çöplüğe attırdığım dolap!” dedi.

      Biraz ilerleyince mutfağın duvarına mozaikle işlenmiş bir resim gördü. Daha önce böyle bir eser görmediğini hatırlayınca bunun nadir bir sanat eseri olduğunu anladı. En cahil insan bile bu resme bakınca bir anlam çıkarabilirdi. Resimde, bir gün içinde yedi çeşit gıdadan daha fazlasının zararlı olduğu anlatılmak isteniyordu. Resimde, altı ayrı yerde faydalı yiyeceklerle beraber