Tandır yapmak ustalık işiydi ve herkes yapamazdı. Uzun yıllar tandır yapmak için alınan toprak “Rus Diki” nin yamaçlarında büyük bir mağara oluşmasına neden olmuştu. Bu mağara bazen koyunları ve kuzuları yağmurdan korumak için sığınak olarak kullanılırdı.
Oradan biraz aşağıda ise bir çöplük vardı. Bolşevik Hükümeti, Nahçıvan’da kurulduktan sonra bölgedeki Sovyet askerî birimlerinin sayısı da artmaya başladı. Bu askerî birimlerde, daha çok eski SSCB’den askerler görev yapıyordu. Burada görev yapan askerlerin ırkları ve dinleri ne olursa olsun, tüm ordu yerli halk tarafından Rus olarak kabul edilirdi. Sovyet askerî personelinin sayısı arttıkça, kil yatağının alt kısmındaki çöplüğün hacmi de büyüdü.
Yerli halkın memnuniyetsizliğine rağmen, askerî birliklerin çöpleri buraya taşınıyordu. Patlamamış füzeler, mermiler, askerlerin ihmalinden mi yoksa kasıtlı olarak mı atılmış olduğu bilinmeyen askerî teçhizat ve asker ailelerinin eşyaları dahil olmak üzere her şeyi bulmak mümkündü. Ancak buradaki eşyaları, sağlam olsa bile birinin alması, halk tarafından ayıp sayılırdı. Olsa olsa atılan atıklar içinde bulanan tahta ve demir çubukları alarak, köpeklere yuva ya da tavuklara kümes yapılırdı.
1949’un son gününde köyün en fakir ailesinde ikiz kardeşler doğdu. Aynı zamanda Rus çöplüğünde, bir dolabın içinde bir bebek bulundu. Kardeşlerin isimleri Kabil ve Habil, köyün öbür tarafında doğan çocuğun adı da Möhnet’ti. Altı ay olmuştu ki ikiz kardeşlerin babaları iş bulmak için Bakü’ye gitmiş, bir daha köye geri dönmemişti.
İkizlerin annesi Hacer, çocukluğundan beri ablası Pakize’nin himayesinde büyümüştü. Daha doğrusu, 1931’de başlayan “Kolhoz” yapılanması bu kızları da yetim bıraktı: Bolşevikler babalarını, amcalarını, dayılarını ve ailenin diğer büyüklerini Kolhoz yapılanmasına karşı çıktıkları için kurşuna dizdiler. Pakize, küçük kız kardeşini evlendirdikten sonra Sovhoz14 Başkanı Salman Borçalı ile evlendi.
O antik Türk yurdu Borçalı’nın eski sakinlerinden biri olan Salman, Bolşeviklerin savaşcılarından biriydi. Kendi dediği gibi, “Savaşa savaşa gelmiş, yorgunluğunu gidermek için bu alanda bir demir atmıştı.”
Talih bu ailenin yüzüne gülmemişti. Evlilikleri on yıla yakın sürdüğü hâlde, Salman ve Pakize’nin çocukları olmamıştı. Hacer, çocuklarından Habil’i kız kardeşine evlatlık verdi. Birkaç yıl sonra aile Tiflis’e taşındı. On altı yıl sonra Salman ve Pakize, Tiflis’te bir trafik kazasında öldüler ve oraya gömüldüler. Habil bir kez köye döndü. Bu sırada ne Kabil ne Möhnet ne de Nisgil köyde değildi.
İkizlerin doğuşu, 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca bölgedeki birçok konuşmaya ve söylentiye neden oldu. Son olarak, yüzyılın sonunda, birçok siyasî sır ortaya çıkarıldı. Gizli işlere tanık oldu ve uzun yıllar boyunca dünyayı korkutan Sovyet gizli servisinin iğrençlikleri ortaya çıktı.
Olay gerçekleştiğinde Azerbaycan, Sovyetler Birliği’nin sömürgesiydi, sırlar ortaya çıkınca ise bağımsızlığını yeniden inşa etmek için ulusal kurtuluş mücadelesi dönemini yaşıyordu.
Bu topraklarda alfabe, bayrak, devlet idaresi, dini ilişkiler, ideoloji, istihdam, mülkiyet kuralları gibi birçok şey defalarca değişmiş olsa da, tüm süreçleri etkileyen ana siyasî faktör, imparatorlukların çıkar çatışması hâlen devam ediyordu.
İlçedeki tek matematik öğretmeni olan, hayatı boyunca da sadece bir defa koyun sığırtmacı olan ve aynı zamanda Sovhoz’un muhasebeci olan Samad Bahışov, Rus çöplüğünde bir dolabın içinde bir çocuk buldu. Koyunları kendi başına bırakan Samad Bey, bebeği hemen evine götürmeye karar verdi. Samad Bey, kültürlü birisiydi. Söylentilerden kurtulmak için ilk etapta bulduğu bu çocuğu gizlemesi gerektiğini düşündü. Böylece çocuğu tekrar dolabın içinde koyarak yola koyuldu. Bu dolabı Rus Diki’nden en az bir kilometre uzakta olan evine götürmesi o kadar da kolay olmadı.
İyi ki Kolhoz’un arabalarından birisi karşısına çıktı. Ancak Samad Bey toprak ağası olan ailesinden kalan son temsilcilerden biri olmakla beraber, ağır başlılığı ve tok gözlülüğü ile çevresinde saygı görüyordu. Rus çöplüğünden dolap aldığı çevrede duyulursa onun prestiji için iyi olmazdı. Şimdi o, bunu düşünmüyordu. Çünkü masum birisinin hayatını kurtarmak her şeyden önemliydi.
Casusluk suçuyla Sibirya’ya sürülen babası ve erkek kardeşleri geri dönmeyen Samad Öğretmen, bir çokları tarafından “Samad Bey” diye çağrılırdı.
Bir süre sonra, askerî birlikten bir askerin, izinsiz olarak birliğinden ayrılıp Aras Nehri kıyısına gittiği ve yeni doğan bir çocuğu Şeril Gölü’nden 400-500 metre uzakta Aras Nehri kıyısında bulduğu anlaşıldı. Asker, bir yandan çocuğun ölümünden korkuyor, diğer yandan izinsiz olarak birliğini terk ettiği için cezalandırılmak istemiyordu. Her şeyden önce, çocuğu köydeki evlerden birine vermek istedi ama kapısını çalacağı evin sahibinin orduya bilgi vereceğini düşünerek bundan vazgeçti.
Daha doğrusu, asker Anatolia Harçenko askerî cezaevinde çok kalmıştı. Beton duvarlı, nem kokulu daracık hücrede eziyet verici anları, havasız geçen geceleri ve soğuk duvarları hatırlayınca, tekrar oraya dönme riskine girmedi. Asker, kucağında bebekle Rus Diki’nin yamacına ulaştığında, askerî birliğin kamyonu eski ev eşyalarını çöpe atıyordu. Araba çöplükten ayrıldıktan sonra kucağındaki çocuğu sağlam bir gardırobun içine koydu. Sonra hiçbir şey olmamış gibi birliğine geri döndü.
Aynı gün çobanlık sırası kendisinde olan Samad Bey, çöpün yanında durup sürüyü çimenlerde bıraktı. Hayvanlar çimenlikte ayazdan yumuşayan otları afiyetle yiyorlardı. Tam o anda küçük çocuğun ağlama sesinin duyarak çöplüğe gidince, dolabın içindeki bebeği gördü.
Bolşevikler evlerini yağmalayıp kapılarındaki faytonlarına el koyduktan sonra Samad Bey, arada bir ata binerdi ama şimdiye kadar hiç öküz arabasına binmemişti; ama bu sefer bindi. Arabacı onu evinin kapısına kadar götürdü. Hatta çöplükten aldığı dolabı taşıması için yardım etmek istedi. Fakat Samad Bey buna izin vermedi. Sebebi belliydi: Samad Bey, arada bir inleyen bebeğin uğultulu sesinin duyulmasını istemiyordu. Yolda da bir iki defa inleyen bebeğin sesi tekerleklerin gıcırtısı arasında kaybolmuştu; ama inerken bebeğin sesinin duyulacağından korkuyordu. Arabadan, dolabı kucaklayarak indirdi.
Bebeğin sesi çıkmıyordu. Bir an bebeğin boğulduğunu düşünerek endişelendi. Aceleyle evinin bahçesine girerek dolabı yavaşça yere bıraktı. Kapağını açtığında bebeğin gülümsediğini görerek rahatladı. Bez parçalarına sarılmış bebeği kucağına alarak eve girdi. Birkaç gün önce doğum yapan karısı Candan, kocasının kucağındaki beze sarılmış çocuğu görünce şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi. Durumu kısaca özetleyen Samad Bey, bebeği karısının kucağına verdi.
Candan Hanım, hemen bebeğin beleğini değiştirerek, üşüyen bebeğin vücudunun alışması için sıcak odaya geçerek onu emzirdi. Üç gün bebeğe baktılar. Bu arada ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Samad Bey çok akıllı birisiydi. Kadının bu ilgisi ile beraber gözlerinin derinliğinde kök salan kıskançlığı hemen okudu.
Samad Bey:
– Hanım, köye yeni atanan Yavuz Öğretmen ve eşinin çocukları yok. Geçen gün hanımı sana tam olarak ne anlattı?
Candan Hanım’ın gözleri ışıklandı. Eşinin ne demek istediğini anlamıştı. Sevinçli bir sesle:
– Evet, bu çocuk onların işine yarar. Çünkü onlar akrabalarından birinin