taşlardan kaya kaya karşı kıyıya çıktım. Ayaklarım donmuştu. Sudan çıkar çıkmaz pantolonumu indirmeden ıslak çimlerin üzerinde koşmaya başladım. Çadırlar yazın kurulduğu yerdeydi. Tezek dumanları arasında, insanlar yatmak üzereyken, bizim çadıra geldim. Ocağın etrafına dizilmiş şekilde oturanlar bana bakakaldılar. Ben içeri girip henüz oturmadan, Elebes amcam “Niye geldin?” dedi kaşlarını çatarak. Bir anda yüzündeki kalın kırışıklar toplandı.
– Çocuk işte, biraz sabredip maaşını aldıktan sonra gelseydin, dedi Burmake ana. Elebes amcam ise her zamanki gibi azarlamasına başladı. Bu seferki azarının sebebi doğrudan bendim. Ben suçluydum. Kulaklarımı kapattım, lâl olmuş gibi oturdum. Aradan biraz zaman geçince Burmake ana “Yeter artık, garibin yedikleri boğazından geçsin.” dedi. Bir de peşinden “Yaşlı ayı.” dedi. Bu sözler bana biraz cesaret verdi. Bu arada öbürlerine verilen kâse çorba bana da verildi. Üzgün ve perişan halimle gelip payıma düşen bir kâse çorbayı aldım.
VI
Yol işçilerinin köyünde.
Bundan birkaç gün önce, “Her nahiyeden dörder kişi askere alınsın. Her birine dört yüz som verilsin.” diye Bölge Valiliğinden Nahiye Müdürlerine emir gelmişti. Bu haberin üzerinden fazla geçmeden Urmambet’in askere alınacağını duyduk. Beyşembi bu haberin doğru olup olmadığını öğrenmek için Isık Göl’e gitmişti. Beyşembi geldiğinde biz otları topluyorduk. Canımcan toplanan otların üzerine çıkmış, Elebes amcamın verdiği otları alıyordu. Beyşembi atından iner inmez, atını henüz bağlamamışken, Elebes amcam “Doğru muymuş?” diye sordu, elindeki dirgene dayanarak. “Doğru.” dedi, Beyşembi. Elebes dirgeni toplanmış olan otun üzerine bırakarak, Beyşembi’nin yanına geldi. Eğilerek çizmesine koyduğu keseyi çıkardı. Çıkardığı keseden avucuna tütün döktü, sonra da hemen ağzına attı.
– Ee, söyle bakalım ne var ne yok, dedi dudaklarını bükerek.
– Bizim Şımarık Sarı bir kişi verecekmiş. İşte onun için bizim Urmambet’i askere yazmış, diye söze başlarken Beyşembi, Elebes amcam:
– Nahiye Müdürü onu yakalayıp mı vermiş, diyerek sözünü böldü.
– Lafın kısası, efendiler onu uygun görmüşler, dedi Beyşembi.
– O, Isık Göl’e ne zaman gitmiş?
– Yıllardır gitmiyormuş, bu sene de halkı bir göreyim demiş galiba. Gittiğinde de bu olay olmuş.
– Nerelere gitmiş, dedi, Elebes amcam. Beyşembi bağladığı atına bir baktı ve kalın parmaklarını ovalayarak, bu sefer Irdık’ta, Tunganların yanında kalmış, dedi. Birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra:
– Gider gitmesine de, ancak giderayak halkın huzurunu bozup boş yere kötü oldu. Askere yazıldıktan sonra Karakol’a gitmiş, sonra geri gelmiş ve şiddet kullanarak ekâbirlerin atlarını almış, bugün de Şımarık Sarı’nın huzurunu bozmuş. Askere gidecek olanlara 400’er som verilecekmiş, onun 200’sine idareciler el koymuş.
Aslından bunların hepsi doğruymuş. Olay şöyle olmuş:
Günlerden bir gün Cılu Bulak’ın az ilerisinde efendiler bir araya gelerek toplantı yaparlar. Tam o sırada, Urmambet Aral’dan hızlı çıkagelir, toplananların üzerine yürür ve Nahiye Müdürü Ibıke’nin atını elinden almaya çalışır. Oradakiler, “Yapma, etme, ayıp olur, bunu bırak, istediğin başka at varsa verelim.” derler. O ise “Bundan başka ata binmem.” der. Oradakilerden Urmambet’i dövmeye çalışanlar da olur. Urmambet’in soğuk suratını gören Ibıke de korkar. “Bu kâfiri rahat bırakın.” diyerek dövmeye çalışanları durdurur. Böylece Urmambet, Ibıke’nin doru atını alarak yola koyulur.
Aynı gün, halk arasında yayılan “Urmambet askere alınacakmış. Nahiye Müdürünün atı ile gelmiş,” şeklindeki söylenti Şımarık Sarı’ya ulaşır. “Nahiye Müdürünün öfkesi ona rahat vermez.” derler. Kadınlar ise, “Tövbe… Bunun gibisini görmemiştik. Sıradan bir adamın, Nahiye Müdürünün atına binmesi, iyiye yorulacak şey değil. Kahrolasıca! Bu zamana kadar onun atına değil binmek, önünden geçeni görmemiştik. Nahiye Müdürüne bunu yapanı Allah çarpar, derler.” Durum böyle olunca ne yapacağını şaşıran Ibıke:
– Bu kâfirle tartışılmaz. Onu bir şekilde kandırın ve ortadan kaldırın, der.
Kısacası onunla ilgili çok sayıda söylenti dolaşıyordu.
Urmambet gitmeden önce Kızıl Kıya’ya uğradı. Akşam üzereydi. Köyün önünde akan derede birçok çocuk oynuyorduk. Tam o sırada kara atlı, gri giysili, bakımlı bir asker atını koşturarak gelip bizim çadırın önünde durdu. Ben hemen tanıdım. Urmambet geldi, dedim. Bekkul’la yarış ederek eve koştuk. Peşimizden şaşkın şaşkın bakan Torgoyakun da koştu. Biz geldiğimizde Urmambet çoktan içeri girmiş, kendine yer bulup, oturmuştu bile. Eski Urmambet değildi. Üzerinde gri asker kaputu, onun içinde göğsünde cebi olan gri gömlek, ayağında ise yepyeni sarı renk çizme vardı. Üzerindeki bütün giysiler kendine çok yakışmış, orta boylu, yakışıklı bir asker olmuştu. Geçenlerde buradan Almanya’ya giden askerlerden hiç farkı yoktu. Bir tek başındaki, kuzu derisinden yapılmış Kırgız kalpağı vardı. Bu sefer askere alınanların hepsini bu şekilde giyindirmişler. Bu, Kırgızlardan alınan asker olduğunun işareti gibiydi. Üzerindeki giysiler kendine yakışmış olan Urmambet gözüme çok yakışıklı göründü. Morali da iyi gibiydi. Öncekilerin aksine, evdekilerle sohbet ediyordu. Ben gelmeden önce epey konuşmuş olmalıydılar.
Benim içeri girdiğimi kimse fark etmedi. İçeri geçip Urmambet’in yanına oturdum. Urmambet yanında, sağ tarafında oturan bana bakarak, “Kurban olduğum, ölmezsen sen de büyür insan olursun.” diye kocaman, ağır elleriyle yavaşça alnımdan okşadı. Bu sözü neden söylediğini anlamadım. Ama yine de bana ilgi göstermesine sevindim.
Bu arada Burmake ana başını dumandan çevirerek Urmambet’e baktı.
– Hey kurban olduğum! Nahiye Müdürünün atına binmişsin, bu nasıl iş? Birinin bedduasını alırsın. Dosta göre düşman çok, derler. Öyle yapma, tövbe de, dedi yumuşak bir sesle ve iyi niyetle. Urmambet bu sözleri dikkate bile almadan:
– Elimden gelse onlara bundan daha fazlasını yapardım, dedi. Deminden beri sesini çıkarmayan Elebes amcam, bu sefer söze karıştı.
– Bunca insan arasından Ibıke’nin atını almışsın. Herkes, “Bunun gibisini görmemiştik.” diye senden bahsediyor. Bunun sonu sana iyilik getirmez.
– Urmambet bu sözlere de kılını kıpırdatmadı. Tam tersi bu sözler üzerine cesaret almış gibiydi.
– Bana başkaları değil, Ibıke’nin kendisi lazımdı. İntikamımı aldım. O da elinden geleni arkasına koymasın. Benim için fark eden bir şey yok, dedi.
Bu yaptığın kibirlilik olmaz mı, dercesine Burmake ana düşünceye daldı ve biraz sonra, “Kurban olayım, kısacası dikkat et. Halkın bedduasına kalmak iyi değildir. Uzun yola çıkıyorsun.” dedi. Urmambet Kızıl Kıya’da sadece bir gece kaldı. Sabah vakti. Bugün sanki sonbaharın habercisi gibi hava serindi. Ağaçların yaprakları daha çok dökülüyordu. Yerde kırağı vardı. Gökyüzündeki koyu kara bulutlar daha da karararak, saldırır gibi aşağıya iniyorlardı.
Urmambet atına binmiş, hazır bekliyordu. Biz, hepimiz dışarıdaydık. Komşumuz Baybolot öbür taraftan bizim eve doğru geldi ve gözlerinin çapağını temizlerken “Selametle!” dedi sertleşmiş büyük ellerini Urmambet’e uzatarak. Hemen peşinden de, “Askere ne zaman gidiyorsun?” diye sordu. Urmambet hafifçe eyerden kalkıp ata düzelerek oturdu