Asım Cakıpbekov

Biz Babasız Büyüdük


Скачать книгу

çabuk geldin, hadi gidip yemek yiyelim… Ben de daha yeni oturmuştum masaya, dedi.

      Evin çok temiz ve düzenli olduğunu görünce kapının önünde kala kalmış, hiç bir yere kıpırdamaya cesaret edememiştim. Salima elimden tutup beni mutfağa doğru çekince çaresiz kalıp ben de arkasına düştüm. Fakat daha bir adım atmıştım ki ayakkabımın tabanına yapışan çamur parçaları eşikteki tahtaya düştü. Korktuğum başıma gelmişti. Babaannesinin önünde “Ayakkabılarımı temizleyeyim, ben sonra gelirim.” de diyemedim. Salima tahtanın üzerindeki çamur parçalarını ilk başta fark etmedi, ben ne kadar direndiysem de elimden tutup çekiverdi. Çamurları görecek, diye ödüm kopuyor; ne yapacağımı bilemez bir halde arkasında yürüyordum… Bu sırada Salima, tahtanın üzerindeki çamurları görmüş olacak ki kıkırdayarak gülmeye başladı.

      –Ayy, ne bu ayaklarının hali böyle. Hi.. hi.. hi!… Babaanne, bakar mısın?… Ayak izlerin de sanki kaplumbağa gibiymiş.. hi.. hi.. hi!…

      Olduğum yerde dona kalmıştım. Vücudum sanki yanıyormuş gibi ateş içindeydi; alnım boncuk boncuk terlemiş, burnumdan ılık sular akmaya başlamıştı… Yolda gelirken duyduğum sevinç, bütün heyecanım, rüzgarda dağılan sis bulutu gibi yok olup gitmişti. Kırılmıştım.

      Yaşlı kadın bana “Sen daha küçük bir çocuksun.” der gibi sevgi dolu gözlerle baktı ve, -Olur, olur, temizleriz, diyerek o sırada iyiden iyiye kahkahalarla gülen Salima’ya döndü ve tebessümle, “Şiişt, yavrum, çocuğu utandırıyorsun!” dedi.

      Bir anda yaşlı kadına içim ısındı.

      Fakat Salima, gülmeyi keseceği yerde “Biliyor muydun babaanne, Alım çok utangaçtır, baksana yüzü kıpkırmızı oldu.. Hi.. hi.. hi!…” deyip sanki özellikle yapıyormuşçasına daha da kuvvetle gülmeye başladı. Her yanım ter içinde kalmıştı.

      Salima’ya karşı içim buz gibi oldu.

      Halime bakıp, sabredemeyerek, zaten dolan gözlerimden ağlamak üzere olduğumu anlayan yaşlı kadın torununa sert sert bakıp:

      – Yavrum yeter artık, çocukcağıza… Evine misafirin geliyor, sen onu ağırlayacağın yerde gülüyorsun. Otur! Yemeğini ye. Güleceğine misafirine saygı göster, dedi.

      Babaannesinin kızar gibi konuşması epey tesirli olmuşa benziyordu. Salima’nın gülmesi bir anda duruverdi. Sevimli yüzü kederlenmiş, yaptıklarına bizden çok kendisi kızıyormuş gibi bir hal almıştı. Benim önümde çok büyük bir suç işlemiş de sanki beni affedin der gibi bir bana bir babaannesine yalvaran gözlerle bakıyordu.

      Salima’nın acınası halini görünce kendi halimi unutmuş, içim sızlamıştı. Yaşlı kadının Salima’yı yoktan yere azarladığını, bu kadar sert konuşmasının gereksiz olduğunu düşünüyordum…

      Böyle karma karışık duygular içerisindeydim.

      Salima’nın yüzünden düşen bin parçaydı. Uzun zaman üzgün hali devam etti. Gömleğinin düğmeleriyle sıkıntılı bir halde oynuyor, kafasını kaldırmadan yere bakıyordu. Sonra üzgün bir halde yanıma geldi ve fısıltıyla:

      –Alım… beni affettin mi? Affettin değil mi?.. dedi.

      Bunları söylerken başını hafifçe kaldırmış, utanarak yüzüme bakmıştı.

      Salima’nın “Affettin değil mi?” derkenki bakışları… O an, benim önümde kendini hiç gereği olmadığı halde küçük duruma düşürdüğünü sezer gibi oldum. Acaba ben onun için önemli miydim? Kafam allak bullak olmuştu.

      Bu dünyada bana en yakın kişinin, sadece Salima olduğunu hissetmiş, bu durumu sanki biraz önce öğrenmişim gibi nasıl olduğunu anlayamadığım bir coşkuya kapılmıştım. Biraz önce bana gülmesini, ona sinirlenmemi, benden af dilemesini, ona cevap vermeyi… her şeyi unutmuştum.

      –Alım gel, hadi yemek yiyelim. Otur…

      Salima’nın çehresi biraz sonra yine o sevimli haline dönecek, gülmeye başlayacaktı. Bense doğru düzgün yemek bile yiyemeyecek, gönlümde yaşadığım garip duygu yoğunluğu ile baş başa, öylece sessiz kalacaktım…

      Yemekten sonra ev ödevlerimizi hazırlamaya başladık. Salima dikkatle o günkü ödev konusunu okudu. Fakat hiçbir şey anlamamıştım. O okurken ne kadar dikkatimi vermeye çalışsam da olmuyordu. Gözlerimi güzel yüzünden alamıyor, yavaşça hareket eden yanaklarını izliyordum. Okudukları bir kulağımdan girdi, ötekisinden çıkıverdi. Bir müddet sonra defteri bana verdi. Ben okumaya başladım. Yanı başımda dinliyordu. Sesimin tonunu ayarlayayım, bir yerlerde takılıp da hata yapmayayım diye o kadar telaşlanmıştım ki kendi sesimi duyuyor, fakat hiçbir şey anlamıyordum. Kalbimi, beynimi, bütün vücudumu alt üst eden bu duygu… Salima’nın yanında oturmam beni öyle rahatlatıyordu ki sonsuza kadar orada hiçbir şey yapmadan kalabilirdim. Fakat dersleri anlamadığım gibi bu duyguyu da anlamıyor, nasıl bir şey olduğuna mana veremiyordum.

      Ertesi gün dersten iki aldım. Benim iki almam Salima’yı çok şaşırtmıştı. Hatta beni hafiften azarlamıştı bile. Ben hep beş alırdım. Şimdiye kadar sınıfın en iyisi olup da Salima’nın gözleri önünde iki almak çok zoruma gitmişti. “Tamam” dedim kendi kendime “Artık beni işe yaramaz tembelin teki olarak görecek.” Korktum. Onun gözünden düşmeyi asla istemezdim…

      O gün de ev ödevlerimizi beraber yaptık. Yine hiçbir şey anlamayacağımdan korkup ilk başta onunla çalışmak istemedim. Fakat “Salima’nın yanında oturacaksın ya” diyen hislerim beni kendiliğinden alıp götürmüş, onlara direnememiştim. Kafamı alt üst edip dersleri anlamama engel olan duygum, artık iki taneydi: Salima’nın yanında oturmak benim için mutluluktu… Salima’nın yanında oturmak benim için sıkıntıydı…

      Salima tekrar tekrar,

      –Anladın mı? diye soruyor, “Dikkatle dinlesene…” diyor, garip garip yüzüme bakıyordu. Her seferinde “Anladım” der gibi kafamı sallıyordum, ama her “Anladın mı?” demesinde “Burada ne demek istiyor söylesene?” diye ödevin bir yerini tekrar okuyup soracağından korkuyor, tedirginlikten içim içimi yiyordu. Karma karışık duygular içerisinde “Fazla oturmadan bir an önce gideyim” diyordum, fakat bir taraftan da onun kalbini kırmadan müsait bir bahane uyduramadığım için öylece kalıyordum. Aslında şimdilerde düşünüyorum da gitmek de istemiyor, orada biraz daha kalmak, onu izlemek istiyordum.

      İşte böyle, sınıfın en iyi öğrencisiyken öğretmenin gözünde tembelin teki olup çıkmam, Salima’yla ders çalışmaya başlamamdan sonra oldu. Ondan ayrıldıktan sonra eve gelip kendi başıma çalışmam da fayda etmiyordu. Her an onu düşünüyordum. Güzel yüzü aklımdan çıkmaz olmuştu. Coşkuyla çalkanan gönlüm bir türlü sakinleşmiyordu.

      Sonraları onun evine gitmemeye başladım. Ertesi gün soracak olsa bahaneler uydurup kendimce onu başımdan savıyordum. Gerçek nedeni söyleyememiştim, o benim için kutsal, asla açılmaması gereken bir sırdı.

      Bir gün, ben evdeyim. Annem dışarıda çamaşır yıkıyordu. Birden Salima’nın sesi duyuldu.

      –Merhaba teyze, Alım evde mi?

      –Evde, evde… Sen kimin kızısın bakayım, tattınakayım32.

      –Abdıla’nın… Alım söylememiş miydi?

      –Diğer mahalledeki mi?

      –Evet

      –Gel, durma orada, Alım’ın evde, gir.

      Aklımın ucundan bile geçmezdi. Salima’nın sesini duyunca kapana kısılıp da kurtulmak için çırpınan