yaşadığı hatıralardan yararlanmaktadır. Örneğin günlüklerinden alınan şu satırlar dikkat çekicidir “Bugün “Bul Kanday Sezim ele” adında bir hikâyeye başladım. Küçükken Latipa ile aramızda yaşadığımız aşkı anlatıyor, hikâyem şimdilik çok güzel gidiyor, eğer sonuna kadar bozmadan böyle devam edecek olursam… (1-15, Eylül, 1957). Yazarın burada sözünü ettiği hikâyesi “Salima” adıyla bu kitapta yer alan hikâyesinden başkası değildir. Görüldüğü gibi yazar bizzat kendi yaşadığı çocukluk aşkını hikâyeleştirmiştir. Bunu yaparken de kahramanlarını olabildiğince gerçeğe yakın çizmiş ve ortaya çıkardığı hikâye kişilerinin psikolojilerini son derece ustaca tahlil etmiştir.
Kılıçbek’in atına gösterdiği ihtimam, onu beslemesi, ona şefkatle bakması, bütün baskılara rağmen satılmasına razı olmaması birbirini tamamlayan olay zincirlerdir. Aslında bu aşırı ilgi Aygaşka’ya değildir, onun temsil ettiği semboledir. Kırgız halkının yüzyıllar içerisinde kanına sindirdiği at kültürü ve sevgisinedir. Kısacası Cakıpbekov kahramanlarının psikolojisini çok iyi hesap etmekte, onu yaşından beklendiği gibi hareket ettirmekte ve oluşturduğu kahramanı millî duygularla donatarak kişilikli bir yapı kurmaktadır. Çünkü onun ortaya çıkardığı birçok hikâye kişisi aslında ya kendisi ya da yaşayan gerçek kişilerdir.
Cakıpbekov yüzünü topluma çeviren bir yazardır. Örneğin onun eserlerinde kolhozlarda inek sağan kızlar övülmez, Sovyet insanının kutsal emeğinden söz edilmez veya kapitalist dünya kötülenmez. Cakıpbekov için esas olan kendi duyguları ve toplumdur. Sosyal hayat içerisinden bulup çıkardığı sevinçleri, üzüntüleri, kederleri hikâyeleştirmiştir. Devlet bütün özel mülkleri kolektif çiftliklerin hesabına geçirecektir. Cakıpbekov günlüğüne not ettiği: “Şayet ‘Aygaşka’da yansıttığım, Parti’nin bozuk siyasî işlerine inanacak olsaydım övmek istemesem bile kendiliğinden Parti’yi öven bir eser çıkardı ortaya. Fakat inanamadığım bir şeyi nasıl överim… Başka halklar bir kenara, Kırgız gibi yüzyıllardır şahsî mal edinmeye alışmış bir halkı malından ayırmanın zamanı mı? Halk buna hazır değil. Bu fikirlerimin ne kadar doğru olduğunu önümüzdeki bir iki yıl içinde göreceğiz…” (10 Ağustos 1961) şeklindeki satırlarla bu yanlış politikaya isyan etmekte ve düşüncelerini eserlerine de yansıtmaktadır. Nitekim onun “Aygaşka” hikâyesinde işlediği ana fikir şahsî mülklerin devlet tarafından gasp edilmesini eleştirir niteliktedir. Yazarın bu noktadaki asıl kaygısı at kültürünün yok olması, beraberinde at ile oynanan oyunların da unutulmasıdır.
Cakıpbekov’un Kırgız kültürü ve dili ile alâkalı hassasiyetini en son kaleme aldığı hacimli romanı Tengri Manas’ın konusundan da anlamak mümkündür. Dünyanın en uzun destanını romanlaştıran yazar böylelikle Kırgız kültürünün ortaya çıkardığı en önemli sanat eserlerinden birisini de yeniden işlemiş ve ölümsüzleştirmek istemiştir.
Cakıpbekov’un hikâyelerinde genellikle seçtiği mekânların köylük yerler olması da aslında bundandır. Şehir, devrimin ortaya çıkardığı yeni kültürün sembolüdür. Şehirlerde Rusça konuşulur, Rus kültürü hâkimdir. Köyler ise geleneği temsil eder. Çünkü hâkim ideolojinin kolları köylere kadar uzanamamaktadır. Nitekim köy yerindeki hâkim dil Kırgızcadır, insanlar Kırgızdır, gelenekler Kırgız geleneğidir. Cakıpbekov, kendi toplumuna âşıktır, üst kültür olarak nitelendirilen Rusları ise bilinç altında sevmemektedir. Bu konuyu açıklaması bakımından günlüklerinden yaptığımız şu alıntı manidardır:
Geçen hafta Tölmiş ile Agış’a Ruslar dayak atmışlar. Otobüstelermiş. Onlar iki, Ruslar ise on beş kişiymiş diyorlar. Sarhoş Ruslardan biri, zayıf bir Kırgız’a sataşmış, ‘Koyun, dağlı, dağına git’ demiş. Tölemişler de duyunca dayanamayıp araya girmişler. Onların araya girmesiyle kavga çıkmış. Polisler aklınızı başınıza almazsanız biz getiririz demişler.
Milliyetçilik gittikçe güçleniyor. Büyüklerse kendi başlarının yanacağından korkup her olayda Ruslara boyun eğiyor. Süreli basın, Parti’nin siyasetinden olsa gerek her şeyi açıkça yazamıyor.
Dışardan bakıldığı zaman bizim yaşadığımız hayat, halklar arasındaki dostluk “harika” deyip övünüyoruz, öyle de görünüyor. Fakat içeride intizamsızlık kol geziyor… Nereden çıkıyor bütün bu problemler?
Frunze’de27 Kırgız şehrinde, Kırgız’dan çok Rus var. Ruslar haliyle baskın geliyor…
Zavallı Kırgızım, cesaretin olmasına var da, koyun gibi sakinsin. Bütün yiğitliğini, namusunu ayaklar altına alıyorlar. Ya medeniyetin Batı medeniyeti gibi değil… Ya da sayın biraz daha çok olsaydı ya… Bir avuçsun. Hakir görülüyorsun! Tamam, Ruslarla kıyamete kadar dost ol, ya da Rus’a karşı çık, ona da tamam… Fakat hepsi bir. En sonunda bir şekilde seni yutup, yok edecekler…” (18 Temmuz, 1960)
Cakıpbekov’un eserlerine yansıyan bir diğer özelliği ise Kırgızca’yı kullanmaktaki marifetidir. Salican Cigitov’un da “Şimdilerde Kırgızca’yı onun kadar ustaca kullanan yazar maalesef edebiyatımızda yok.”28 satırlarıyla ifade ettiği gibi Cakıpbekov eserlerinde Kırgızcayı son derece maharetle kullanmıştır.
“Yazara Dönük Eleştiri Kuramı” 29 çerçevesi dâhilinde değerlendirdiğimiz takdirde günlüklerinden faydalanarak Cakıpbekov’un eserlerindeki millî hassasiyeti ve neden Kırgız diline önem verdiğini de anlamamız mümkündür:
Özellikle Rus dilinden Kırgız diline çevirme işlerinde, aydınların kendi aralarındaki konuşmalarında, şehirli Kırgızların çocuklarını yetiştirmesinde Rus modası giderek yerleşmeye başladı. Kırgız dilinin zenginliği, kelime varlığı ölüyor. 1. Karşılık gelen kelimeler olsa bile çevirme işlerine yeteri kadar önem verilmiyor 2. Kendi aralarında Rusça konuşuyorlar. 3. Kendi öz çocuklarını küçüklüğünden itibaren Rusça konuşturmaya özendiriyorlar, daha sonra o çocuklar kendi ana dillerini bilmeden yetişiyorlar. Burada benim asıl düşüncem Rus dilini bir kenara atmak değil, Kırgız’ın kendi ana dilini bütün ifade gücüyle öğrenmesi, ana dili bir kenara bırakmaması, ana dilimizi zenginleştirip, geliştirmesidir… (29 Ocak 1955)
Görüldüğü gibi Cakıpbekov 1955 yılında daha genç bir öğrenciyken şimdilerde de tartışma konusu olan millî kimlik ve dil meseleleri üzerinde düşünmüş ve kendince bir sonuca varmıştır. Görüldüğü gibi Cakıpbekov genelde yazılarında kendi duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.
Netice itibariyle Cakıpbekov’un son derece başarılı bir hikâyeci olduğunu belirtmek gerekir. Onun eserleri merakla okunmuş, özellikle “Aygaşka”, kaleme alındığı dönemin nesli üzerinde derin izler bırakan bir hikâye olmuştur. Fakat zamanının büyük bir kısmını Aytmatov’un eserlerini Kırgızca’ya çevirmek için harcayan Cakıpekov, ustalık dönemi olarak nitelendirilebilecek en olgun dönemlerinde tercüme faaliyetleri ve Tengri Manas adlı romanla meşgul olmuştur. Bu yüzden ortaya çok az eser çıkaran yazar, bu eserlerin büyük bir kısmını 1960–70 yılları arasında kaleme almıştır.
Günümüzde ise Kırgız edebiyatı çevrelerince unutulmak üzere olan yazarın, hikâyelerinin yeni baskıları yapılmamakta ve onun ismi geniş okur kitleleri tarafından tanınmamaktadır.
HİKÂYELER
BİZ BABASIZ BÜYÜDÜK
Bu yıl öğretmenlikteki ilk senem. Hâlâ çocukları birbirinden ayıramıyorum. Özellikle soyadlarını çok karıştırıyorum. Böyle durumlarda “Sen kimin çocuğusun?”