Asım Cakıpbekov

Biz Babasız Büyüdük


Скачать книгу

diyerek içten içe heyecanlanmıştım bile.

      Yabancı kız kitaplarını alarak yanıma oturdu. Bir müddet ikimiz de konuşmadık. O, çocukların oyununu izliyordu, ben de izliyordum… Arada bir göz ucuyla bana bakıyordu, ben de bakıyordum… Bakışlarımız karşılaşacak olsa, ikimiz de birdenbire gözlerimizi kaçırıp başka taraflara bakıyorduk. Galiba konuşmaya benim başlamamı bekliyordu. Bense nereden başlayacağımı bilemeden sıkıntıyla oturuyordum.

      Bir müddet sonra;

      –Sen neden oynamıyorsun? dedi.

      –Öylesine…

      –Senin adın ne?

      –Alım.

      Biraz daha sessizlik oldu. Fakat benim konuşmama fırsat kalmadan.

      –Yanında oturmama kızmıyorsun değil mi?

      Yabancı kızın bu sözlerine çok şaşırmıştım.

      –Otur…

      Biraz daha ses çıkarmadan bir şeyler düşünüyormuş gibi durdu ve sonra sanki çok eskiden tanışmışız gibi gülerek bana dönüp:

      –Sen ne kadar da utangaçmışsın! dedi.

      Tövbe, hiç beklemediğim bir anda yapılan bu saldırı karşısında, dışarıdan hiçbir şey belli etmesem de beynimden vurulmuşa döndüm. Kimseye belli etmediğim gizli sırrımı nasıl oldu da hemen anladı diye aklıma türlü düşünceler geldi. Her taraftan kuşku çemberi içinde kaldım. Doğru düzgün bir cevap aklıma gelmediğinden sorduğu soruyu duymamış gibi yapıp ona dönerek ;

      –Efendim? dedim.

      O da şaşırmıştı. Herhalde pot kırdığını anlamış olacak ki hiç sesini çıkarmadı.

      Aslında benimle açık konuşmasını anlayabilirdim. Zaten kendi halinde, utangacın tekiydim. Bunları düşününce sinirim yavaş yavaş geçmeye başladı. Fakat nedense eskisinden de beter terlemeye başlamıştım.

      “En başından yanına oturtmamalıydım. Acaba nasıl biri? Adı? Adını sormalıyım…”

      Galiba durgun halim ilgisini çekmiş olacak ki gözlerini üzerimden ayırmadan bana bakıyordu. Bu bakışlardan olsa gerek iyiden iyiye aptallaşmış, bırak adını sormayı yüzüne bile bakamaz olmuştum. Baktı ki olacak gibi değil, yine kendisi, -Peki sen neden benim adımı sormuyorsun? diyerek, gülümsedi. “Benim adım Salima… bundan sonra ikimiz beraber oturup arkadaş olalım, olur mu? dedi.

      Sözlerini bitirmesiyle cevap bekleyen gözlerle bana bakmaya başlaması bir oldu. Konuşma sırasının bende olduğunu biraz sonra ancak idrak edip, aramızda yeni yeni gelişen sohbeti soğutmamak için uygun bir şeyler söylemek için gayretlendim. Fakat aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Ben düşünürken o hala cevap bekler gibi bana bakıyordu. Bense ne diyeceğimi bilemez bir halde düşünüp duruyor, aradan biraz vakit geçince “İki çift laf bile edemedik..” diye sinirlenmeye, sinirlendikçe de aklımdakileri unutmaya başlıyordum… “Bu şekilde oturup kendimi Salima’ya salak gibi mi göstereceğim?” diye ödüm koptu. “Bir an önce teneffüs zili çalsa da bu işkenceden kurtulsak!” diye sabırsızlıkla beklemeye başladım. Fakat oyun oynadığımız zamanlarda on saniye gibi geçip giden on dakikalık teneffüs, sanki on ay gibi geçti. Alnım boncuk boncuk ter içinde kalmış, burnuma kadar akıp gelen ter damlaları burnumun ucundan elimin üzerine düşmüştü. Ya Salima’nın bakacak başka yer yokmuş gibi bana baktığı için saniye saniye ter damlasının elime düştüğü anı görmesine ne demeliydi?..

      Nihayet teneffüs zilinin çalmasıyla rahat bir nefes almıştım ama, bir taraftan da Salima’ya doğru dürüst cevap veremediğim için kendime çok kızdım. Aslında ona da kızmıştım.

      “Ne diye gelip bana yapıştı ki?.. Kamçıbek’in yanında oturmak istemiyorsa gitsin kızların yanında otursun, o da olmadı kendi başına otursun. Arkadaş olalım diye kızlara söylemiyor da gelip bana soruyor, kız başıyla, tövbe!…”

      “Fakat çok şirin gülüyor yaa, ne de güzel bakıyor öyle… İyi bir kıza benziyor…”

***

      İşte Salima’yla böyle tanıştık. Günler birbirini kovaladı. Artık onunla konuşurken utanmıyordum. Salima’yla beraber oturmaya, ona giderek alışmaya başlamıştım.

      Gönlümde daha önceleri hiç hissetmediğim garip duygular duyuyordum. Salima’nın yanındayken kendimi kontrol ediyor, sakin, akıllı, terbiyeli görünmeye çalışıyordum. Fakat neden böyle yaptığımı, aklım bir türlü almıyordu. Bildiğim tek bir şey vardı: “Salima, benim hoşuma gidiyordu..” ve “Eğer o benim hoşuma gidiyorsa, ben de onun hoşuna gidiyorumdur.” diye düşünüyordum.

      Kendi içime kapanarak kimseyle muhâtap olmayışımın, başkalarına, kendini beğenmişlik, içi boş bir alçakgönüllülük olarak göründüğünü biliyordum; fakat kendi karakterimi nasıl değiştirebilirdim ki?

      Sonraları Salima’yla çok yakın arkadaş olduk. Aramızdaki dostluk pekiştikçe ona karşı olan hislerim daha da sıcaklaştı. Mesela Salima hakkında herhangi birinin kötü söz söylemesini, -kötü söz de laf mı, kötü düşünmesini bile- istemiyor; hayaller kuruyor, kurduğum hayallerde onu her beladan koruyordum. Fakat çocuklardan veya büyüklerden biri onu ağzına dolarsa, ya da ansızın birileri gelip de Salima hakkında duymak istemediğim şeyler söylerse diye daima korku içinde, gün geçtikçe etrafımdaki herkesten uzaklaşıyordum. Sadece Salima değil, onun yakınları hakkında bile birilerinin ağzından dedikoduya benzer bir söz duyacak olsam, o dedikoduyu çıkarana da yayana da içimden düşman oluyordum. Fakat, Salima’nın benim hoşuma gittiğini belki de sevdiğimi kimseye söyleyemiyor, onu kötüleyen veya hakkında konuşan her kimse, açıkça ona karşı çıkamıyor, sessiz kalıyordum. Durum böyle olunca da içim içimi yiyordu.

      Salima’yı açıkça savunamamamdan dolayı kendime kızsam da, bazen bu işte suçsuz olduğumu da düşündüğüm olurdu. Çünkü ben böyle konuları açıkça söyleyemeyen, içindeki duyguları sağda solda açıkça anlatmaktan çok kutsal bir hazine gibi görüp içinde tutan tabiatta biriydim. Kamçı-bek çocuklara:

      –Salima’nın babası şehirdeyken yükseklerdeymiş, onu koltuğundan indirip buralara sürmüşler, diye kendi babasından duyduklarını anlattığı zamanlarda, bu durum ne kadar zoruma gitse de hiç sesimi çıkarmadan dinlerdim…

***

      Sonraları derslere de Salima’yla beraber çalışır olduk. Buna sebep olan da kendisiydi.

      Bir gün okul dağılmış herkes evine gidiyordu. Salima beni görünce kız arkadaşlarını bırakıp hemen yanıma geldi ;

      –Alım, bize gelsene, ev ödevini beraber yapalım, dedi.

      Bu teklifi ilk duyduğumda, ne yalan söyleyeyim, epey sevinmiştim. Düşünmeden “Tamam” dedim.

      –Oyalanmadan hemen gel, olur mu? Ödevi bitirelim, sonra top oynarız, benim büyük topum var. Anlaştık mı?

      –Anlaştık.

      Havanın bozuk olduğu zamanlardı. Salimaların evine gidene kadar eski ayakkabılarım boğazlarına kadar çamur içinde kalmış, yolda bir yerde durup da ayakkabıları temizlemek aklıma gelmemişti (aslında onların evini de kendi evimiz gibi görüyordum). Bizim köyde Rus usulü çatısı olan tek ev Salimalarınkiydi.

      Eve gider gitmez, yemek yememiş, hiç oyalanmadan yola düşmüştüm. Galiba fazla acele ettiğimden olacak şaşılacak kadar kısa zamanda Salimaların evinin önünde olduğumu gördüm. Eve girdiğimde Salima masada yemek yiyordu. O zamanlar bizim evde masa filan olmadığı için, Salima’yı masada yemek yerken görünce “Keşke benim de bir masam olsaydı, Salimalar bizden daha iyi yaşıyorlar” diye düşünmüş,