Leyla Karahan

Türkçeyle Yaşamak


Скачать книгу

merak ettiğim bir husus var. Banguoğlu soyadının Bang’la ilişkisini ileri süren bir bilgiye rastlamıştım. Doğru olmadığını zannediyorum. Ne dersiniz?

      – Biz de kendisine sorardık. “Hayır, hiç alakası yok, benim ailemden gelen bir soyadı.” derdi.

      Hocası Tahsin Banguoğlu ile (1963)

      – Teşekkür ederim Hocam, böylece sizin aracılığınızla kendisinden öğrenmiş olduk. Şimdi Banguoğlu’yla ilgili konuşmaya başlayabiliriz.

      – Üniversitenin birinci sınıfına geldiğim zaman ilk karşılaştığım hoca Tahsin Banguoğlu’ydu. Bizimle en çok ilgilenen hocalardan biriydi. Bölüm Başkanı olduğu için elbette diğer hocalardan daha çok ilgilenirdi. Çok hassas ve şefkatli davranırdı bize. Banguoğlu’nun eğitiminden gelen, ayrıca şahsiyetinde var olan birtakım özellikler vardı. İyi insandı, çok iyi bir hocaydı, iyi niyetliydi, çok kültürlü idi, öğrencisini düşünür ve gelişmesini isterdi. Türk Lehçeleri dersine gelirdi bize. Köktürkçeye, Uygurcaya başlatmıştı ilk sınıfta. Üst üste iki saat dersi varsa o üç buçuk dört saate kadar çıkarırdı dersi. Akşam dörtte olurdu onun dersleri. O heyecanla anlatırdı, konuyla ilgili bazı sorular yöneltirdi. Biz geç kalıyoruz diye tedirgin olurduk, bilhassa kız öğrenciler. Çünkü Ankara’nın sokaklarında karartma var, harp yılları. Evlerimize çok geç kalıyoruz diye hocaya hatırlatırdık. “Aa, gitmek mi istiyorsunuz?” derdi ve bizi bırakırdı.

      – Ders anlatışı nasıldı Hocam?

      – Ders anlatışı fevkalade iyiydi. Öğrencilerin de faal olmasını isterdi. Bize derste metin verirdi. Bir gün dedi ki “Çocuklar size metin vereceğim, fakat sizlerden birinin bana yardımcı olması lazım. Metni vereceğim ona, daktiloda mumlu kâğıda yazacak.” dedi. Aşağıda birinci katın altında kantin, kantinin yanında da teksir edeceğimiz yer vardı. Hoca, “Mumlu kâğıda yazılan yazılar orada çoğaltılıp dağıtılacak. Yalnız fakülte idaresi bunun için para vermez, siz aranızda bunun için para toplayacaksınız” dedi. Mumlu kâğıt parası ve teksir kâğıdı parası. “Peki, efendim.”, dedik. Sonra şöyle bir baktı sınıfa. Bana, “Sen gel.” dedi. “Dersten sonra gel, sana göstereyim, seninle biraz görüşelim.” dedi. Dersten sonra gittim. “Sen yazı yazacaksın bu makinede.” dedi. “Ben yazı bilmem ki Hocam.” dedim. “Ben sana öğretirim.” dedi. Kendisi kalktı, “Otur şuraya.” dedi. Oturttu beni sandalyeye, makineyi de önüme koydu, kâğıt koydu. Şöyle yazacaksın, şöyle tutacaksın diye bana esaslarını kısaca anlattı yazı yazmanın. “Bunu üzerinde biraz egzersiz yap, ondan sonra mumlu kâğıda verdiğim metni yazacaksın.” dedi. Tabii mumlu kâğıda yazarken o mürekkep kısmını çıkartıyoruz, basıyoruz sadece izi çıkıyor mumlu kâğıtta. Ben onu yazmaya çalıştım, daha sonra onu basacağız, fakat kâğıt lazım. “Arkadaşlarından para topla.” dedi. Arkadaşlarımdan onar, on beşer, yirmişer kuruş topluyor, aşağıya götürüp orada onun baskısını yaptırıp dağıtıyordum arkadaşlarıma.

      – Hangi metinler üzerinde çalışıyordunuz Hocam?

      – Köktürk metinleri üzerinde çalıştık. Sonra Uygurca okuduk. Bang’ın, Gabain’in yayımladığı eserlerden alınan bazı metinler vardı; mesela bir tövbe duası. İlk onunla başlamıştık. Turkische Turfan Texte’in sanırım dördüncü kitabında idi.

      – Kendisi mi anlatırdı, size sorar mıydı? Yani dersi nasıl yapardı?

      – Uygurlara ait bilgi verirdi, bibliyografya verirdi. Bu bilgileri şuradan, şuradan okuyacaksınız derdi ve hatta kütüphanede o kitapların yerlerini de gösterirdi. Sık sık kütüphaneye gelirdi, kim ne yapıyor onu görmek isterdi. Biz birkaç kişi Hasibe, ben ve bir de rahmetli Muazzez Görkey hep kütüphanede çalışırdık. Hatta Muazzez öyle hissî davranırdı ki hocaya âşık gibi bir hâli vardı, ona hayrandı. Hoca, “Ne yapıyorsunuz?” diye sorar, biz de “Ders çalışıyoruz.” derdik. “Peki, ne okudunuz, ne sonuç çıkardınız?” derdi. “Şunları, şunları okuduk.” derdik. Eğer gerekirse kendisi teferruattan ziyade esas fikirler üzerinde durur ve bizi aydınlatmaya çalışırdı. Şuna dikkat edin, buna dikkat edin diye bazen eliyle şekiller çizerdi. Banguoğlu güzel konuşan bir insandı, etkili konuşan bir insandı. Muhtevası dolgun biriydi. Çok iyi bir eğitim görmüştü. Kendileri Dırama’dan göçüp gelmişler Türkiye’ye. Aslen Konyalı imişler, hayvan sürüleri varmış. Sonra Rumeli’ye göçmüşler. Dırama’da araziler elde etmişler, orada varlıklı ve hatırı sayılır bir aile olarak hüküm sürmüşler. Fakat sonradan biliyorsunuz Rumeli’de gerçekleşen harpler dolayısıyla tekrar göç başladı. Bunun üzerine Anadolu’ya gelmişler. Burada İstanbul’da Edebiyat Fakültesinde okumuş, bilhassa Köprülü’nün derslerine, Zeki Velidi’nin derslerine devam etmiş. Ayrıca bir de Ragıp Hulusi Özdem’in dil derslerini takip etmiş. Yani orada esaslı bir tahsil almış. Üniversite öğretimi sırasında Ragıp Hulusi Özdem’in derslerinden çok etkilenmiş olacak ki ileride dil ihtisası yapmaya karar vermiş. 1930’da bitirmiş okulu. 1930-32 yılları arasında Gazi Eğitim Enstitüsünde hocalık yapmak üzere Ankara’ya gelmiş. Ankara’ya ilk geldiği zaman pek gözü tutmamış burayı. Millî Eğitim Bakanlığındaki Yükseköğretim Genel Müdürlüğüne gitmiş, kalmak istemiyorum burada demiş. Onlar da başka yer olmadığını söylemişler. Ankara, toz toprak içinde bir şehir. Kaleye çıkmış, kaleden aşağı baktığı zaman görmüş ki toz duman savruluyor. Fakat oradan Gazi Eğitim Enstitüsünü görmüş. Yeni yapılmış bir bina. Fikir değiştirmiş. Demiş ki ben kanaatimi değiştirip burada kalmaya devam etmeliyim. Bunun üzerine kalkmış gitmiş, ben burada kalmayı tercih ediyorum, demiş. Gazi Eğitim Enstitüsündeki arkadaşlarıyla akşamları sohbet ederler, memleket meselelerini konuşurlarmış. 1932 yılından sonra Almanya’ya gitmeye karar vermiş. Almanya’da Rahmeti Bey’le, Saadet (Çağatay) Hanım’la ve diğer Türklerle birlikte Bang’ın derslerine devam etmiş. Bang’ın yanında çok verimli bir öğrencilik dönemi geçirmiş. Doktoraya Bang’ın yanında başlamış fakat daha sonra Bang’ın vefatı üzerine Breslau’ya gitmek mecburiyetinde kalmış, orada Giese ve Brockelmann’ın yanında doktorasını bitirmiş. Doktora tezi daha sonra basılmıştı. Eski Osmanlı Dil Çalışmaları: Süheyl ü Nevbahar. Kitap geldiği zaman hepimize birer tane dağıtmıştı. Benim elimdeki kitap, hocanın verdiği Süheyl ü Nevbahar’dır. Bu kadar da cömert bir hocaydı. Kitap Almancaydı tabii. Almanca bilmek lazımdı, tam istifade etmek için. Banguoğlu, esasen şahsı da gelişmeye çok müsait olduğu için iyi bir hoca olarak dönüp gelmiş Türkiye’ye. Üzerimizde etkisi olan bir hoca idi.

      – Ders dışında fakültede ne gibi faaliyetleriniz olurdu?

      – Banguoğlu Hoca bazı önemli günlere çok ehemmiyet verirdi. Mesela bir defasında Ali Şir Nevayi’nin doğumunun 500. yıl dönümüydü. 1941 yılı, doğumunun tam 500. yıl dönümü. Bu münasebetle bir toplantı düzenlendi fakültede. O kadar muazzam bir toplantıydı ki Cumhurbaşkanı İnönü dâhil olmak üzere bütün devlet erkânı, bizim üçüncü kattaki 347 numaralı salonda toplanmışlardı. Köprülü ve Banguoğlu birer konuşma yaptılar. Çağatay döneminin özelliklerini gayet açık ve veciz bir şekilde açıkladılar. Örnek olarak da Ali Şir Nevayi’den birkaç şiir okutmak istediler. Bu şiirlerin iki tanesini ben, iki tanesini İlhan Başgöz, bir tanesini de benim İzmir Kız Lisesinden arkadaşım Türkân okudu. Türkân, görünüşü görkemli, güzel bir arkadaşımızdı. Hatırımda kaldığına göre okuduğum gazellerden birinin başı şöyleydi: ‘‘Körgeli hüsnüngni zâr ü mübtelâ boldum sanga, Ne belâlıg kün idi ki âşinâ boldum sanga.”

      – Konferansları takip eder miydiniz?

      – Banguoğlu,